Kazakistan-Kırgızistan izlenimleri-5

Yesi'den hemen çıkışta bize refakat eden Ethem'le vedalaşıp, Talas'a doğru yol alıyoruz.

Yağan yağmur altında ve tabiatın doyumsuz güzellikleri arasında ilerleyip Talas'taki Hüseyin Gürtaş'ın ofisine gelip biraz dinlendikten sonra, buradaki "Cafe İstanbul" isimli lokantaya gidiyoruz.

İçeriye girdiğimizde sıcak bir muhabbetle karşılanıyoruz.

Biraz sonra işletmenin sahibi Resul Öztürk'ün Ovacığın Sırlı Köyü'nden olduğunu öğrendiğimizde, bu içten yaklaşımın sebebini daha iyi anlıyoruz.

On yıldır burada lokanta işleten hemşehrimiz Resul Öztürk güzel bir düzen kurmuş ve halinden oldukça memnun.

Bu arada bizimle birlikte yemeğe katılan Fethiyeli Ahmet Gazi kardeşimizle de tanışıyoruz.

Bir yılda 36 tane uluslararası derece almış Kazak -Türk Lisesi'nin müdürlüğünü yapan Ahmet Gazi Bey, 18 yıldır burada çalışıyormuş.

Talas'ta, "Nur Orda" isimli iki tane özel okulun olduğunu da bu kardeşimizden öğreniyoruz.

Yemek ve çay faslından sonra kısa bir sohbetin ardından Ovacıklı hemşehrimize Erzurum hatırası hediyelerimizi takdim ederken, burada çalışan ve çoğunluğunu Ahıskalıların oluşturduğu personele de hediye vermeyi unutmuyoruz.

Plânımız Kazakistan'dan geçip Kırgızistan'a gitmek ve geceyi Bişkek'teki otelimizde geçirmekti.

Ne yazık ki evdeki hesap çarşıya uymadı.

Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra sabah saat 8.00 sularında Bişkek'e ulaşmış olduk.

Kazakistan ile Kırgızistan arasındaki gümrük kapısı tam bir kepazelik.

Uzun araç kuyrukları, düzensiz bir sistem hepimizi tedirgin ediyor.

Yerler çamurdan, etraf pislikten geçilmiyor, baraka türü dükkânlar çok ilkel görüntüler oluşturuyor.

Gecenin geç saatleri olmasına rağmen, yaya olarak Kazakistan'dan Kırgızistan'a giden insan sayısı bir hayli fazla.

Bu geçişlerde kadınların çokluğu bize oldukça garip geliyor.

Burası "Yol geçti hanı" gibi, ne giden belli ne de gelen; biz de araç sırasında beklerken bu manzarayı izliyoruz.

Araç kuyruklarının en önündeki barikatın sol tarafından açılan bir boşluktan sıranın önüne geçirilen araçları gördüğümüzde, burada bir menfaat ilişkisinin olduğunu fark ediyoruz.

Kazakistan'da cebimizde Tenge olmadığı için su bile alamamıştık, bundan dolayı küçük bir döviz büfesinden Kırgızistan parası "Som" alıyoruz.

Bir Som 20 Tenge ediyor.

Sabah ezanı okunuyor, biraz soruşturmadan sonra abdest alacağımız bir hacethane buluyoruz.

Girişin önündeki bir kulübenin içinde oturan altın dişli sakallı ihtiyardan tuvaletlerin temiz olup olmadığına bakmak için izin istiyoruz, adam kızıyor ve para istiyor.

Parayı verip sol taraftaki tuvalete yöneldiğimizde "Aman Allah'ım bu nasıl bir manzara" deyip, hızla oradan uzaklaşıyoruz.

Tuvaletlerin kapıları yok, içerleri ise fosseptik yığını, su desen hak getire.

Aracımızda bir müddet uyuduktan sonra sabahın ilk ışıkları ile birlikte sıra bize geliyor.

Pasaportlarımızla beraber Kırgızistan kısmına geliyoruz, kontrol sırasında üniformalı bir Kırgız'ın; "Neye geldiniz, burada ne işiniz var?" cinsinden sualine muhatap oluyoruz.

Ersin Bey'in "Ahmet Yesevi'yi ziyaretten geliyoruz" demesi üzerine bu sorunu aşıyoruz.

Bu kapıda yaşadığımız bir başka sorunda, yeşil pasaportlardan istenmeyen formun, burada istenmesinden kaynaklanmıştı, neyse ki bu durumu aşmamız da fazla zor olamamıştı.

