ANA YURTTAN, ATA YURDA ZİYARET
Uzun yıllar demir perde gerisinde kalan, dost elinden ayrı düşüp, yıllar yılı sinemizi yakan ata yurda gidiyor olmanın heyecanı içerisinde Erzurum Havalimanı'nda seyahat ekibimizle buluşuyoruz.
Erzurum Kalkınma Vakfı üyelerinden Prof. Dr. Yavuz Aslan, Prof. Dr. H. Ömer Özden, Uğur Güzel, Burak Kazan, Av. Fahrettin Aksakal, Dr. Rahmi Özkurt ve Celal Arpacık ile koyu bir sohbet içerisindeyken, kafilemize rehberlik edecek olan Zaman Gazetesi Erzurum Bölge Temsilcisi Ersin Demirci yanımıza geliyor.
On beş yıla yakın Azerbaycan, Kırgızistan ve Kazakistan'da görev yapan,buraları oldukça iyi bilen hemşehrimiz Ersin Demirci'ye aylar önce bizi bu diyarlara götürebilecek bir organizasyon yapmasını rica etmiştik.
Teklifimizin oldukça sıcak karşılanması ve seyahatimizin kısa sürede programlanmasından dolayı, kafile arkadaşlarımızla birlikte uzun yıllar hasretini duyduğumuz bir özlemin gerçekleşiyor olmasının bahtiyarlığını yaşıyoruz.
Kimse Yok mu Derneği Erzurum Şube Başkanı Ünal Üneş ve öğretmen Yusuf Yıldız kardeşlerimizin de bizimle beraber bu seyahate katılacaklarını öğrenip,kısa bir tanışma faslından sonra on bir kişilik kafilemizle birlikte Atatürk Havalimanı'na bizi götürecek olan THY uçağına binip önce İstanbul'a ulaşıyoruz.
Atatürk Havalimanı'ndaki birkaç saatlik bekleyişten sonra, gümrük işlemlerinden geçip Almaata'ya gitmek üzere yine THY uçağındaki yerlerimizi aldığımızda keyfimize diyecek yoktu.
Türkiye ile Kazakistan arasında üç saatlik bir saat farkı olduğundan saatlerimizi ayarlamayı unutmuyoruz.
Asırlar önce atalarımızın at üstünde yolculuk yaparak ayrıldıkları bu topraklara, altı saatlik uçak yolculuğuyla ulaştığımızda takvim 17 Mayıs 2013 Cuma'yı gösteriyor.
Kafalarındaki kocaman şapkaları ile gördüğümüz resmi üniformalı gümrük memurları bize Sovyet Rusya dönemini hatırlatıyor.
Almaata Havaalanı fazla büyük olmayan, vasatın altında sayılabilecek eski bir havaalanı.
Uzun bir beklemeden sonra, Erzurum'dan vermiş olduğumuz bagajlarımızı alıp kapının önüne çıktığımızda içimizi değişik bir duygu kaplıyor.
Kapının önünde duran Ahıskalı taksi şoförlerinin; "Gardaşlar Almaata'ya vasıta var" sözleri, kendi vatanımızdaymışız hissini uyandırıyor.
Kazakistan 2.7 milyon km2 yüz ölçümü ve on altı milyon nüfusu olan bir ülke?
Yüzölçümünün büyüklüğü ve nüfusun buna göre az olmasından dolayı,Kazakistan Devleti fazla çocuğu olan anneleri ödüllendirme yoluna gitmiş.
Beş çocuk sahibi anneye madalya verildiği gibi, on bir çocuğu olan anneye de minibüs hediye ediliyormuş.
Kazakistan'da fazla çocuğu olan anneleri "Kahraman ana" olarak adlandırılıyorlar.
1991 yılında bağımsızlığına kavuşan Kazakistan'da Rus etkisi hâlâ hissediliyor.
Nüfusun % 57,2'lik büyük bir kısmını Kazaklar, %27,2'sini Ruslar, geri kalanı ise, Ukraynalı, Alman, Kırgız, Ahıska, Çeçen ve Özbeklerden oluşuyormuş.
Başkenti Astana olan Kazakistan'da, Kazakça ve Rusça dilleri konuşuluyor.
Kazakistan; Saka, Hun, Göktürk, Kıpçak, Karahanlı, Altın Ordu gibi Türk devletleri ile Kıpçak, Oğuz, Karluk gibi Türk boylarının cazibe merkezi olduğundan, Türk dünyası için özel bir konuma sahiptir.
