İstasyon nostaljisi... -2-


Çocukların en büyük arzuları, elbette ki kara trene binmekti, mahallenin çocukları olarak bunun da formülünü bulmuştuk.
Erzurum istasyonuna gelen tren manevra yaptığı zaman, trene atlardık; birkaç dakika süren bu yolculuktan nasıl da zevk alırdık veya vagonlara saklanır, tren hız alıncaya kadar bekler, kendimizi aşağı atardık, bu tehlikeli ve çocuksu yolculuğumuz gar binasından fazla değil, belki de birkaç yüz metre kadar sürerdi.
Birde demir paralarımızı rayların üzerine bırakır, trenin geçmesini beklerdik, trenin üzerinden geçtiği paralar uzanır, oval bir şekle dönüşür, daha parlaklaşırdı.
Posta treni, yük treni, yük ve yolcu taşıyan karma tren, asker sevk eden trenler, banliyöler, istasyonun hareketliliğine renk katarlardı. Güneyden gelen karpuzlar karma trenle taşınır, Erzurum’dan yüklenen hayvanlar yine karma trenle gönderilirlerdi, karma tren Sivas’ın Çetinkaya İstasyonu’nda aktarma yaparak, yükünü ve yolcusunu taşırdı.
Yük trenleri de seyri hafif, seyri seri ve mesajeri denilen üç türlü yük taşırlardı.
Posta treniyle gelen mektuplar önce gar postanesine gider, oradan postacılar tarafından adrese teslim edilirlerdi.
Üniversite imtihan neticeleri radyodan ilan edilince, her gün ilk işimiz gar postanesine gidip sonuç kâğıtlarımızı sormak olurdu.
Nihayet sonuç belgesi gelirdi, mahalleye bakan postacı zarfın içine bir bakar, eğer müjdeli bir netice varsa, eve gidip beklememizi söylerdi, çünkü müjdeli haber getirenler, töre gereği iltifat görmeliydiler.
Banliyö trenleri, Cumartesi ve Pazar günleri ellerinde çepikleri, semaverleri, kilimleri ile Hasankale ve Ilıca’ya gitmek isteyenlerle tıklım tıklım dolardı.
Bizim nesilde trenle ilgili hatırası bulunmayan hemen hemen hiç kimse yok gibidir.
Rahmetli nenem delillerle haccın yapıldığı dönemlerde kutsal topraklara gitmişti.
Nasıl olmuşsa nenem hacda kaybolmuş, ondan uzun süre haber alamamıştık, nihayet rahmetli babamın ve çevresinin gayretleriyle nenem bulunmuştu.
İlkokul üçüncü sınıftaydım, dersin ortasında yakın bir akrabamız öğretmenimden izin alıp, beni istasyona götürünce, nenemin hacdan döneceğini anlamıştım.
Uzun bir bekleyişten sonra kara tren gelip önümüzden geçince, bir kompartımanın içerisinde beyaz çarşaflı nenemi görünce, nasılda sevinip heyecanlanmıştım.
Yine uçsuz bucaksız masmavi denizi ilk görüşüm, kara tren sayesinde olmuştu.
Hasankale’nin ve Ilıca’nın çermiklerinden başka büyük su görmeyen bir çocuk için, denizin o muhteşem güzelliği ne kadar etkileyiciydi.
Denizi ilk gördüğümüz de büyüklerin; “İçinizden bir dilek tutun” tembihleri, çocuk dünyamızda denizin gizemliliğini bir kez daha artırmıştı.
Öğrencilik yıllarımızda trenle yaptığımız onlarca yolculuk esnasında en büyük neşe kaynağımız, rahmetli Gullebi Turan’dı.
O zamanlar Gullebi Turan’ın mekânı Doğu Ekspresiydi, Turan İstanbul’a gider, dolanır geri gelirdi.
Herkes gibi ilerleyen yıllarda Gullebi’de kara treni terk etti ve rutin yolculuklarını otobüs firmalarıyla sürdürdü.
