Gazete yayımlanan
her yerde, gazetenin ne olup ne olmadığına dair çokça tanımlar vardır.
Bu tanımların bazıları öyle isabetlidir ki, evrensel boyut
kazanmışlardır. Misal; bendenizin de en çok tuttuğu şu tanımda olduğu
gibi:
“Gazete tarihin müsvedde yazılmış şeklidir”
Dolaysıyla gazeteci de o müsveddeyi yazan kimsedir; yani bir yanıyla tarihe not düşen kimsedir.
Peki tarihe not düşen gazeteci zaman zaman fikri takip adına geriye dönüp bakar mı?
Evet bakar…
En azından filan tarihte falanca meseleyi yazmışız aradan şu kadar zaman geçmiş acaba değişen bir şey oldu mu diye…
Bazen
de merak edersiniz aradan şu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen acaba
falanca konuda insanların görüşlerinde bir değişiklik oldu mu?
Bu yazı işte öyle bir yazı… Bizi birkaç yıl geriye götürdü ve aynı soruyu tekrar sordurdu:
Değişen bir şey var mı?
Buyurun okuyun bakalım ki bu şehre dair şaşı bakanların bakışında bunca yıla ve dönüşüme rağmen bir değişiklik var mı?
Şayet
birkaç gün evvel benzer bir tabloyla karşılaşmamış olsaydım, bu eski
yazıyı hatırlamayacaktım. Fark ettim ki biz ne anlatırsak anlatalım bazı
insanlar kafalarındaki kalıpları değiştirmiyorlar. Erzurum’a bir rol
biçmişler ve öyle kalsın istiyorlar. Yani yıllar önce yazdığımız gibi…
Bazı kesimlerde Erzurum’a karşı şaşı bir bakış olduğunu öteden beri biliriz. Peşin hükümlü bir anlayıştır bu…
Bir
yere kadar, bu şaşı bakışı anlayışla karşılamak veya gülüp geçmek
mümkün; ama bu yargısız infaz yapanların içlerinde bazıları var ki,
inanılır gibi değil… Adamlar buldukları her fırsatta, Erzurum’a
bindirmeyi kendilerine görev edinmişler.
İş sebebiyle çok fazla
seyahat ediyoruz. Gerek Türkiye’de, gerekse başka ülkelerde yüzlerce
insanla temasımız oluyor. Bu insanların arasında Erzurum’u bir defa bile
görmediği halde yalan-yanlış bilgilerle, acımasız yakıştırmalarda
bulunanların sayısı ne yazık ki giderek artıyor. Temel yaklaşım ise şu:
Erzurum irtica merkezi!
Bu peşin hükümlü bakışı destekleyen
etkenlerin başında kuşkusuz ki, basında çıkan kimi yorum ve haberler
gelmektedir. Cehalet de işin tuzu biberi oluyor.
Eskiden sıkça yapılan bir yakıştırma vardı. Bu uzmanlara göre manzara şöyledir:
“Tarikat ve cemaatlerin genel müdürlükleri Malatya’da, müsteşarlıkları da Erzurum’dadır”
Adam tam bir uzman!
Hükmü vermiş, mührü basmış!
Erzurum da, Malatya da artık bu hükme boyun eğmek zorunda...
28
Şubat sürecinde, bazı gazeteler ve yazarlar Erzurum’u, İran’ın Kum
kentine yahut Afganistan’ın Kandahar’ına benzetirlerdi. Öyle bir salgın
hale gelmişti ki, sonunda Atatürk Üniversitesi’nin adı “medrese”ye
çıkmıştı. Rektöre de “müderris” denilmesi, bu cümledendi.
Klasik bir
ifade olacak ama vakıa o ki, 28 Şubat sürecinde kimi adamlar İstanbul’da
Boğaz’a nazır plazalarında İskoç viskisini, Küba purosu eşliğinde
yudumlarken, muhtemelen hiç görmedikleri şehir ve tanımadıkları insanlar
hakkında fermanlar yayınlardı. Tam da, bu histeri halinin artık
gerilerde kaldığını ve bir döneme ait bir ayıp olduğunu düşünmeye
başlamıştık ki, aynı kafa kendisini yeniden hatırlattı.
Bakıyorsunuz adam daha tanışma faslında soruyor:
“Erzurum’da nasıl yaşıyorsunuz?”
Sizin, gayet güzel yaşıyorum demenize fırsat tanımadan, bastırıyor:
“İrtica en fazla Erzurum’da etkili, değil mi?”
