Namazdan sonra öğle yemeği için hemşehrimiz Sancak Demir'in lokantasına gelip, bize hazırlanan özel bölümdeki yerlerimize oturuyoruz.
Kazaklarda yemekte oturuş sıralamasının oldukça önemli olduğunu burada öğreniyoruz.
Kapının hemen karşısındaki başköşeye "Tör" deniliyormuş, buraya; gelen konukların en statülüsü oturtuluyormuş.
Ekibimizden Prof. Dr. Yavuz Aslan'ın bu yere oturmasını bir tevafuk olarak değerlendirip şaka yapıyoruz.
Hemşerimiz Sancak Demirci geleneksel yemekler sunacaklarını ve bu yemeğin Muhtar Bey'in ikramı olduğunu duyurduktan sonra soframız donatılmaya başlıyor.
Bu esnada Muhtar Bey konuşmaya başlayınca onu biraz daha yakından tanımış oluyoruz.
49 yaşında olan Muhtar Bey, fizik ve matematik bölümlerini bitirmiş, sonradan ticarete atılmış, hali vakti yerinde inançlı bir Müslüman.
"Ruslar bize ilim öğrettiler, ama ahlâk öğretmediler" diyen Muhtar Bey, "250 yıl Rus emperyalizmi altında, 70 yıl da komünizm etkisinde kalmıştık, neredeyse dilimizi ve dinimizi kaybetmek üzereydik, Allah'a şükürler olsun bu günleri gördük" diyerek, Türkiye'ye olan sevgisini her fırsatta dile getiriyor.
Hacca giden Muhtar Bey'in dört çocuğu varmış, bu çocuklarından en büyüğü Türkiye'de okuyormuş, bundan dolayı Muhtar Bey "En kıymetli evladımı Türkiye'ye emanet vermem, Türkiye'ye olan sevgimin bir ifadesidir" deyip, bu duygusunu bir daha ifade ediyor.
Geçmiş dönemlerde dünyevi bir hayatının olduğunu, dini, milli ve sosyal konulardan fazla haberdar olmadığını açık yüreklilikle itiraf eden Muhtar Bey, Türk okullarında görev yapan öğretmenlerle tanıştıktan sonra hayatına bir yön çizdiğini, bugün kurmuş olduğu bir vakıf ile insani sorumluluğunu yerine getirmeye çalıştığını gururla anlatıyor.
İnşaat, hayvancılık gibi sektörlerde çalışan Muhtar Bey'in MR görüntüleme merkezi olduğunu da öğreniyoruz.
Maddi durumu iyi olan Muhtar Bey'in çok sayıda öğrenci yurdu yaptırdığını da bu arada fark ediyoruz.
Kazakistan'da yedi rakamına Sem deniliyor, bu rakam Kazaklar için oldukça önem arz ediyor.
Yedi rakamının kutsallığına inanılan Kazakistan'da yedi göbek atayı (dedeyi) saymanın çok önemli olduğunu, nesli sağlıklı kılmak için yedi neslin birbirleri ile evlenmediklerini, ülkenin kodunun yedi olduğunu, araç plakalarında yedi rakamı için çok para verildiğini de Muhtar Bey'den dinlemiş oluyoruz.
Dünyanın en büyük buğday deposu olan Kazakistan'da, buğday tohumunun sağlıklı kalması için benzer hassasiyet gösteriliyormuş.
Kadın sosyal hayatta oldukça aktif, hayatın her alanında onları görebiliyorsunuz.
Evlilikte başlık parası yerine süt hakkı varmış, doğan ilk çocuk dedeye ve neneye veriliyormuş.
Cenaze burada evlilik kadar masraflıymış, bir hafta süre ile taziyeye gelenlere yemek ikram edildiği için, bu durumda ölünün ailesine maddi yardım etmek adettenmiş.
Masaya beş parmak isminde et ağırlıklı bir yemek geliyor, etlerin altında bizim tatar böreğine benzer bir yemek bulunuyor.
Etleri iştahla yerken, ara sıra Ersin kardeşimizin hepimize çatal ucuyla ikram ettiği etten de alıyoruz.
İnce kıyılmış sucuklar bir hayli lezzetli geliyor, özel bir tatlı ikramından sonra Ersin Bey'in ikramının at eti olduğunu anlıyoruz ve bilmeden at eti yediğimizin farkına varmış oluyoruz.
