Kentleşmenin nerden başladığı, nerde bittiği konusunda sosyolojiden, tarihten, coğrafyadan ve daha bir çok bilim dalından bilgiler derlemek gerekir.
Çünkü bir kent, birbirine benzemez ve sayılamayacak kadar çeşitli bileşenden meydana gelmek zorunda. Bu bileşenler öyle önemli ki aynı ülkenin kentleri bile birbirine parmak izi gibi benzemez özelliklerde. Neredeyse komşu ili başka bir ülkeye aitmiş gibi algılamayı zamanında doğu komşumuz kentle biz de yaşamıştık. Hey gidi günler.
Kentlerin bu benzemez türden çok çeşitli bileşenlerden meydana gelme özelliği konusunda en dikkat çekici bilgi şu: Medeniyet, uygarlık adını verdiğimiz erinç düzeyi, o ülkenin kentlerine bakılarak ölçülüyor. Çünkü mimari başta olmak üzere o ülkenin kültürel tüm değerleri kentte toplanıyor.
Bu karmaşık alanda yaşamak da kentte yaşayan insanın çilesidir. Eğer bu karmaşa için de bir sistem olduğu, bir düzen olduğu söylenebilirse, bireyin işi kolaylaşır. Bu karmaşayı ayıklayıp içinden kendi hayatı için bir alan oluşturabilene gelin "kentli" diyelim. Öte taraftan bunu yapamayan, karmaşa içinde ki sistemi çözemeyen, kendisine alan yaratamadığı için karmaşanın önünde sürüklenen bireye de artık "kentte yaşayan " dememiz gerekir.
Yani her "kentte yaşayan", mutlaka "kentli" olur diye bir durum yok. Peki Bu alan nasıl elde edilecek?
"kentli "olmak için kolay yöntem, kent karmaşası içinde kendi ezberinizi yapmak. Örneğin işinize her sabah aynı güzergahdan gidin, evinize aynı güzergahdan dönün. İlk nasıl öğrendiyseniz hep öyle devam edin. İstanbul'a ilk geldiğimde Balat'ta ki evimden Beyazıt'a çıkmak için Eyüp'e kadar yürüyüp, oradan otobüse binerek Beyazıt'a ulaşan biri olarak bu konuda biraz deneyimim var. 2 yıl sonra, yürüdüğüm mesafenin, Beyazıt'a ulaşmak için yettiğini, fazladan bir otobüs yolculuğu ile oyalandığımı öğrendiğim de çok üzülmedim. Hatta o sırada İstanbul beni "kentli" olarak kabul etti diyebilirim.
Çünkü o yürüyüş sayesinde ben Balat'lı komşularımla tanıştım. Aynı amcadan çatal simit almak, dükkanını açan laz manava her sabah "Selamun Aleykum " deyip, karşılığında "Günaydın" cevabını alınca küfürü basmak, yoldaki üç türbenin üçünde de fatihalar eda ederek yola devam etmenin derin huzurunu yaşamak, benim ilk gençlik yıllarımın "kentli" ritüelleriydi. Laz manav Rum'muş. Türbelerden biri, Erzurum'da bana verilen terbiyeye göre mutasavvıf olmalıydı. Meğer padişahın idam ettirdiği eski bir Osmanlı Paşasıymış. Çatal simit yapan da satan da kalmadı İstanbul'da. Hey gidi günler.
"kentli" olma deneyimlerim çok oldu. Gittiğim her yeni kentte, her yeni mahallede ilk öğrendiğim güzergah, o kentin "kentli" olma anahtarlarını verdi. Ama "kentte yaşayan" olmak da yeter insana.
Ama o zaman kent size kendini anlatmaz. Siz de kendinizi kente anlatamazsınız. Solcular buna "yabancılaşma" diyor. Muhafazakârlar bir isim bulamadı daha.
Ama bunu telafi edecek başka bir mekanizma keşfettiler. Aslında her kent, bazen birkaç sokak, bazen birkaç mahalleden ibaret köylerden oluşan büyük bir köyler konfederasyonuydu. Ya da hemşeri dernekleri. Bazıları aynı tarikatleri, üye oldukları partileri, işyerinde edindikleri çevreyi, memleketten gelenlerin daha fazla yerleştikleri mahalleleri keşfetti. Böylece ne "kentli" olmaları gerekti. Ne de solcular gibi "düzene yabancılaşma"'ya eş anlamlı bir isim bulmaları gerekti.
Aynı neviden insanları bulup, bunlarla birlikte hareket etmek, kentin karmaşasından uzak kalmak, karmaşaya girmek gerektiğinde de hasar anlamak demekti. Ama bu "yapay" düzeni sosyoloji denilen illet bilim bozdu. Çünkü meğerse bu yapılar da zamanla hem kendi içlerinde hem de kendi aralarında yeni bir karmaşa ortaya çıkarıyorlar. Sen "kentli" olmamak için içine giriyorsun, derneğin, partinin, tarikatın. Ama o kurumlar zamanla "kentli" olmaya başlıyor.
"kentli kimlik" kurumsal yapılarda çok tehlikelidir. Kentte kaybolunca gidip adres soracağınız birini bulursunuz. Ama "kentte yaşayan kimlik" artık kentli olmuş, karmaşıklaşmış organizasyonlarda bu olanağı vermez. O dönemin arkasından ne gelir: "o eskiden ?ci idi ; -cu idi.." sözleriyle tarif edilen insanların çoğalması. Yapılar kentli olmuş, karmaşıklaşmış, kendi içinde ve aralarında çatışmaya başlamışlardır. Karmaşayı çözmek için falan partiye geçmek, falan mahalleye taşınmak, falanca tarikata transfer olmak da yine geçici ama buna "paralel" çarelerdir.
Karmaşadan kaçan "paralel" seçenekler üretir. Tüh yine sosyoloji!
Bu "paralel" seçenekler de içinde yaşadıkları kent geliştikçe karmaşıklaşır. İçlerinde karmaşa başlar. Sonra "paralel" seçenekler arasında başka bir rekabet başka bir karmaşa. Eee olacağı budur ama sosyolojiye göre. Sosyoloji bir bilim dalı. Bir kent yetiştirdiği sosyolog kadar bu doğal değişimi fark eder. "paralel" paralele dolaşınca ortaya artık geometriyle hesabı yapılabilen bir "spirial" ortaya çıkar.
Bu spirali ise "kentli" insanların yönettiği kentlerde sosyologlara, hukukçulara, psikologlara havale ederler. "kentte yaşayan" insanların yönettiği kentlerde ise "pusu kültürüne"