Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin uluslararası para fonu IMF’ye borcunun uzun yıllar aradan sonra ilk kez 1 milyar altına düştüğünü belirterek, “Şu anda 900 milyon dolar borcumuz kaldı.
Erzurumajans-Erdoğan,Ulusa Sesleniş konuşmasında TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda
görüşmeleri tamamlanan 2012 Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı'na değindi.
Bütçe'nin Aralık ayında TBMM Genel Kurulu'nda görüşüleceğini oylanarak
yürürlüğe gireceğini anımsatan Başbakan Erdoğan, "Bu vesileyle, 2013
bütçesi üzerinde yoğun mesai sarf eden Plan ve Bütçe Komisyonumuza,
Komisyonun tüm üyelerine şahsım, ülkem ve milletim adına şükranlarımı
sunuyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’na da, Bütçe ile
ilgili yapacakları çalışmalardan dolayı şimdiden teşekkür ediyorum"
dedi.
2013 yılı bütçesinin, AK Parti hükümet olarak
hazırladıkları ve uygulayacakları 11’inci bütçe olacaklarını belirten
Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Tıpkı önceki 10 bütçe gibi,11’inci bütçeyi de ülkemizin gerçekleriyle örtüşen, büyük ama
ulaşılması mümkün hedefleri gözeten, özellikle de sosyal harcamaları
yine güçlü şekilde destekleyen bir bütçe olarak tasarladık. En önemlisi
de, 2013 bütçemizi, hazırladığımız ve başarıyla uyguladığımız diğer
bütçeler gibi, büyük bir ülkeye, büyük bir millete, iddialı hedefleri
olan bir devlet vizyonuna uygun şekilde planladık. 2008 yılı sonunda
başlayan, tüm dünyayı etkisi altına alan, bugün dahi birçok ülkede
etkisi ağır şekilde devam eden küresel finans krizinin, bütçe
dengelerimizde ve bütçe hedeflerimizde etkisi son derece kısıtlı oldu.
Hatırlarsanız geçmişte, en küçük bir ekonomik krizde dahi, fatura derhal
halka çıkarılıyor; bedel çalışanlara, ücretlilere, dar gelirli
kesimlere ödetiliyor; hiçbir hatası, hiçbir kusuru olmayan vatandaşımız
en büyük bedeli ödemek zorunda bırakılıyordu. Artan vergilerle, artan
enflasyonla, sürekli zamlarla, karşılıksız para basmak suretiyle, her
ekonomik krizin yükü, krizde hiçbir dahli olmayan milletimize
yükleniyordu. Biz, geride bıraktığımız 10 yıl boyunca, ekonomide
aldığımız çok güçlü tedbirler sayesinde, öncelikle krizleri ülkemizden
uzak tuttuk, küresel krizlerin etkisinin asgari seviyede olmasını temin
ettik. Küresel kriz dünyayı etkisi altına aldığında biz, ülkemiz
üzerinde oluşan kısmi etkileri çalışanlara, ücretlilere, dar gelirli
kesimlere, yoksullara yüklemek gibi bir kolaycılığın içine asla
girmedik. Bu görevi devraldığımızda, 2002 yılının sonunda, Merkez
Bankamızın kasasında sadece 27,5 milyar dolar vardı. Şu anda, Merkez
Bankamızın kasasında, tüm zamanların rekor seviyesi olan, tam 117 milyar
165 milyon dolarımız var. Bu güçlü rezerv, bizi ekonomik krizlere karşı
korunaklı hale getirdiği kadar, muhtemel dalgalanmaları da
vatandaşımıza hissettirmeden aşmamız için önemli bir araç niteliğini
taşıyor. Burada sizinle, siz aziz vatandaşlarımla, hepimizi sevindirecek
önemli bir gelişmeyi, önemli bir müjdeyi de ilk kez paylaşmak
istiyorum. 2002 yıl sonunda, Türkiye’nin Uluslararası Para Fonu’na borcu