Yemek bitip çaylar gelince konuşmalar başlıyor, haliyle ilk konuşma başköşedeki Yavuz Hoca'ya düşüyor, sıra ile konuşmaların ardından Muhtar Bey'e teşekkür edip, Erzurum'dan getirmiş olduğumuz Erzurum manzaralı bakır işlemeli tabak ile Ersin Bey'in sunduğu Oltu Taşı tespihi hediye edip, güzel duygularla Muhtar Bey'le vedalaşıp araçlarımıza yöneliyoruz.
Kazakistan'ın özgürlüğe yeni kavuştuğu dönemlerde Kazakların Türkiye'ye karşı çok özel sevgileri varmış.
Ne var ki; Kazaklar, Türk televizyonlarını izlemeye başlayıp, Türkiye'den Kazakistan'a çalışmak için giden cahil güruhun yanlış davranışlarını gördüklerinde, bu olumlu imaj biraz zedelenmiş.
Eskiden Türkiye'den gelenleri Kâbe'den gelmiş gibi gören Kazakların, yaşanan olumsuz örneklerden sonra bu düşüncelerini değiştirmeleri son derece üzüntü verici bir durum olarak hepimizi müteessir etmiş olsa da Türk okullarında görev yapan öğretmenlerin son derece ilkeli ve örnek yaşam biçimlerinin bu olumsuz bakış açısını değiştirmesi yüreğimizi rahatlatıyor.
Almaata'da dört adet Türk Lisesi bulunuyor, bu okullara ilginin oldukça fazla olması gurur verici bir durum.
Yüz kişinin alınacağı bir okula 1000'in üzerinde başvurunun olması, bu okullara bakış açısını yeterince izah ediyor.
Yemek faslından sonra Süleyman Demirel Kazak ? Türk Üniversitesi'ne gidiyoruz.
12 Aralık 1996 yılında açılan ve on yedi yaşında olan bu güzel eğitim müessesesinin kapısında bizi Rektör Yardımcısı Diyarbakırlı Dr. Mehmet İzol Bey karşılıyor.
Sıcak ve sempatik bir karşılama faslından sonra üniversite hakkında bilgi almak ve kampusu gezmek için içeriye giriyoruz.
Sekiz fakültesi olan bu şirin üniversitede şu anda Hukuk, Bilgisayar, Filoloji ve Ekonomi bölümleri faaliyetteymiş.
On dört dönüm arazi üzerine kurulu üniversitede 2640 öğrenci eğitim görmekte olup, bu öğrenci potansiyelinin 2300'ü lisans, diğer kısmı ise yüksek lisans öğrencilerinden oluşuyormuş.
Yüz seksen yedi öğretim üyesinin görev yaptığı bu üniversitede seksen dört Türk öğrenci de eğitim görmekteymiş.
Bina içerisinde öğrenci parlamentosunun toplandığı arena hepimize çok anlamlı geliyor.
Üst kata çıkıp brifing odasına yöneldiğimizde duvardaki resimlere gözümüz ilişiyor.
Bu fotoğrafların içerisinde Atatürk Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Sadi Çöğenli Hoca'nın genç yaştaki halini görünce kısa bir duygusallık yaşıyoruz.
Sadi Hoca'nın bu üniversitenin kurucu Rektörü olduğunu ve uzun yıllar burada fedakârca hizmetlerde bulunduğuna tanık oluyoruz.
Brifing odasında bizi Üniversitenin Genel sekreteri Ali Koçak Bey karşılıyor, Kazakistan ve üniversite hakkında aydınlatıcı bilgiler aldığımız Ali Koçak Bey'e yine Erzurum hatırası hediyelerimizi takdim edip, üniversitenin diğer kısımlarını gezmeye yöneliyoruz.
Rusça, Kazakça, Türkçe ve İngilizce eğitim veren bu üniversitede yeni inşaatlar da hızla devam ediyor.
1200 kapasiteli öğrenci yurdunun bulunduğu üniversitede, sınıflar 18 ? 20 ve 22 kişilik olarak tasarlanmış.
Süleyman Demirel Kazak ? Türk Üniversitesi Nazarbayev'in doğduğu yerde yapılmış.
Üniversiteden iyi intibalarla ayrıldıktan sonra, Almaata'ya dönüp Nazarbayev'in açılışını yaptığı ve Almaata'nın en büyük camisi olan "Merkezi Mescit"e gidiyoruz.