Havaalanı çıkışında bizleri Kazakistan'ın önemli iş adamlarından Muhtar Hüseyinov, Almaata'daki Türk okullarında görevli Maraşlı İlhan Peltek ve Çorumlu Mustafa Şahin karşılıyorlar.
Ekibimizi muhabbetle kucaklayan bu kardeşlerimiz, kalacağımız otele kadar bize refakat ediyorlar.
Otelimize yerleştikten sonra, lokanta işletmecisi Erzurumlu Sancak Demirci'yle de tanışıp bizi bekleyen araçlarımıza binerek, sohbet eşliğinde birbirini kesen geniş caddelerden geçip, Çimbulak denilen kış turizm merkezine doğru yol alıyoruz.
Hava ne fazla sıcak, ne de insanı üşütecek kadar serindi.
Bize mihmandarlık eden arkadaşlarımızdan, Kazakistan'da en güzel mevsimin Mayıs ayı olduğunu, Almaata isminin elmanın atası manasına geldiğini öğreniyoruz.
Elması ile meşhur Almaata'da 1.300 gr gelen elmalara Aport Elma deniliyormuş.
Kazakistan'ın eski başkenti olan Almaata iki milyon nüfusa sahip bir şehir.
Etraf oldukça yeşil, karşımızda uzanan sırtı karla kaplı Ala Dağları görünce, sanki de Palandöken'i görmüş gibi oluyoruz.
Hele bu dağların Tanrı Dağları'nın uzantısı olduğunu öğrendiğimizde içimiz bir tuhaf oluyor.
Gezimiz sırasında Almaata'nın, iklimi ve coğrafi yapısıyla Erzurum'a benzediğini müşahede ediyoruz.
Kazakistan'da üniversite sayısı bir hayli fazla olduğundan, son zamanlarda bir takım üniversitelerin kapatılması söz konusuymuş.
Çoğu arabanın direksiyonu solda olmasına rağmen, trafikte direksiyonu sağda olan araç sayısı da az değil.
Sağda direksiyonu olan araçların diğerlerinden daha ucuz oldukları için tercih edildiklerini, yine rehber kardeşlerimizden duyuyoruz.
Bize aracıyla refakat eden Kazak iş adamı Muhtar Hüseyinov son derece samimi ve sempatik bir kardeşimiz.
Muhtar Bey bizi Çimbulak'a götürürken, Kazak Türkçesiyle Türkiye Türkçesi karışımı bir sohbetle, Kazakistan'ın bu günlere nasıl geldiğini anlatıyor.
Kazakistan'da hatırı sayılı bir konuma sahip olan Muhtar Bey, mütevazı yapısı ve içten yaklaşımları ile gönüllerimizi fethediyor.
Yolculuk esnasında Kazakların Stalin döneminde uğradıkları zulmü ve baskıyı anlatırken sesi çatallaşıyor ve o karanlık günlerde atalarının ve kendilerinin neler yaşadıklarını lisanı-ı hal ile bize yansıtıyor.
1924 yılında altı milyon civarında olan Kazak nüfusun, ikinci dünya savaşından sonra 1.5 milyona düştüğünü anlatınca gözleri doluyor.
Muhtar Bey 1986 yılındaki ayaklanma hareketlerinden de bahsediyor ve o günlere dönüyor.
Mihail Gorbaçev'in Kazakistan Komünist Partisi Birinci Sekreteri Dinmuhamed Konayevi görevinden alması ve bu göreve Rusya Sovyet Federatif Cumhuriyeti'nden Gennady Kolbin'i atamasıyla 17 Aralık 1986 sabahında öğrencilerin ayaklanmasının fitilini ateşlediklerini, Rus askerlerinin bu ayaklanmayı bastırmak için insanlık dışı güç kullandığını heyecanla anlatırken,bu ayaklanma gününün Kazakistan'da özgürlüğün başlangıcı olduğunun altını çiziyor.
Kış sporları açısından önemli bir merkez olan Almaata'daki El-Farabi Caddesi'nden geçerken gözümüze iki adet atlama kulesi çarpıyor.
Bu kuleleri görünce bizim Kiremitlik Tepe'deki atlama kuleleri hayalimizde canlanıyor ve anında bir mukayese yapıp, bizim kulelerin daha yüksek ve görkemli olduğu fikrinde birleşiyoruz.
Buradaki atlama kuleleri, yüksek topuklu bir bayan ayakkabısının topuksuz halini hatırlatıyor.