23,5 milyar dolardı. Biz, ödeye ödeye, bu yılın Ağustos ayında
Uluslararası Para Fonu’na olan borcumuzu 1,3 milyar dolara kadar
düşürmüştük. Kasım ayı içinde, Uluslararası Para Fonu’na yeni bir dilim
ödeme daha yaptık. Türkiye’nin Uluslararası Para Fonu’na olan borcu,
uzun yılların ardından ilk kez 1 milyar doların altına düştü ve şu anda
900 milyon dolar borcumuz kaldı. İnşallah, 2013 yılının ilk aylarında
yani Şubat ve Mayıs’ta yapacağımız ödemelerle, Türkiye’nin Uluslararası
Para Fonu IMF’ye borcunu artık tamamen sıfırlıyoruz. Bu güzel gelişmenin
de ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum. 2008 krizi
başladığında, Türkiye’nin IMF ile yeni bir Stand By anlaşması yapması,
IMF’den yüksek faizle borç alması gerektiğini söyleyenler olmuştu. Çok
güçlü ekonomilere sahip birçok ülke IMF önünde sıraya girerken, biz yeni
bir borç anlaşmasını reddettik.Küresel kriz sürecinde IMF’den yeni borç
almak yerine, var olan borcumuzu ödedik. Hatta orada kalmadık, IMF’ye 5
milyar dolar borç verme konusunda müzakereleri başlattık; IMF’den borç
alan ülke konumundan, IMF’ye borç veren ülke konumuna yükseldik. Dün
alan el idik, bugün veren el oluyoruz. İnşallah, Türkiye’yi bu şekilde,
istikrar içinde, güven içinde büyütmeye devam edeceğiz. 2013 yılında da,hedeflerimizi kararlı şekilde takip edecek, disiplinden taviz vermeden,güven ve istikrarın bozulmasına müsamaha göstermeden büyümeyi
sürdüreceğiz. Artık 2023 hedeflerimize sadece 10 yıl kaldı.
Bu
istikrarla, bu güvenle, bu kararlılık ve azimle devam ettiğimiz sürece,
10 yıl sonrasının hedeflerini tutturmak bizim için hiç ama hiç zor
olmayacak.
Millet olarak birbirimize güvenecek, dayanışmamızı
güçlü şekilde devam ettireceğiz. Millet ile devlet arasına asla güven
bunalımı sokmayacak, ortak hedefler doğrultusunda, birlikte geleceğe
yürüyeceğiz. Bizi bu hedeflerimizden saptırmak isteyenlere, bizim
kararlılığımızı bozmak, istikrar ve güven ortamını zedelemek
isteyenlere, milletçe birlikte karşı duracak, aramıza fitne, aramıza
nifak sokulmasına asla izin vermeyeceğiz."
‘TÜRKİYE, HERHANGİ BİR REJİMİN YANINDA VEYA KARŞISINDA DEĞİLDİR, TÜRKİYE HERHANGİ BİR ÜLKENİN DÜŞMANI, HASMI DA DEĞİLDİR
Suriye
ve Gazze konularına da değinen Başbakan Erdoğan, bu konuda yapılan
eleştirilere yanıt verdi. Erdoğan, "Gerek yurtiçinde, gerek yurtdışında
bazı çevreler, zihinleri bulandırmaya yönelik girişimlerde bulunarak,
Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili soru işaretleri oluşturuyor, bu
soru işaretlerini ısrarla gündemde tutmak istiyorlar.'Türkiye Suriye ile
neden bu kadar ilgileniyor' diyorlar. 'Türkiye Gazze ile neden bu kadar
ilgili' diye soruyorlar. 'Bize ne Suriye’den, bize ne Gazze’den'
diyenler çıkabiliyor. 'Türkiye gözünü kapatsın, oralardaki gelişmeler
karşısında tepkisiz kalsın, tarafsız kalsın' diyenler var. Biz Türkiye
olarak, hem Suriye’deki gelişmelerle, hem Gazze’deki gelişmelerle,
kaçınılmaz olarak ilgilenmek zorundayız. Biz, oralardaki gelişmelerle,
öncelikle insani gerekçelerle mutlaka ama mutlaka ilgilenmek zorundayız.
