12 Eylül 1980 İhtilâlının ülkeyi titrettiği günlerdi, Mumcu Caddesi’ne yeni taşınmıştım.
Başındaki kasketi, gür siyah sakalı, yüzüne derinlik katan kaşları, sempatik tavırları ile tanımıştım İbrahim Hoca’yı.
İlk gördüğümde onu rahmetli Abdulhakim Arvasi hazretlerine benzetmiştim.
A. Mumcu Camii’nin imamı olan İbrahim Hoca, dürüst, bilgili, güzel ahlâk sahibi ve çok gayretli bir insandı.
A. Mumcu Camii’nin 1978 yılında yeniden yapımında büyük fedakârlığı olan İbrahim Hoca, emekli olana kadar caminin temiz ve bakımlı olarak kalması için gayretle çalışmış, irşat görevini başarıyla sürdürmüştü.
Caminin yapım aşamasında açıktan yardım toplanmaması, yani insanların koşup destek vermeleri, hocanın güvenirliğini ve samimiyetini ifade eden güzel bir örnektir.
Cami yapımında her taşın altında emeği olanların başında Rahmetli Agâh Usta (Yıldırım) gelmekteydi.
Caminin mimarı ve ustabaşı olarak tanımlayacağımız Agâh Usta, oldukça zeki ve kabiliyetli bir ustaydı; çok da güzel bir ahlâk sahibiydi.
Vani Efendi Camii’nde müezzin olarak görev yapan İbrahim Hoca, Başak Camii ve İhmal Camii imamlığından sonra A. Mumcu Camii imamlığına gelmiş, 42 yıl sürdürdüğü bu ulvi görevden yine A. Mumcu Camii’nde emekli olmuştu.
Vani Efendi Camii’nin temelinden kubbesine varana dek yapımında çok emeği olan İbrahim Hoca’nın, sırtında taş taşıdığı hâlâ anlatılmaktadır.
Solak zade müftü efendinin rahle-i tedrisinden geçmiş olan İbrahim hoca ömrü boyunca almış olduğu güzel eğitimi müminler üzerine yansıtmaya çalışmış bu uğurda güzel bir ömür sürmüştü.
Solakzade Müftü Efendi ile ilgili çok şey öğrenmiştik kendisinden.
Bir gün öğrencilerle ders yaparlarken, Müftü Efendi’nin sohbet esnasında: “Rabbim bildiklerimi unutturup, tekrar onları öğrenmek için bana fırsat verse de o heyecanı bir kez daha yaşasam” diye dua ettiğini İbrahim Hoca’dan işittiğimiz de Solakzade’nin ilme olan sevgisini ziyadesiyle idrak etmiştik.
Solakzade Müftü Efendi’den oldukça feyiz alan İbrahim Hoca, Müftü Efendi’nin ölümünden sonra 40 gün yaya olarak onun mezarı başına gidip Kur-an okuyarak, çok güzel bir ahde vefa örneği sergilemiş.
Oldukça bilgili olan İbrahim Hoca’mızdan müzakere edenler ve onun bilgisinden istifade edenler bir hayli olurdu.
Emrivaki konuşmayan, ağzından asla kötü bir kelime çıkmayan Hoca’mızın mütebessim yapısından dolayı, vakti zamanında Kur-an okumayı öğrenememiş kişiler ondan camiye gelir ders alırlardı.
Bu yüzden hocamızın talebeleri arasında 60 yaş grubu insanların olması oldukça dikkat çekiciydi.
Rahmetli İsmail Akçay, Celal Birdal gibi büyüklerimizde bu öğrenciler arasındaydılar.
Oldukça sağlıklı bir yapısı olan Hoca’mız, geçirdiği bir trafik kazasından sonra tekrar eski sağlığına kavuşamadı ve emekli olduktan sonra eşinin hayata veda etmesinden sonra sahneyi hayattan yavaş yavaş çekildi.
Hoca alan değil; veren, dağıtan ve paylaşan bir din adamıydı, bir çay içirdiğinizde karşılığında mutlak size bir yemek yedirme hassasiyeti taşırdı.