Bir müddet yol aldıktan sonra eşsiz doğa güzellikleri ve çam ağaçları içerisinde teleferik tesislerinin olduğu Çimbulak'a ulaşıyoruz.
Çimbulak deniz seviyesinden 3163 m yükseklikte ideal bir kış sporları merkezi olarak biliniyor.
2011 yılında Erzurum'da Dünya Üniversitelerarası Kış Oyunları yapılırken, aynı yıl Almatı'da Asya Kış Oyunları yapılmış.
Kültürleri ve coğrafi yapıları ile birbirine benzeyen Almatı ve Erzurum'un kardeş şehir olarak ilan edilmesi, ne kadar isabetli bir karar olur diye yüksek sesle düşünmeden edemiyoruz.
Bu fikrimizi inşallah Erzurum'daki yetkililerimiz duyar diye de temenni ediyoruz.
"Medeu" ismi yazılan binadan biletlerimizi alıp teleferiğe bindiğimizde,aşağıda gördüğümüz muhteşem güzellik karşısında büyüleniyoruz.
Çam ağaçlarının örttüğü ve yüksekleri kar ile kaplı sıra dağlar gözlerimizi kamaştırdı; epeyce bir mesafe kat ettikten sonra teleferikten inip gördüğümüz bu eşsiz manzaraları görüntülemeye başlıyoruz.
Kayak pistlerinin olduğu bu kısmın aşağı tarafında oldukça özel
mimarileri olan ahşaptan yapılı villalar son derece göz alıcı bir görüntüye
sahip.
Bu villaların kiraya verildiğini rehber kardeşlerimizden öğreniyoruz.
Dönüş için teleferiğe binerken Muhtar Bey, Narmanlı hemşehrimiz Sancak Demirci, Fizik öğretmeni Kahramanmaraşlı İlhan Peltek ve Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu Çorumlu Mustafa Şahin kardeşlerimiz bizlere refakat ediyorlardı.
Ormanlık alan içerisinde devrilmiş, kırılmış ve yerinden çıkmış binlerce ağacın olumsuz görüntüleri, bu bölgede büyük bir felaketin yaşandığını hatırlatıyor.
Konuyu çok iyi bilen Ersin Bey, 2010 yılında burada müthiş bir hortum yaşandığını ve bundan dolayı etrafın bir savaş yerine döndüğünü bize detayları ile anlattı.
Dünyanın en büyük açık buz paten pistini yukarıdan seyrederken,rehberlerimizden; Rahmetli Barış Manço'nun burada bir konser verdiğini öğrenmiş oluyoruz.
Kazakistan'ı ve Kazakları bize anlatan Muhtar Bey, Kazakların fazla at
bindiklerinden dolayı iyi futbol oynamadıklarını söyleyerek hepimizi
esprileriyle etkiliyor.
Muhtar Bey sohbet esnasında bize bazı ipuçları vermeyi de ihmal etmiyor.
Para kelimesinin burada rüşvet manasına geldiğini, bunun yerine akçe veya pul kelimelerinin kullanıldığını, ayrıca misafir kelimesinin de burada yoksul ve düşkün manasında algılandığını, bunun yerine konuk kelimesinin kullanıldığını kendisinden öğreniyoruz.
Cuma namazını kaçırmamak için Çimbulak'tan bir an evvel ayrılmakta acele ediyoruz.
İniş yolunda Zaman Gazetesi'nin yaptırmış olduğu çeşmeden kana kana su içip içimizi serinlettikten sonra yola devam ediyoruz.
Trafik biraz yoğun olmasına rağmen, ezan okunmadan camiye ulaşıyoruz.
Etraf araçtan geçilmiyor, cami çevresindeki kalabalık ise görülmeye değer?
Aracımızı park edip, mimarisi ile bizi büyüleyen Göktepe Camii'nden içeri giriyoruz.
Cami üç kat, bayanlar da cuma namazı kılmak_ için geliyorlar.
Arapça hutbe okuyan hocanın kıldırdığı cuma namazından sonra huşu içerisinde camiden ayrılıyoruz.
Cami cemaati içerisinde yaşlı kimse görmedik desek mübalağa etmemiş oluruz.
Cemaatin ekseriyetle gençlerden oluşmasını, gelecek için oldukça ümit verici bir durum olarak değerlendiriyoruz.
Bu arada Türkiye'deki camilerde yaşlıların çoğunlukta olduğunun, burada ise gençlerin fazlaca bulunduğunun kıyaslamasını yapmadan da edemiyoruz. (Devaım edecek)