İyi ki kefen parasını istemediler!

Doksanlı yıllardı… Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş gibi, yakın siyaset tarihimize mühürlerini vurmuş liderlere dönük “siyaset yasağı” kalkalı birkaç yıl olmuştu.

Doksanlı yıllardı… Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş gibi, yakın siyaset tarihimize mühürlerini vurmuş liderlere dönük “siyaset yasağı” kalkalı birkaç yıl olmuştu. Bir yanda Özal gibi “devrimci” bir lider ve ANAP vardı, öte yanda da hapis ve yasaklı yılların hayfını çıkarırcasına siyaset arenasını coşturan liderler…

Yani Demirel’in kendi küllerinden yeniden doğduğu renkli yıllar…

Politika zemini öylesine mümbitti ki, o tarihlerde ha bire yeni yeni partiler ihdas oluyordu. İşte o partilerden biri de, siyaset tarihimizin mazlum ve mağduru merhum Menderes’in oğlu Aydın Menderes’in kurduğu Büyük Değişim Partisi (BDP) idi…

Belli etmemeye çalışsalar da, DYP’liler, eski misyon ve hatırlı manevi mirastan ötürü, Aydın Menderes’in BDP’sinden tırsıyorlardı!

Belli mi olur, kitle psikolojisi bu bir bakmışsın galeyana gelmiş, BDP’yi desteklemiş…

Neyse ki DYP’lilerin korktukları başlarına gelmeyecekti: Aydın Menderes’in başkanı olduğu BDP, geniş kitlelerden umduğunu bulamadı. Ama Aydın Menderes gittiği her yerde izzet ve itibar gördü.

Necati Bölükbaşı il başkanıydı. Rahmetli Aydın Bey, partisinin bir toplantısı için geldiği Erzurum’da, merhum babasına dair son derece yürek parçalayıcı bir anısını paylaşmıştı Erzurumlu dostlarıyla…

Adnan Bey, idam edileli daha bir hafta olmuş. Aile o büyük acının dipsiz girdabında kıvranıp dururken, bir sabah evin kapısı çalıyor. Kapının arkasındaki kişi bir polistir ve elinde bir “ödeme emri” bulunmaktadır. Kapıyı açan genç ise Aydın Menderes…

Polis memuru mahçup, üzgün ve çaresiz. “Efendim” diyor. “Bağışlayınız lütfen ben bir emir kuluyum. Amirlerim bana bu tebligatı size tebliğ etmemi emrettiler. Yaptığım işin ne kadar münasebetsiz bir iş olduğunun farkındayım.”

Memur, Aydın Menderes’e ağzı mumlu sarı zarfı uzatıyor. Acıdan ve üzüntüden yüreği kaskatı kesilmiş olan o genç adam, titreyen elleriyle o meşum zarfı açtığında, gözlerine inanamıyor:

“Adnan Menderes’i idam eden celladın yevmiyesi ve kefen parası şu kadardır, bu miktarın ödenmesi…”

Genç adam kapının arkasına yığılmamak için, son bir hamleyle kapı sövesine yaslanıyor ve karşısında beklemekte olan memura, “Tamam; siz gidebilirsiniz biz gereğini yapacağız” diyor.

Berrin Hanım içeriden sesleniyor:

“Aydın, evladım kim o, ne istiyor?”

Okudukları karşısında tutulduğu şoktan çıkamamış olan genç adam, hemen toparlanıyor. Annesinin bir kez daha belki de ilkinden daha fazla yıkılmaması için yalan söylüyor:

“Anne; taziye için gelen bir partiliydi, teşekkür edip gönderdim.”

Allah rahmet eylesin, Aydın Bey bu bıçaktan da keskin anısını bize aktarırken, gözleri buğulandı, dudakları morardı ve sesi titredi. Besbelli ki o lanet anı yeniden yaşıyormuş gibiydi.

Herkes susmuştu, kimsenin tek kelam edecek mecali yoktu.

Haydi siz söyleyin, böylesi bir durumda ne denilebilir ki…

Evet; bizler de bir şey söyleyememiştik.

Bu ülkeye on yıl başbakanlık yapan ve birbirinden önemli hizmetlere imza atan bir adamın hükümetini devireceksin ve ardından iki arkadaşıyla birlikte o adamı darağacına çıkaracaksın… Sonra da bir polisle evine tebligat göndereceksin:

“Celladın yevmiyesini ve kefen parasını öde!”

Aynı şey değil elbette; ama aynı kapıya çıkıyor…

Aşkale’de beş işçi, birileri karanlıkta kalmasın diye hayatlarını kaybetti. Daha kimsenin acısı dinmemişken, işgüzar bir görevli elinde kerpeten, gölette ölen o işçilerden birinin kapısına dayandı. Gerekçe ise şu:

“Sizin 34 liralık elektrik borcunuz var ve son ödeme tarihi olan 17 Nisan’da o borç ödenmemiş!”

Yani son tarihin üzerinden tam iki gün geçmişti.

O aklıevvel görevliyi, o işçinin evine biri mi gönderdi, yoksa kendisi kraldan çok kralcı mı kesilmişti bilmiyoruz. Lakin o işgüzar ve benzerleri karanlıkta kalmasın diye, genç yaşta ömrünü buzlu sularda bırakan işçinin ailesi karanlığa mahkum edilmişti. Hem de topu topu 34 liralık iki gün geçmiş bir borçtan ötürü…

Yazıklar olsun size şayet zerre miskal insanlık var ise (ki, hiç zannetmiyorum) utanın ve insanlıktan istifa edin. Çünkü siz eşref-i mahluk olamazsınız…

Komedyaya bakar mısınız, olay basında çarşaf çarşaf çıkar çıkmaz, ailenin kesilen elektriği apar topar yeniden açılmış.

Adama sormazlar mı, şimdi mi aklınız başınıza geldi?

Sormazlar tabii ki… Kim neyi sordu ki, bu aymazlığı da sorsun!?

Dedim ya çapı aynı değil ama mantalite bakımından birbirine çok benziyor.

1960’da, yani darbecilerin devri iktidarında, idam edilmiş bir başbakanın evine “ödeme emri” gönderen zihniyetle, 2012’de kimse karanlıkta kalmasın diye, kendisini karanlık sulara feda eden bir işçinin evinin elektriğinin kesilmesi, bana göre birbirine benzeyen şeylerdir.

Kimbilir belki yarın bir gün de, “oğlunuz öldü, kurumumuz şu kadar iş kaybına uğradı, bize tazminat ödeyin” şeklinde bir tebligat da gönderilir, belli mi olur!

34 liralık ve son ödeme tarihi iki gün geçmiş elektrik borcu yüzünden acılı aileyi karanlığa mahkum eden zihniyet için, tazminat istemek hiç de abes olmayacaktır!

Kuzum söyler misiniz Allah aşkınıza, nasıl bir ülkede yaşıyoruz?

1960’dan buyana, tam 52 yıl geçti.

Değişe değişe bu kadarcık mı değiştik:

60’ta asıp sonra kefen ve cellat parası istiyorduk, şimdi de olmaması gereken bir görev uğrunda beş insanı soğuk ve karanlık sulara gömüp, sonra da hayatta kalanlarını karanlığa mahkum ediyoruz.

“İnkişaf” dediğiniz bu mu?

B
en istemiyorum, alın sizin olsun, tepe tepe kullanın… 
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.