Gümrük kapılarından geçerken en şanslımız soy ismi Aksakal olan Fahrettin Bey'di.

Bilindiği gibi Türk Halk Kültüründe Aksakal tabiri oldukça önemli olup, toplumda itibar gören ve saygı duyulan bilge kişiler için kullanılmaktadır.

İşte bu yüzden dolayı, Fahrettin Bey'in kimliğine bakan gümrük memurları, Aksakal soy ismini gördüklerinde ona ayrı bir ilgi gösteriyorlardı.

Neyse ki gümrükte yaşadığımız olumsuz manzaralardan kurtulmanın sevinci ile Kırgızistan'a girip Bişkek'e ulaşıyoruz.

Kırgızistan beş milyon nüfuslu 200.000 km² yüz ölçümü olan küçük bir ülke.

Rus etkisi burada da bariz şekilde hissediliyor, bir milyon Kırgız'ın Rusya'da çalıştığını örgenince, bu etkinin sebebi rahatlıkla anlaşılıyor.

Bişkek caddelerinde yol alırken, Ersin Bey'de telefon açıp bizi karşılayacak olan rehberimizden buluşacağımız yeri öğreniyor.

Beş on dakikalık bir dolaşmadan sonra tarif edilen yere gelip dışarı çıkıyoruz.

Etraf işe giden insanlarla yavaş yavaş renkleniyor, kadın çöpçüler caddeleri süpürmekle meşguller.

Bişkek'te de caddeler oldukça geniş ve düzenli, evlerin çatı sistemleri birer mimari harikası, baktıkça imreniyoruz.

Biraz sonra yanımızda bir araç duruyor, içerisinden çıkanın bizi karşılayacak olan Mustafa Karadağ olduğunu anlıyoruz.

Tanışma faslından sonra otelimize yöneliyoruz.

Yorgunluktan ekibin kımıldayacak hali kalmamış, Fahrettin Aksakal ve Ömer Özden Hoca'da hastalık belirtileri kendini gösteriyor.

Ertesi gün ülkemize döneceğimiz için zamanı çok iyi değerlendirmek mecburiyetindeyiz.

Zaman kıtlığından dolayı bir an evvel odalarımıza gidip saat 12.00'de buluşmak üzere randevulaşıyoruz.

Dört saatlik uykudan sonra ekip otelin lobisinde hazır bekliyor, ben ve kardeşim Uğur 15 dakika geç kaldığımızdan Burak'ın latifelerine maruz kalıyoruz.

Rehberimiz Mustafa Bey hazır bekliyor, bu sefer kendisini yakından tanıma fırsatını buluyoruz.

Aydın Kaçarlı olan Mustafa Karadağ, 13 yıldan beri Kırgızistan'daymış ve Türkçe öğretmeniymiş.

Bişkek, Kırgız-Türk Erkek Lisesi'nde öğretmenlik yapan bu gönül elçisi kardeşimizin babası Erzurum'da askerlik yaptığı için Erzurum'la ilgili güzel intibalar taşıyor.

Naim Hoca'nın meraklısı olduğunu öğrendiğimiz Mustafa Karadağ'a Naim Hoca ile ilgili anekdotlar anlattığımızda bir hayli mutlu oluyor.

Bişkek'te ilk durağımız 1996 yılında açılan İnternational Atatürk Alatoo Universty oluyor.

Prof. Dr. Ali Ayata bir cenazeye gittiğinden, bizi genel sekreter Halil Karataş karşılıyor.

Üniversitede Sosyal Bilimler, İktisat ve Yeni Teknolojiler fakülteleri altında 12 bölümün olduğunu anlatan Halil Hoca, okulda 25 Türk öğretmenin görev yaptığının da altını çiziyor.

2000 öğrencinin eğitim gördüğü ve en yüksek puanlı öğrencilerin alındığı bu üniversiteyi gezerken, ne sigara içen, ne de uygunsuz davranışlar içerisinde olan hiçbir öğrenciye rastlamıyoruz.

Okulda her ülkeye ait folklor kulübünün olması takdire şayan bir durum...

Üniversiteyi gezip bilgilendikten sonra, dışarı çıkıp Uluslararası Sebat Eğitim Kurumları'na ait Ceytek İlköğretim okuluna gidiyoruz.

Okulun müdürü Yurtsever Karasoy bizi kapıda karşılıyor.