Ayrıca biz, siyasi olarak, iktisadi olarak da bu gelişmelerle
ilgilenmek zorundayız. Biz bu bölgeyle insani olarak ilgilenmek
zorundayız: Zira oralarda bizim öz be öz kardeşlerimiz yaşıyor. Orada
yaşayan kardeşlerimizle ortak bir tarihimiz, ortak bir kültürümüz, ortak
inançlarımız var. Biz bu bölgeyle insani olarak ilgilenmek zorundayız;
zira biz, her zaman hakkı savunmuş ve bu konudaki kararlılığını her
zaman ortaya koymuş bir ecdadın torunları, onların mirasını yüklenmiş
bir milletin evlatlarıyız. Çanakkale şehitliklerine gidip oradaki
isimlere, oradaki memleketlere bakarsanız, bizim 81 vilayetimizle
birlikte, orada Gazze’den, Kudüs’ten, Şam’dan, Halep’ten gelen
Filistinli kardeşlerimizin de isimlerini görürsünüz. Nasıl ki bizim
Filistin’in her karışında, Suriye’nin her köşesinde şehitlerimizin kanı
varsa, şehitliklerimiz varsa, orada hatıralarımız varsa; burada,
Türkiye’de, Edirne’den Kars’a kadar birçok şehitliğimizde, Suriyeli ve
Filistinli kardeşlerimizin kabirleri var. Kudüslüler, Gazzeliler,
Şamlılar, Halepliler, Çanakkale için, Erzurum için, Kars için, Edirne
için nasıl koşup geldiler ve bu topraklarda Türkiyeli kardeşleriyle
birlikte kahramanca şehit oldularsa, bugün de bizim, zor zamanlarında
onların yanlarında olmamız, insani bir gerekliliktir, insani bir
zorunluluktur” dedi.
“Kendi öz tarihini dahi bilmeyenler, kendi
öz tarihine, kendi ecdadına dahi yabancılaşanlar, bizim Suriye ve
Gazze’ye olan ilgimizi anlamıyor olabilir” diyen Erdoğan, “Ancak bu
millet ali cenaptır. Bu millet, kendisine yapılan iyiliği asla
unutmayacak bir millettir. Bu millet, ahde vefada herkesi geride
bırakacak kadar cesur ve cömert bir millettir. İşte onun için, herkes
sırtını dönse de, biz Filistin’e sırtımızı dönemeyiz. Herkes Suriye
karşısında sessiz ve tepkisiz kalsa da, biz millet olarak sessiz ve
tepkisiz kalamayız. İnsani gerekçelere ek olarak biz, bu bölgeyle siyasi
ve iktisadi gerekçelerle de çok yakından ilgilenmek durumundayız. Zira
bölgenin istikrarı, doğrudan doğruya bizim, kendi ülkemizin, Türkiye’nin
istikrarıyla alakalıdır. Bölge ne kadar güven ve huzur içinde olursa,
Türkiye de o kadar güven ve huzur içinde olur. Bölge ne kadar refah
içinde olursa, Türkiye de o kadar refah içinde olur. Yanı başımızda
savaşlar yaşanırken, yanı başımızda katliamlar yaşanırken, bizim ülke
olarak bunlardan uzak kalmamız, bunların etkisinden uzak kalmamız mümkün
değildir. Dikkat ederseniz, Filistin sorunu, neredeyse 1 asırdır devam
eden bir sorundur. Filistin sorunu tam olarak çözülmeden, ne bu bölgeye,ne de, Türkiye dahil bölge ülkelerine, tam olarak huzur, istikrar ve
güven ortamının yerleşmesi mümkün değildir. Filistin yandıkça, Filistin
kanadıkça, Filistin’de silahlar konuştukça, bölgedeki hiçbir ülke
güvenlik içinde değildir ve olamaz. Biz Türkiye olarak, gerek bölgenin,
gerek Türkiye’nin istikrar, huzur ve refahı için, Filistin sorununun
barışçıl yollarla çözülmesi için her zaman samimi mücadele verdik. Bu
sorunun artık aşılması, suhuletle çözülmesi, bölgeye barış ve huzur
gelmesi için her fırsatta barışa, diyaloğa, uzlaşmaya vurgu yaptık.
