İyimserlik ve kötümserlik üzerine

Tarihin akışı iyiye mi yoksa kötüye mi doğru akmaktadır? Sorusunu sorarak yazımıza başlayalım.

Size göre hangi düşünce ağır basmaktadır?

İyimser insan her şeyin en iyi yanın gören, her durumda iyi bir çıkış yolu uman, ümidini yitirmeyendir. Yine iyimser insanın temel kişiliği; hemen her durumda daima her nesne ve olayın iyi yanını gören ve tutum takınan, iyi sonuçlar vereceğine inanandır.

Her var olanın kötü diye değil,  bir değer üzere var olduğunu düşündüğümüzde değerden yoksun bir var olmanın da eksiklik ve kötülük olduğunu kabul etmemiz gerekir. Leibniz, bu dünyanın olabilecek bütün dünyaların en iyisi olduğunu ileri sürerek iyiden yana tavır takınır. Hegel de gerçek olan aklidir, akli olan gerçektir. Dolayısıyla, gerçeklik akılla düzenlenmiş ve akılla yönetilmektedir. Rousseau da Katolik Hıristiyan inancında; insan doğuştan kötü ve günahkâr olarak doğar düşüncesine karşı çıkarak, insan kötü ve günahkâr değil, iyi ve günahsız doğar inancındadır.  Kötülük, insanın eliyle oluşturulmuş ortamla ilgilidir. Bozulma sonradan olmaktadır. 

Kötümserlik içerisinde olan insan, her şeyi en kötü yanından ele alan, her durumu karanlık gören ve hep en kötüyü bekleyen kişiliktir. Her durumda her zaman kuşkucu ve çağını eleştiren, hoşnutsuz içerisinde olandır. Rousseau'nun aksine insan günahkâr ve kötü olarak doğar inancını felsefesine taşıyan Schopenhauer, tüm olarak dünyayı özünde kötü bularak insanı özünde kötümserlik içerisinde görür. Dünyada insanın bu kötümserliği nedeniyle dünya tarihinde kötünün iyiye üstün geldiğini ileri sürer. Dahası kötülük yanı ağır bansan kişiliğe göre, gelecekte insanlık ekonomik ve toplumsal sorunlarında yetkin bir çözüm yolu bulamayacaktır.

Sünni dünya görüşünde insan doğuştan günahsız ve temiz olarak doğar. Çevresi onu kirlendirir.  Bu inanca rağmen Sünni anlayışa göre tarih, kötüye doğru akacaktır. Gelecekteki her gün geçmişi aratacaktır. Kıyamete doğru gidiyoruz, kötülük kapıda pusuda yatmaktadır.  Mehdi, Mesih, dini yenileyen Müceddid gelecek, bir süre iyilik hâkim olacak sonra kötülük kaplayacak.

Şiilerde de kayıp İmam, Mehdi gelecek, iyilik bir süre egemen olacak.  

Katolik Hıristiyanlar, İsa gelecek, iyilik egemen olacak, İsa'yı beklemeyen mürtet Hıristiyanlar da İsa'nın ad değiştirilmiş adıyla "izmler"  gelecek iyilik egemen olacak inancındadırlar. "Yaşasın sosyalizm!"gibi.

İslam dinini ideoloji formuna indirgeyenler de "İslam gelecek dertler bitecek!" sloganına inanmaktadırlar.

Siyasi sistemlere eğer iyimserlik açısından bakacak olursak, Türk demokrasi tarihi temelde iyimserlik üzerine kurulmuştur.  Her şey güllük gülistanlık içerisinde ilerlemektedir. Bu iyimserlik anlayışıyladır ki, devlet başkanlarına, meclise,  askeriyeye, üniversiteye, basına, sendikalara, yargıya yetkileri cömertçe dağıtmakta,  hesap verilecek durumda değil "la yüsel" yani hesap sorulmaz ve sorumsuz kılmaktadır. Her kurum bir diğerinin yetkilerinin fazlalığını ve sorumsuzluğunu, kendi yetkilerin azlığını ve sorumluluğunu dile getirmektedir.  Seçilmişler,  atanmışların ne sorumluluğu var diyor.  Atanmışlar ise bu keyfilik ve sorumsuzluk ülke de sadece seçilmişlerin mi diyor. Halk ise sadece verilen görevlerle ve sorumluklarla yükümlü gözüküyor.   

Peki,  yüz yıldan fazla bir zamanda Türk Demokrasi'sinin geçirdiği bu badirelere bakınca düşe-kalka ilerlemektedir. Bu iyimser tutumumuza rağmen, sandığımız kadar iyimserlik içersinde ilerlememektedir.

Eğer insanın kötümserliğini siyasi sistemimize uygulasaydık bu kadar sert kırılmalar yaşamazdık kanaatindeyim. Kanun yapıcılar çok defa insanlara güven duymamayı esas alarak kanun yapmaktadırlar. Meşrutiyetten bu tarafa yapılan anayasa değişikliklerine bakınca bunu görmekteyiz. Önce kepçeyle verip sonra kaşıkla almaya çalışıyoruz. 
  
 İnsandan çok şeyler beklememeliyiz. Beklentilerimiz boş çıkınca da insana karşı güvenimiz kaybolmakta ve güven bunalımı yaratmaktadır.

İktidarı kullanan insanlarımız ne kadar iyi olurlarsa olsunlar, yetkilerini kötü amaçlar için zaman zaman kullanabileceğini hesaba katmalıyız. Siyasi sistemimizi insana güvenmeyerek onun yetkilerini sınırlandırma üzerine kurmalıyız. Yetkiler de sorumluluk ve hesap verilebilirlik üzerine dayanmalıdır. Bu durum hem iktidardakilerin iyiliği için hem de siyasi sistemin sağlıklı işlemesi için olacaktır.  Bu anlayışta keyfi davranışlar azalacak, uzlaşma kültürü yaygınlaşacak ve siyasi hayatımızda da semeresi görülecektir.

Allah insana güvenmiyor, kusurlarını kabul etmeyeceğini bildiği için, "o gün ağzını mühürleriz, ellerini konuşturur, ayaklarını da ellerine şahit kılarız" demektedir.

Bireysel olarak güvenilir insan vardır, ancak, insana güvenerek siyasi sistemimizi kurmamalıyız.  Felaketler bu anlayıştan dolayı olmakta ve Dünya Siyasi Tarih'i bu felaketlerle doludur. Size hangisini sayayım;  işte İkinci Dünya Savaşı.

Vatan savunmasında şehit olan tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet dilerim, gazilerimize şifalar, ailelerine sabır dilerim.  
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.