Hataylı olan Yurtsever Hoca Denizli Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği'ni bitirmiş, 15 yıldır burada hizmet etmekteymiş ve yakında Togo'ya gidecekmiş.

Togo kelimesini duyan ekibimizin sevimli siması Yusuf Yıldız Hoca'nın anlattığı bir anekdot hepimizi tebessüme boğuyor.

Afrika'ya birkaç sefer gittiğini anlatan Yusuf Hoca, Togo'ya gidecek olan Yurtsever Hoca'ya tecrübelerinden aktarmayı da ihmal etmiyor.

Yunus Hoca Yurtsever Hoca'ya Afrika'da duyacağı en yaygın cümlenin Hokuna Makata (Takma Kafana) olacağının da bilgisini veriyor.

Milli bir kahraman olan Ceytek'den ismini alan bu okulun kapısından içeri girdiğimizde, sağda büyük boy Türk Bayrağı'nı görünce gururlanıyoruz.

Girişin hemen karşısında 23 Nisan Çocuk Bayramı için çocukların hazırladığı köşe gerçekten parmak ısırtan cinsten.

Çanakkale'den tutun da, Türkiye ile ilgili ne varsa bu köşede çocuklar tarafından sergilenmiş.

Ülkemizden binlerce km uzaktaki bir okulda bu tabloyu görmek hepimizi ziyadesiyle memnun ediyor ve bu hizmetleri gerçekleştiren gönül elçilerine dua ve muhabbetlerimizi eksik etmiyoruz.

Beş yüz elli ilkokul öğrencisi bulunan okula rağbet oldukça fazlaymış.

Birinci sınıftan on birinci sınıfa kadar eğitim verilen okulun sınıflarını gezmeye başlıyoruz.

Girdiğimiz sınıflarda çocuklar bizi Türkçe şarkılarla karşılıyorlar ve hep birden hoş geldiniz diyorlar.

"Sensin benim güzel annem" şarkısı, rahmetli anamı bana hatırlattığı için bayağı duygulanıyorum.

Kırgız bir çocuğun Manas Destanı'ndan bölümler okuması da görülmeğe değerdi.

Okuldaki Rus çocukların sınıfında ise yine aynı sevgi gösterisi ile karşılanıyoruz.

Ana sınıfına girdiğimizde minicik çocukların masum halleri yüreğimizdeki çocuk sevgisini bir kat daha artırıyor.

Kucağıma aldığım bir çocuktan sonra sınıfın diğer çocukları kucağıma çıkmak için sıraya girdiklerinde ter kan içerisinde kalıp, müthiş şekilde mutluluk duyuyorum.

Çocukların söyledikleri şarkılar kulaklarımızda yankılanırken, okuldan ayrılıp Merkez Camii'ne gidiyoruz.

Bişkek'teki bu caminin giriş kısmında takke, tespih, seccade, koku satan dükkânlar bulunuyor.

Burada İsmail isimli bir Kırgız'la tanışıp fotoğraf çektiriyoruz.

Camiden ayrıldıktan sonra Kırgızistan kültürüne ait otantik hediyelik eşyaların satıldığı pasaja giriyoruz.

Alt katta elektronik eşya satan dükkânlar çoğunlukta, üst katta ise bizim ilgimizi çeken hediyelik eşya satan dükkânlar var.

Birbirinden güzel hediyelik eşyalardan satın aldıktan sonra bağımsızlık önderlerinden Rukiye Salieva Parkı'nı gezip, Manas Heykeli'nin bulunduğu Ploşat Meydanı'na geliyoruz.

Oldukça geniş ve bakımlı olan bu meydanı görünce darısı başımıza deyip, sökülen Halk Eğitim Merkezi'nin yerine yapılacak olan sözde Kent Meydanı'nın oldukça küçük olduğunun eleştirisini aramızda konuşuyoruz.

Beyaz Saray denilen Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na doğru yöneliyoruz, bu saraya AKÜV de deniliyormuş.

Askerlerin nöbet değişme anına rastladığımız için kendimizi şanslı hissediyoruz.

İhtilâl ve ayaklanmalara sahne olan meydan ile sarayı gezerken, Kırgızistan'da iki ihtilâl olduğunu, birini Rusların, diğerini Amerikalıların yaptığına dair sözler duyuyoruz.

Dönemin Devlet Başkanı Askar Akayev ile ondan sonra başa gelen Bakiyev'in koltuklarını bu meydanda kaybettiklerini işitiyoruz.

Devam Edecek...

GEZİ İLE İLGİLİ FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYIN
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.