O hükmünü vermiş, size öylesine soruyor işte; daha doğrusu acıyor aklınca…
“Neye
dayanarak böyle bir görüşe sahipsiniz?” deyince de, vaktiyle
yayımlanmış saçma sapan yazıları veya haberleri kaynak gösteriyor.
Lafa bakar mısınız?..
“Tarikatların genel müdürlüğü Malatya’da, müsteşarlığı Erzurum’da.”
Sanırım
iki yıl önce bu başlığı taşıyan bir yazı çıkmıştı, adam unutmamış yahut
da zaten öyle görmek istediği için, o başlığı hatırlatıyor.
Ardından da eklemeyi ihmal etmiyor:
“Gerçi artık mürtecilerin egemen olmadığı yer de kalmadı ya”
Bir başkası yandan söze giriyor:
“Erzurum’da kadınlar başları açık halde dışarı çıkabiliyorlar mı?”
Evet, haklısınız ben de sadece tebessüm ettim…
Sözün bittiği yere gelinmişti.
Hazin bin manzara.
Dünya ne kadar değişirse değişsin, bizdeki bazı kafaların değişmesi asla mümkün değil.
Erzurum’un muhafazakar yapısı, oldum olası birileri açısından hep “sorun” olmuştur.
Eskiden,darbe ortamlarından cesaret alarak, Erzurum’u “irtica merkezi” olarak
göstermeye çalışan o anlayışın sürmekte olduğu görmek üzüyor insanı.
İddialarını güçlendirmek için de, dönüp dolaşıp aynı argümanı tekrarlıyorlar:
“Pek çok tarikat ve cemaat lideri Erzurumlu”
Başka?
“Bir de Erzurum’da içkili restoran yok”
Daha?
“Daha ne olacak, kadınlar kayak yapamıyor”
Bunlar yetmez, daha başka ne var?
“Şey, şey; bir de insanlar çok tutucu”
Bakar mısınız anlayışa...
Adam eline bir yafta almış şehirleri kodluyor!
Erzurum’un payına düşen de “irtica merkezi” olmak...
Biliyorsunuz, idari mekanizmada müsteşarlık genel müdürlüğün üstü bir makamdır.
Erzurum da böylesi yakışırdı doğrusu! Madem ki Doğu’nun merkezi bir şehirdir; dolaysıyla müsteşarlık da burada olmalı.
Peki müsteşarlığın bağlı bulunduğu bakanlık nerede?
Ankara’da mı, Konya’da mı, İstanbul’da mı?
Sahi bu tarikat ve cemaatlerin bağlı bulunduğu bakanlık nerede?
Aslında cevap belli:
“Ankara”
Çünkü, o tespite göre Ankara zaten “irtica kuşatması” altında!
Karanlık
bir el, ne zaman Türkiye’de istikrarı, düzeni, hoşgörü ortamını,
kalkınma hamlesini, demokrasi iradesini, hukukun işlerliğini bozmak ve
yerine kaosla örülü bir sistem koymak istiyorsa, işe önce hassasiyetleri
kaşımakla başlıyor.
Kişiler, partiler, sivil örgütler ve şehirler...
Birer birer kategorize edilerek, düşmanlıklar tesis ediliyor.
Cumhuriyete
giden yolda en çetin virajların dönülmesini sağlayan ve o tarihten beri
de devleti ile barışık yaşayan bir şehre “irtica merkezi” demek için ya
çok insafsız, ya akıl fukarası ya da çok kötü niyetli birisi olmak
lazım.
Bunların hepsini bir arada taşıyan olursa; anlayın ki kronik bir rahatsızlık var.
Dindar
olmanın dinci, milliyetçi olmanın kafatasçı, geleneklere bağlı olmanın
bağnazlık ve farklı düşünmenin düşmanlık olmadığını anlamıyorsa adam ne
yapılabilir ki?
“Tarikat ve cemaatlerin müsteşarlığı Erzurum’da” diyorsa bir yazar, siz ağzınızla kuş da tutsanız hükmü değiştiremezsiniz!
Ne diyelim Allah akıl izan versin...
Halbuki sorgulanması gereken o kadar ciddi sorunumuz var ki…
Misal;suç sayısındaki artış, ardı arkası kesilmeyen vurgun ve talanlar,
şehirlerde kol gezen çeteler, siyasi istismar, ekonomik sorunlar,
işsizlik, erkler arasında giderek kızışan kavga, dış politikada
Türkiye’ye kurulan tuzaklar…
Birileri durup durup düğmeye basıyor.
Oysa şu soruya cevap arasa belki kendisi de rahatlayacak:
Kimler bu ülkenin karışmasından çıkar elde eder, kimler Türkiye’nin kaos ortamına sürüklenmesinden parsayı götürür?