Bugün de biz bölgede sadece ve sadece barış istiyoruz. Hem bölgede
yaşayan kardeşlerimiz, hem kendi ülkemiz adına, bölgenin bir barış
iklimine kavuşmasını arzuluyoruz. Türkiye, herhangi bir rejimin yanında
veya karşısında değildir. Türkiye, herhangi bir ülkenin düşmanı, hasmı
da değildir. Türkiye sadece ve sadece barıştan, dayanışmadan, dostluk ve
kardeşlikten yanadır. Bugünkü çabalarımız da, işte bu arzularımızın, bu
isteklerimizin, barış taleplerimizin gerçekleşmesi doğrultusundadır.
Şunu da ifade etmeliyim ki biz, Türkiye olarak, büyük bir devletiz,
büyük hedefleri olan bir milletiz. Biz, 2023 yılında ülkemizi dünyanın
en büyük 10 ülkesinden biri olarak görmek istiyoruz. Bu büyük hedefe
ulaşabilmek için, biz büyük bir devlet gibi davranmak, öyle hareket
etmek zorundayız. Komşularına, bölgesine, dünyaya kayıtsız bir ülkenin
büyük devlet olma iddiası olamaz. Yanı başında insanlar katledilirken,
yanı başında masumlar kan ağlarken susan, görmezden gelen bir ülkenin
büyük idealleri, büyük hedefleri olamaz. Ne yazık ki Türkiye, on yıllar
boyunca, kendi iç meseleleriyle uğraşmaktan, içine kapanmaktan, dünyaya
ilgisiz, kayıtsız kalmaktan dolayı, zincirlerini kıramamış, kabuğunu
aşamamış, güçlü ve kararlı şekilde büyüme imkanına kavuşamamıştır. Bizim
ise bugün çok büyük ve iddialı hedeflerimiz var. Bu hedeflere, bölgesel
barışı tesis ederek, küresel sorunlarda inisiyatif alarak, söz
söyleyerek ulaşacağız. Biz, yeniden içine kapanıp küçülmeyi değil,
dünyaya açılarak büyümeyi tercih ettik ve edeceğiz. Büyük bir vizyonla,
milletimizin, sizin vizyonunuzla yola çıktık; bu vizyonla ve bu misyonla
inşallah Türkiye’yi daha da büyüteceğiz" diye konuştu.
“EŞİTLİK
VE ADALET TEMELİNDE HER AY ADIM ADIM ŞEHİRLERİMİZİ VE ÜLKEMİZİ İMAR
EDİYOR, CUMHURİYETİMİZİ GELECEK HEDEFLERİNE TAŞIYORUZ"
Hükümet
olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin 780 bin kilometre karesinin tamamına,
bu sınırlar içinde yaşayan 75 milyon insanımızın her birine eşit
mesafede durduklarını vurgulayan Başbakan Erdoğan konuşmasını şöyle
sürdürdü:
"Bir yere, bir bölgeye, bir şehre hizmet götürürken, hizmet
üretirken asla ve asla ayrımcılık gözetmiyor, tüm vatandaşlarımıza eşit
ve adil hizmet götürmeyi temel alıyoruz. Eşitlik ve adalet temelinde
her ay adım adım şehirlerimizi ve ülkemizi imar ediyor, Cumhuriyetimizi
gelecek hedeflerine taşıyoruz. Millete hizmeti Hakk’a hizmet olarak
kabul eden, ülkemize, Cumhuriyetimize, demokrasimize, geleceğimize
yatırım olarak gören bir anlayışın mensupları olarak, dur durak bilmeden
çalışıyor, eserlerimize her gün bir yenisini ekliyoruz.
