İran İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 34. yıldönümü nedeniyle, İran’da
olduğu gibi, İran’ın dış temsilciliklerinde de kutlamalar yapılıyor.
Başta Amerika ve İsrail olmak üzere, pek çok ülke İran’ı dünyadan tecrit
etmeye, hatta haritadan silmeye niyetliyken, İran’ın nükleer enerji
alanında üst üste gerçekleştirdiği hamleler, sömürü ve tekelci sistemi
temellerinden sarsıyor.
Fakat görünen o ki, İran asla kolay bir lokma değil. Yani işgalci
sistem, Irak’ta, Afganistan’da veya Libya’da yaptıklarını İran’da
denemeye bile cesaret edemez. Çünkü İran, 34 yıldır süren acımasız
dışlanmaya rağmen, kendi ayakları üzerinde durmayı başaran bir ülkedir
ve Batı’yı, Batı’nın çok güvendiği silahla artık korkutur bir noktaya
gelmiştir.
Dün Palan Otel’de gerçekleşen kutlama törenine davetli kişilerden biri
de bendenizdim. Orada bir yandan Doğu Azerbaycanlı halk ozanlarının
Sümmani ve Çobanoğlu’ndan söyledikleri eserleri dinlerken bir yandan da
düşünüyordum: Nerden nereye?
İran konsolosluğunun önünden geçen insanların fişlenip, “İrancı” diye
takibe alındığı 80’li yılları hatırladım. Darbeci Kenan Evren, “iç ve
dış düşmanlarımızı” yeniden tanzim ederken, Amerika’nın çizdiği yol
haritası doğrultusunda, İran’ı “en tehlikeli dış düşman” ilan etmişti.
Nasıl ki bir zamanlar Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, milleti “bu kış
komünizm gelebilir” diye tehdit ederek baskı altında tutuyorduysa,
Evren ve şürekası da, “beşinci mezhep” demek suretiyle, adeta “din dışı”gösterdiği İran’dan, Türkiye’ye “şeriat ihraç edileceği”ni söyler
dururdu. Bu anlayış, aynı zamanda devletin milli politikasını
şekillendirdiği için, İran’dan vebadan kaçar gibi kaçmamız gerekiyordu.
Zaman zaman devrimin ateşli cazibesine kapılan İslamcı gençlik, “İran
sevgisi”nin bedelini işkence görerek ve yıllarca hapis yatarak öderdi…
Çünkü anlamıyorlardı ki, Amerika, “İran sizin için büyük tehlikedir”
demişti ve içerideki taşeronlar da o “emir” doğrultusunda amel ediyordu.
Merhum Özal’ın iktidara gelmesine, hatta iktidarının ikinci dönemine
kadar, bu politika sürüp gitti. İran bizim kadim bir komşumuzdu ve de
tarih boyunca aramızda çok ciddi sorunlar da yaşanmamıştı ama biz İran’ı
“düşman” olarak görmeliydik.
Neyse ki, ağır bir bedel ödenmesine rağmen, o günler artık çok geride kaldı.
İran’dan şeriat ihraç edileceğinden korkan çevreler bile gördüler ki, ne
İran’ın rejim ihraç etmek gibi bir derdi var, ne de Türkiye’nin böyle
bir hevesi…
Fakat İran, Amerika ve İsrail için hep “düşman ülke” olarak kaldı.
Şimdi de zaten savaş tamtamları çalıyor.
İran’ın, Irak’a benzemediği aşikar ortada… Amerika bu gerçeği, yıllar
yılı Saddam’ı İran’ın üzerine saldırdığı zaman da biliyordu ama
inadından ve hıncından vazgeçmiyor.
Bugün Türkiye ile İran arasında seviyeli bir komşuluk ilişkisi mevcut.
Elbette ki ülkeler arasındaki ilişki, salt dostluk ve kardeşlik üzerine
bina edilemez. Karşılıklı çıkarlar çok önemlidir. Türkiye de
çıkarlarından taviz vermez, İran da… Buna rağmen son sekiz on yıldan
beri İran’la artarak devam eden bir ticaret hacmine sahibiz. Siyasi ve
kültürel ilişkilerimiz de ileri seviyede ve bugüne kadar bu düzlemden
ötürü kimse bir zarara uğramadı.
Aynı coğrafyayı paylaşıyoruz ve İran binlerce yıldır orada…
Ve bugün gelinen nokta ise, İran’ın kimse için kolay bir lokma olmadığıdır.
34 yıllık ambargoya, hatta on yıl süren savaşa rağmen İran, artık emperyalist ülkelere kafa tutacak bir güce sahip oldu.
Türkiye, sırf Amerika veya İsrail öyle istiyor diye, tarih boyunca sınırımız bile değişmeyen bu komşumuza niçin cephe açacak ki?
Dün kutlama resepsiyonunda dikkatimi çeken bir husus vardı:
İranlı üst düzey yetkililerle aynı dili konuşuyor, aynı müziğin namelerine tempo tutuyorduk.
Ne Türkiye eski Türkiye’dir, ne de İran kimseye oyuncak olabilecek bir ülke…
Türkiye’nin büyüyüp gelişmesi İran için bir tehdit ve tehlike
oluşturmayacağı gibi, İran’ın da nükleer enerji de dünyayla yarışır
düzeye ulaşması bizim için korkulacak bir süreç değildir.
Yıllar yılı kapılarında yatıp durduğumuz ve aman dilediğimiz Batı’nın, her fırsatta bize nasıl diş bilediğini fazlasıyla gördük.
Batı’yla köprüleri atalım diyen yok; ama dünyanın Batı’dan ibaret olmadığını da öğrendik.