İşe gidiyorum diye çıkıyordu ilk günler. Altı yaşındaki kızına ve hatta eşine bile sezdirmiyordu sahipsiz kaldıklarını. Ayın onbeşinde nasıl olsa maaş alacaktı.
Koskoca devletin memura boş kalacak değildi ya!
Sağda solda söylenenlere aldırmıyordu. Ama belediye binasına geldiğinde yüzüne vuran soğuk hava her gün sinirlerini bozuyor, umutlarını biraz daha azaltıyordu. İş arkadaşları ile şakalaşıp, kapatıldık ama kendimize bir yer bulalım, gidip devletimize orada hizmet edelim diyordu.
Günler geçtikçe durumun vahameti ortaya çıkmaya başlamıştı. Bir gün odasından içeri şimdiye kadar tanımadığı birkaç kişi girdi. Ellerinde evraklar, eşyasını sayıp döktüler. Sonra da şurayı imzala diyerek odasını teslim aldılar. 15 yıldır çalıştığı odasına bi kere daha baktı. Adamlar kapıyı kilitleyip anahtarını alarak gittiler.
Olsun, dedi. Devletin malı, elbette olacak. Hem bir yıl önce belediyemizi kapatmak için harıl harıl çalışan bay vekilin bir bildiğin vardır. O koca vekil, bize sahip çıkar tabi ki. Umutlarını tazeleyerek eve gitti. Kızı karşıladı yine, baba; yarın maaş alıyorsun, söz verdin bebeği alacaksın de mi? diye sordu.
Maaş alamayacaklarını öğrenmişti, evin kirası, son kullandığı kredi, oğlunun dershane taksiti, mutfağın aylık gideri hepsi birden oyuncak bir bebeğin gözlerinden kendine bakıyordu sanki. Tamam diyebildi kızına. Saçını okşayamadı, yanına yaklaşan karısının gözlerine bakamadı. Yirmi yıllık memurdu. Maaşının dışında bir geliri yoktu. İlk defa maaş alamamak nedir onu algılamaya başlamıştı…
Günler hızla akıyordu. 360 kişi birbirlerine bakarak, ne yapacaklarını bilemeden; kendilerine sahip çıkacak birinin olması gerektiğine inançlarını kaybetmeye başlamışlardı. Yeni seçilen belediye başkanı; kendilerine maaş vermediği halde mevcut personeline maaş vermişti.
Artık hanımı da biliyordu çocukları da. Hatta Türkiye duymuştu. Devletin memuru işçisi, maaş alamıyordu. Kurumlarını kapatmayı bir seçim yatırımı gibi görerek televizyonlarda bile, iyi oldu bu kapatma işi diyen vekil ve diğerleri ortada yoktu.
İşe gidiyorum diyemiyordu artık. Belediye binasında ki bütün odalardan çıkarılmışlar, kendilerine; “sizi sayın valimiz dağıtacak” denilerek yüzlerine bakılmaz hale getirilmiştiler.
Bir ay geçmiş, eş, dost desteği ile, utana sıkıla istediği borçlarla ikinci aya girmişti. Kızı bebek istemek vazgeçmişti. O anlamıştı maaş alamamanın ne olduğunu ama birileri hala anlamıyordu. Eşi, o üzülmesin diye evin ihtiyaçlarını annesinden, kaynanasından gideriyor, ocağını tüttürmeye gayret ediyordu.
Arkadaşları ile oturup başbakan dahil bir çok bakana ve vekillere mailler gönderdiler. Avukatlarla görüştüler. Kendilerini başından atmak gibi bir sosyal sorumluluk projesi ile tarihe geçecek olan başkana yüz kere dertlerini anlattılar. Nafile…
İkinci ayda geçiyor ve hala maaş alamadı. Bankalar tehdit protestoları çekmeye, arkadaşları telefonlarına çıkmamaya başladı. Eşi evde bi şeyler yapıp satmayı deniyor. Kızı üç sene önce aldığı kırılmış bebeklerini çıkarıp oynamaya başladı. Oğlu, dershane her gün geçen taksitleri istediği için dershaneye gitmiyor. Yaz geldi kışlık ayakkabıları ile belediyenin bahçesine gidiyor.
Bana bunları anlatırken gözleri doluyordu :
Abi, devlet 360 kişiye sahip çıkamıyor mu?
Halksın diyerek yayından uzaklaşırken, bende kendi kendime soruyordum:
Sahi, bu öykü gibi okuduğunuz gerçek hikâyenin kahramanları olan devletin kadrolu işçisi-memuru bu 360 kişiye kim sahip çıkacak?