Trenle en son ve uzun yolculuğumuz askere gidince olmuştu.
Peygamber ocağına katılmak için sülüslerini alan arkadaşlarımızla birlikte, bir kompartımana yerleşip yedek subay okulunun yolunu tutmuştuk.
Nevalemiz oldukça fazlaydı, keteler, çörekler, kadayıf dolmaları, lavaşa sarılı köfteler, zeytinyağlı dolmalar, neler yoktu ki?
Polatlı’daki Topçu ve Füze Okulu’nun yanından tren geçerdi, içtimaya çıktığımızda gelecek treni dört gözle beklerdik, kara trenin sesini duyduğumuz zaman içimizi tuhaf bir duygu kaplar, tanıdık bir yüz görmek için pencerelere bir bir bakardık.
Kimseyi görmesek bile o kara trenin memleket havasını taşıdığını düşünür, toprağımızı, evimizi hatırlatan kara tren her geçtikçe, içerisinde yakınlarımız varmış gibi el sallardık.
Kara trenin istasyondan ayrıldığı zaman çaldığı düdük, çok hüzünlü bir nağme gibi insanları etkiler, istasyona geldiği zaman çaldığı düdükte kavuşmayı müjdeleyen bir tarzda kulaklara yansırdı.
TCDD çalışanlarına bugün olduğu gibi geçmişte de “Demir yolcu” denirdi.
Demiryolcuların Serkisof marka cep saatlerine herkes gıpta ederdi.
Sabahın erken saatlerinde ve gece geç vakitlerde ellerinde çantaları ve üniformaları ile seferden dönen veya sefere gidecek demiryolcularını yollarda sıkça görürdük.
Çantalarının içerisinde ispirto ocağı, tıraş takımı, çay şekeri, bardak, sabun, havlu ve sefer tasları içerisinde yemeklerin bulunduğunu, demiryolcu çocuklarından öğrenirdik.
Uzun yıllardan beri sessizliğe bürünen Erzurum Gar’ı, son birkaç yıldan beri gözle görünen müspet gelişmelerle eski havasını yakalama çabasında.
İstasyonun nostaljik mekânıyla Erzurumluları tekrar buluşturan gar binası içerisindeki müze, başlı başına bir tarih anlatıyor, yazın sergilenen hicaz demiryolu sergisi ise oldukça büyüleyici bir hizmetti
Tekrar yaşamımızın içine girme ve eski statüsünü kazanma çabalarını hedefleyen TCDD’nin, Erzurum Ekspresi’ni seferden kaldırmasıyla bu güzel hizmetlere gölge düşürdüğünü de söylemek durumundayız.
İstasyon, yolculuk, yolcu, yol gibi kavramları hatırlatan tren yolculuğu, bir başka yönüyle de ölümü ve hayatı anlatır.
Kimilerinin binip kimilerinin indiği bu yolda, herkesin bir macerası şüphesiz vardır.
Kavuşmalardaki sevinç, ayrılmalardaki hüzün ve gözyaşı, sanki de doğum ve ölüm halini hatırlatır niteliktedir, tıpkı Ömer Hayyam’ın ölümsüz mısraları gibi: “Birini getirirken, diğerini götürürler / Bunun sırrını, asla kimseye söylemezler / Kaderden bize, bundan fazlasını göstermezler / Sanki ömrümüz bir ölçek, onu doldururlar…”
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Yakup koptaş 10 Mart 2022 23:48

    Bu istasyon yazısında İstanbul,a kaçmak beni çok geçmişe götürdü Hacım,geçmişin o hoş hatıralarını bizlere sunduğunuz için çok teşekkür eder, saygılar sunarım...

  • Yakup koptaş 10 Mart 2022 23:47

    Bu istasyon yazısında İstanbul,a kaçmak beni çok geçmişe götürdü Hacım,geçmişin o hoş hatıralarını bizlere sunduğunuz için çok teşekkür eder, saygılar sunarım...