Galiba bir politikacının hatıraları arasında geçiyordu; şimdi nerede okuduğumu hatırlamıyorum. Ama hikaye gerçekten çok güzel…
Devir, ihtilal devri… 27 Mayıs’ın tankları her tarafı ezip geçmekte... Demokrat Partililer, Yassı Adada, düzmece mahkeme karşısında “hesap”a çekilirken, hem aşağılanıp hakarete uğramaktadırlar, hem de tarihe geçecek hukuk skandallarına maruz kalıyorlar.
Tıpkı kurdun kuzuyu yemeye kafaya koyması misali… Kuzunun nerede durduğunun hiç mi hiçbir önemi yok. Savcı Başol da, DP’lileri en ağır suçlarla itham edip, mahkum ettirme muradında; dosyadaki belgeler aksini de söylese, karar verilmiş:
İhtilali yapan irade, idam kararı çıkmasını istiyor; mahkeme komedyadan ibaret…
Savcı Başol, Ağrı mebusu Kasım Kührevi’yi suçluyor(!)
“Neden ezanın yeniden Arapça okunmasını sağlayan kanuna evet dedin?”
Kührevi, zeki ve hazır cevap bir zat… Sorbon’da felsefe eğitimi almış, ilmi siyasete vukufiyeti kuvvetli… Cevap veriyor:
“Savcı Bey, o kanunun oylandığı günlerde ben Türkiye’de değildim, yurtdışındaydım. Bu sebeple oylamaya katılmadım ki, evet demiş olayım.”
İhtilalin kudretli ve bu o kadar da ceberut savcısı, kısa süreli bir şaşkınlıktan sonra dosyayı açıp, delil olarak konulan pasaporta bakıyor. Görüyor ki, gerçekten de sanık Kasım Kührevi haklı… O tarihte yurtdışındaymış.
Ama bu savcı, geri adım atacak değil ya; üstelik karşısındaki DP’li “düşük”lerden başkası değil! Hem de Ağrılı bir şeyh…
Savcı Başol, ses tonunu daha da sertleştirerek soruyor:
“Ama şeyh Kasım, burada olsaydın evet diyecektin değil mi?”
Sorbon diplomalı Ağrı mebusu patlatıyor cevabı:
“El insaf savcı bey, el insaf… Şeyhlik bende keramet sende!”
Bu hatırayı, şu günlerde hazır ihtilal haberleriyle yatıp, darbe haberleriyle kalkıyoruz diye naklettik… Bir de bu hatırayı, “hukuk herkese lazım” dememize karşın, bizim gibi düşünmeyenlerin hukuklarına halel geldiğinde, başımızı alıp savuştuğumuz için yeniden aktarma ihtiyacı duydum…
Değişmez bir kuraldır:
Darbe gerçekleşirse, darbenin baş aktörleri “milli birlik komitesi ” ya da “konsey üyesi” oluyor. Tabii ki, ele geçirdikleri kanunsuz güç sayesinde de diktatör gibi davranabiliyorlar!
Artık, hukuk hak getire…
O unutulmaz söz geçerli oluyor:
“Sizi buraya tıkan irade, böyle olmasını istiyor!”
Gerçekte bir suçunuzun olup olmamasının bir önemi olmuyor o zaman. Değil mi ki, darbeyi yapan güç sizi “öteki” diye kazımış duvara ve yapıştırmış anlınıza “düşman” yaftasını, artık itirazın da, hukuk aramanın da bir manası kalmıyor.
Darbeciler açısından da manzara değişiyor elbette:
Şayet darbe girişimi teşebbüste kalırsa, bu kez de darbeciler hain oluyor ve yargılanıyor. (Albay Talat Aydemir olayında olduğu gibi) Albay Aydemir’in girişimi akim kalmasaydı, o vakit ihtilalin kuvvetli komutanı olacaktı. Kim bilir, darağaçları kimleri yaylayacaktı!
Ama olmadı…
Albay Talat Aydemir, ikinci teşebbüsünden sonra eyleminin bedelini asılarak ödedi.
Yani kendi kendinin celladı oldu…
Başkalarının celladı olanlar ise, hep muzaffer kalmayı başardılar!
Darbeyi kuvveden fiile geçirenler, önce devlet başkanı ardından da reisi cumhur oldular! Sonrasında ne olur ne olmaz diyerek, anayasaya kendilerini güvence altına alan deve dişi gibi maddeler koydurdular.
Hikmetinden sual olunmaz; geçen bu süre içinde darbeden dert yananlar, hatta darbeden sonra hapse atılıp, siyaseten yasaklananlar, darbecileri pek bi sevdiler, onlarla aynı çatı altında eski hatıraları bile yadettiler!
Çok partili sisteme geçmemizin üzerinden yarım asrı aşan bir zaman geçti… Dünya artık “demokrasiden daha ideal bir sistem var mı” diye araştırıp dururken, biz darbe teşebbüsleri veya senaryolarıyla boğuşup duruyoruz.
Artık isimlerini bile unuttuk. En sonuncusunu hatırlıyorum: Balyoz!
Darbe uzmanı medyanın haberlerine bakarsanız, çok yakında başka balyozlar da açıklanacakmış. Yani servise hazır başka darbe planları da mevcutmuş!
Asker-sivil onlarca kişi tutuklandı, yargılanıyor…
Gerçekte neyin ne olup ne olmadığını bu yargı sonunda anlayacağız. Ancak ondan önce cevabını bir türlü bulamadığımız bir soru öylece unutuldu gitti:
Bir yanda darbe planları hazırlayanlar ve darbe iddiaları var. Tamam; adı ve rütbesi her ne olursa olsun, gerçekte darbeye teşebbüs edenler yargılansın ve en ağır cezaya çarptırılsınlar. Buna itiraz etmek, sadece akılsızlık olmaz, aynı zamanda zalimliktir de…
Fakat diğer yanda da, öyle teşebbüs filan değil; düpedüz darbe yapmış, on binlerce insanın hayatını karartmış, demokrasiyi, insan haklarını ve hukuku ayaklar altına almış gerçek darbeciler var. Niye onlardan hesap sorulmadı, sorulamadı?
Haydi uzağa gitmeyelim, daha yakın bir zamanda adına post modern denilen darbenin uygulayıcılarına niye kimse hesap sormuyor. Yoksa, 28 Şubat olması gereken bir çıkış mıydı, ya da 28 Şubat birilerinin sonu olduysa, başkalarının doğmasına sebep olduğundan mıdır, darbeden sayılmıyor?
Keramet sahibi olmadığımız için, biz bu sorulara cevap veremiyoruz!
Lakin bu sorular başından beri, kafamızı yorup duruyor: Hazır bu ülke darbe girişimcileriyle, darbeye destek veren sivillerle hukuk önünde hesaplaşmaya başlamışken, niye geriye gidip en hakiki darbecilere hesap sormuyor?