Otuz yılı aşkın tanışıklığımızın olduğu İbrahim Hoca’dan gül gibi incinmemiştik ve ondan çok şey öğrenmiştik.
Münevver bir kişiliği olan İbrahim Hoca etrafını hiç üzmemişti, ama taktığı kasketten dolayı, dar kafalı, cahil kişilerin arkasından yaptıkları gıybetlerden ötürü bir hayli üzülmüştü.
Dini şekil de arayan cahillerin, fazla bir kul hakkına girmemeleri için şapkayı çıkarıp, başına kuzu derisinden bir börk takmış ve dinin dar kalıplara sığmayacağının mesajını vermişti.
Böyle durumlarla ilgili konuştuğumuz da Hoca: “Sanma aleme herkes insan gelür insan gider, cahil-ü nadan olan, hayvan gelür hayvan gider” mısrasını hatırlatırdı.
Hoca’mızın Taş Ambarların arkasında iki katlı, kutu şeklinde, sevimli küçük bir evi vardı, bayramda ziyaretine gittiğimiz de bizi ahşap merdivenle çıkılan kütüphanesinin bulunduğu üsteki odaya alır sohbet ederdik.
İbrahim Hoca’mızın çocuğu yoktu, eşiyle beraber yaşadığı bu mütevazı ev öyle huzur doluydu ki eve gelen herkes bunu hissedebilirdi.
Hoca’mızın bir başka özelliği de oldukça çevreci olmasıydı, bu münasebetle camimizin bahçesine ceviz, dut, kiraz gibi meyve ağaçları ekmişti.
“Erzurum’da meyve ağacı olmaz” diyenlere inat, bu ağaçlar meyve vermekteler ve Hoca’mızın hatırasının canlı tanıkları olarak bahçemizi süslemektedirler.
Yaz geldiğinde camimizin bahçesi cennet gibi yemyeşil olur, meyve ağaçlarının gölgeleri altında hoş bir manzara oluşurdu.
İkindi namazından sonra bu bahçede Hoca semaveri yakar, cemaatten Dr. Ali Gürcan, Rahmetli Cemil Gülakar, Rahmetli Celal Birdal hep birlikte oturur, civil peynir ve lavaş ekmeği eşliğinde çaylarımızı yudumlar, derin sohbetlere girerdik.
Nöbetçi olduğum günlerde sabah namazına giden İbrahim Hoca’nın cama vurmasıyla birlikte uyanıp, Hocanın kara ve soğuğa aldırmadan vazifesine sadakatle geldiğini görür, ona hayranlık beslerdim.
Hoca ile münasebetlerim imam cemaat ilişkisinden öte; ağabeyi kardeş veya baba oğul düzeyindeydi.
Emekli olduktan sonra ara sıra işyerime gelir ve üst kata çıkarak dersini yaptıktan sonra biraz sohbet ederek ayrılır, ziyaretin kısa olması gerektiğini hissettirirdi.
En son Ramazan ayında, Eski Belediye Başkanımız Ersan Gemalmaz Hoca’yla birlikte ziyaretine gitmiştik.
Eski halinden eser kalmamış olsa da bizi tanıyıp sohbet etmesi çok hoşumuza gitmişti.
Yeğeni Abdurrahman Özdemir’in Hoca’ya çok iyi baktığını, onun nazı ile uğraştığını görmemiz, bizi ziyadesiyle duygulandırmıştı.
Hoca’nın çocuğu olmamıştı, ama yeğeni Şeyhler Camii imamı Abdurrahman Özdemir Hoca ona hem evlatlık, hem de yeğenlik vazifesini hakkıyla yapmış, ebedi aleme giderken yanında olmuştu.
Yaşantısı boyunca elinden ve dilinden emin olunan bir şahsiyet olarak bilinen İbrahim Özdemir Hoca’mız, gerçek bir din adamı olarak gönüllerimizi fethedip, arkasından güzel hatıralar bırakarak bu fani dünyadan ebedi aleme göç etti.
Örnek aldığımız ve çok şey öğrendiğimiz Hoca’mızı hayırla yâd ediyor, yüce Allah’tan rahmet diliyorum; makamı cennet olsun.