Hamdolsun,
artık sonuna geldiğimiz Kasım ayı içinde de pek çok yatırımı, hizmeti ve
eseri ülkemize, şehirlerimize, insanımıza kazandırmanın bahtiyarlığını
yaşadık. Bu ay ilk olarak, 2 Kasım’da Ankara’daydık. Ankara’da
düzenlediğimiz törenle, Kredi Yurtlar Kurumumuzun Türkiye’nin dört bir
köşesinde yer alan 41 ildeki, toplam 40 bin kişi kapasiteli 53
yükseköğrenim yurdumuzun açılışını gerçekleştirdik. Bu 41 ilimiz içinde
Bingöl de var, Bartın da var Trabzon da var, Adana da var. Muğla da var,Siirt de var. Kocaeli de var, Kilis de var. İzmir de var, Van da var.
Açılışını yaptığımız yurtların dağılımına baktığımızda çok anlamlı bir
manzara görüyoruz. Bu tablo, az önce ifade ettiğim gibi, bizim 780 bin
kilometrekare içinde yer alan hiçbir bölgemizi, hiçbir şehrimizi, 75
milyon vatandaşımızın hiçbirini ayrım yapmadan kucakladığımızın
resmidir. Bu tablonun ardında Türkiye sevgisi vardır; millete hizmet
aşkı vardır.
Biz çocuklarımızı, gençlerimizi daha iyi bir geleceğe
hazırlamak için, onlara en iyi eğitim imkanlarını sağlamak için
çalışıyoruz."
Erdoğan, 41 ildeki 53 yurdun yatırımı için,
toplamda tam 882 milyon lira harcandığını söyledi. Konuşmasında ALTAY
projesine de değinen Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti:
" Yaklaşık
4,5 yıl önce, 29 Temmuz 2008 tarihinde, ALTAY Projesinin imza törenini
gerçekleştirmiş, savunma sanayimiz için tarihi bir adım atmıştık. Bu ay
içinde, yani 15 Kasım günü, attığımız o imzanın, verdiğimiz o kararın,
adeta ete kemiğe bürünmesine, somutlaşmasına şahitlik ettik. Türkiye,
ALTAY Projesi ile ana muharebe tanklarını kendisi tasarlayıp, kendisi
üretebilen sınırlı sayıdaki ülkeler arasına girdi. Türkiye bu proje ile
dünya savunma liginde üst basamaklara tırmanmaya başladı. Son 10 yılda,
savunma sanayimizde ilkleri başardık. Türkiye, yaptığımız yatırımlarla,
uygulamaya koyduğumuz projelerle, artık kendi gemisini, uçağını,
uydusunu, kendi silahlarını üreten, hatta ihraç eden ülke konumuna
yükseldi. ALTAY tankı, milletçe hepimizin göğsünü kabartan yeni bir
aşama oldu. Bugün bir kez daha, sizlerin huzurunda, ALTAY ismini
verdiğimiz tankın ilk örneğini tasarlayan ve imal eden şirketlerimize,
mühendislerimize, teknisyenlerimize gönülden teşekkür ediyorum.
İnşallah, zorlu testlerin ardından ALTAY tankımızın seri üretimine
geçecek, dünyanın en modern tankını Türk Silahlı Kuvvetlerimize
kazandırırken, bunu ihraç edebilen bir ülke konumuna da ulaşmış
olacağız."