Geçen yazımda Erzurum'un "garnizon" havasından bahsetmiştim.
Garnizon biliyorsunuz askeri bir deyim. Erzurum'un, dünyanın tüm kadim kentleri gibi, tarihi arka planında bu kimlik var.
Ama Erzurum için bu kimlik, son 50 yılda değerlendirilemedi ve bilakis dezavantaja dönüştü.
Geçmişin garnizon kültüründe kent, tıpkı askeri hiyerarşide olduğu gibi sosyal bir yapıya sahipti.
Osmanlı'dan Cumhuriyete geçerken artık "paşa" kurumu ile özdeşleşen garnizon kültüründe, paşaların yerini 1950 yılına kadar Cumhuriyet'in ilk yıllarında ortaya çıkan kentli yerel aydınlar, yeni yeni palazlanan yerel kent burjuvazisi aldı. Osmanlı'dan 1950 'li yıllara kadar sosyal yapıyı dolaylı olarak etkileyen dini kimlikli tarikatlar ise ancak 1950'li yıllardan sonra doğrudan kenti etkileyebilecek özgüvene ve kurumsal araçlara kavuştular. Bunda Atatürk Üniversitesi'nin önemi tartışılmaz. Çünkü üniversite, o zaman kadar uzaktan seyredilen ve içine girmek istenilmeyen, laik ve bu özelliği değiştirilemez bir kast olarak görülürken, Atatürk Üniversitesi, üniversite denilen kurumun kast kurum değil, dindarların da yönlendirebildiği bir kurum olduğunu gösterdi.
1980'li yıllara kadar bu garnizon kültürü Erzurum'da, kadim Selçuklu, Osmanlı'dan kalan "paşalık" rol modelini odak alarak devam ettirdi. Ama artık garnizonu yeni yerel aydınlar, yeni yerel burjuvaziyi göreceli olarak temsil eden tüccarlar ve üniversite aracılığıyla daha entelektüel görünerek çekingenliklerini üzerlerinden atan dini önderler "yönetmeye" başladı.
1980'li yıllara geldiğimizde sadece bir çok kadim kentimiz değil ülkemizin tamamının kafası karışmıştı.
Modern demokrasilerde tarihin getirdiği garnizon kültürü ve bunun yeni izdüşümü sosyal liderler uzlaşabildi. Uzlaşamayanlar ise kendi aralarında büyük bir mücadele, diğerlerini by pass yapacak satranç oyunları kurguladılar. Kim ne derse desin aslında demokrasi dediğimiz kavram hukuk ve politika bilimlerinden çok sosyolojiyi ilgilendirir. Ama sosyoloji, diğerlerini zaman içinde kabullenme ya da reddetme önerir. Oysa acelesi olanlar vardır. İşte siyaset bu hızlanmayı sağlar. "Garnizon yine devam etsin ama en rütbeli ben olayım"
Oysa gerek Batı Avrupa'da ve gerekse Samuray garnizon kültürünün biçimlendirdiği Tokyo gibi kadim kentlerde bile bu tür bir anlayış yoktur.
Garnizon askeri bir kavram olduğuna göre şöyle açalım: Bir orduda değişik sınıflar vardır. Piyade, Tank, İstihkam, Topçu, Levazım, Sıhhiye vb. Başta da bir general bulunur bu orduda.
Birinci modelden yol çıkalım; ordunun en yetkili generali olmak isteyen bir subayın kalkıp diğer branştan rakip komutanları çıkmasın diye kendi piyade branşının dışında kalanları lağvedip tüm orduyu piyade branşına alması mümkün müdür? O ordu artık savaşabilir mi?
Oysa ikinci modelde general olmak isteyen subayımızın diğer branştan subaylarla rekabeti ayrı konudur: Ordunun bütününde garnizon ruhunun korunması ayrı konudur. Demokrasi ilave bir olanak verir. General olmak için rakiplerinizi düelloda yenmeniz gerekmez. Askerler sandığa gider, generali seçer.
İşte bu ikinci modelde bir kadim kent ancak : bir taraftan küresel ekonominin ve daha açık söyleyelim küresel kapitalizmin sıkı rekabetçi ortamında savaşma gücünü, ayakta kalma gücünü korur.
kadim kentler, kentte yaşayan tüm sosyolojik grupların bu rekabette her zaman işine yarayacağını bilen, çeşitliliği güce dönüştüren "akıllı" kentlerdir. Dolayısıyla çeşitlilik kentin yaşamında herkese hayat hakkı tanıyan, günün 24 saati cıvıl cıvıl bir hayat sunacak kadar koşuşturma ve kaos içindedir. Ama dışarıdan bakıldığında görülen bu kaosun içine girdiğinizde sıkı garnizon ruhunu her yerde görürsünüz. Otobüsler vaktinde durağa yanaşır, vapur vaktinde iskeleden ayrılır. 1000 yıldır Haseki ile Fındıkzadeyi kesen sokak Salı Pazarıdır. Salı günleri kurulur, biri diğerini gürültü, şamatadan duymaz, zor yürürsünüz . Ama aldığınız bir kazağı değiştirmek isterseniz, 10 yıl sonra bile aynı işportacıyı aynı yerde tezgahının başında bulabilirsiniz.
O yüzden derim ki ; Erzurum artık , garnizon ruhunu , cıvıl cıvıl bir kent kaosuna teslim edecek cesareti göstermelidir. Kentin kaosu, garnizon ruhunu ortadan kaldırmaz. Bilakis diri tutar. Evrenselleştirir. Güçlendirir.
Aksi takdirde sığ bir garnizon kültürü, Erzurum'un caddelerine, sokaklarına siner. Siz buna itiraz etmeseniz de bu sönüklük, sıradanlık, kentin ekonomik olarak her zaman ihtiyaç duyduğu "başka insanları" sıkar, bunaltır. Ülkenin dördüncü, Avrupa'nın en büyük 6. Kayak merkezine sahip olsanız bile, kış sporları turizmi merkezine bir türlü kenti dönüştüremezsiniz.
Ha bir de unutmadan: sığ garnizon ruhu öyle bir kent hastalığıdır ki, seçeceğiniz adayları bile size başka yerden tayinle gönderirler.