Bu mescidin yerinde önceleri ahşap yapılı küçük bir mescit bulunuyormuş ve geçmiş dönemlerde bu mescidin cemaati oldukça azmış.
Anlatılanlara göre Cuma namazlarında bile mescitte bir saf cemaat bile zor bulunuyormuş.
Nazarbayev bu durumdan oldukça endişe duyup üzülüyormuş.
Öyle ki; 1994 yılında Kutsal Topraklara gitmiş olan Nazarbayev, Efendimizi ziyaretleri sırasında ellerini açarak: "Allah'ım; Kazak gençliği kime emanet" diyerek münacatta bulunmuş, ilahi kapıya müracaatını yapmış.
Nazarbayev'in büyük destekleriyle yapılmış olan Merkezi Mescit'in açılışına on binlerin katılması ve son zamanlarda mescidi gençlerin doldurması "Dua kapı çalmaktır, sonrasına karışmak haddi aşmaktır" mesajını hatırlatmaktadır.
Merkezi Mescit'te ikindi namazını kılıp sağ tarafa doğru yöneldiğimizde Panfilov Parkı'na gidiyoruz.
Oldukça bakımlı ve yeşillikler içerisinde olan parkın girişinde gezinti için atlar bulunuyor, bu atlardan bir tanesi de küçük boylu midilli atı.
Parkın sağ tarafında oldukça görkemli bir kilise var, kilisenin içerisine girdiğimizde ayin yapıldığını anlıyoruz, etrafı izledikten sonra parkın içerilerine doğru ilerliyoruz.
İkinci dünya savaşında hayatlarını kaybedenler anısına yanan ateşin olduğu yere varıyoruz.
Etrafta yine ikinci dünya harbinde mermileri biten askerlerin temsili heykelleri bulunuyor.
Parkın temizliği ve tasarımı gerçekten harika, bizimle aynı iklimi yaşayan bir şehirde böyle bir parkın olmasına gıpta ediyoruz.
Panfilov Parkı'ndan sonra trafiğe kapalı olan İpek Yolu Caddesi'ne gidiyoruz.
Sağlı sollu dükkânların dizildiği bu cadde, büyük bir pasajın içinden geçtikten sonra trafiğin olduğu caddeye açılıyor.
Benzin oldukça ucuz olduğundan trafikte oldukça fazla 4x4 jeepler göze çarpıyor.
Kazakistan'ın para birimine "Tenge" deniliyor, yüz elli tenge bir dolar ediyor.
6400 tenge ile 62 litre benzin alındığını öğrendiğimizde, araç çokluğunun sebebini daha iyi anlıyoruz.
Gezindiğimiz dükkânlardaki fiyatların bize göre bir hayli pahalı olması dikkatimizden kaçmıyor.
Buradaki gözlemlerimizden sonra hemşehrimiz Sancak Demirci'nin "Sancak" isimli lokantasına akşam yemeği için uğruyoruz.
Sancak kardeşimiz yine elinden gelen misafirperverliğini ortaya koyuyor.
Yemekler yöresel ve oldukça lezzetli, günün yorgunluğunu burada çıkarıyoruz, hele küçük kâseler içerisinde sunulan Kazakların özel çayına diyecek yok.
Yemeğe katılan KATEV (Kazak Türk Eğitim Vakfı) Başkanı Mesut Ata Bey'le tanışıp, vakfın hizmetleri hakkında bilgi alıyoruz.
Dadaş Sancak, elinde saz ile içeri girince ortam bir kat daha güzelleşiyor.
Hasretle sazın tellerine dokunan Sancak'ın memleket kokan türküleri hepimizi Erzurum'a götürüyor.
Sümmani'den başlayan, Alvarlı Efe'den, Emrah'tan ve Reyhani'den parçalarla devam eden bu mini konsere biz de eşlik ediyor, ata yurtta güzel bir Erzurum gecesi yaşıyoruz.
On altı yıldır Kazakistan'da yaşayan Narmanlı Sancak Demirci Ahıska'lı bir bayanla evlenmiş, şu anda dört lokanta işletiyor.
Otelimize kadar bizimle birlikte gelen hemşehrimiz Sancak Demirci'ye, getirmiş olduğumuz Erzurum hatırası hediyelerimizden takdim edip vedalaşıyoruz.