Elliye almış İbo horozu!
Bir gözü görmez, bir kanadı kırık!
Kart bir Hint horozu.
Şart mı sanki caka satarak dolaşması!
“Ben sevdim,” demiş ve almış kendi tabiriyle “garip yüreği!”
Bir önceki sahibi, bir dövüşte yenilince “kör olasın e mi” demiş olmalı ki kör olmuş sol gözü Hint fakirinin!
Sol gözü kör, sağ kanadı kırık!
Tıpkı memleket gibi.
Ve Lütfü’nün horozu!
Pırıl pırıl, sapasağlam, genç irisi…
Bir yürüyüşü var ki; sanki gökten inmiş horoz tanrılarından biri.
Mübarek Zeus!
Hiç düşünmeden “horozos” adını yakıştırır yapıştırırsınız alnına.
Dövüşsünler, dediler her iki horoz sahibi de!
Garip yürekle horozos çıktı arenaya!
Garip yürek ürkek ürkek dolaşırken cakası binden gidiyor öbürünün!
Biri sahibinin el bebek beslediği horozların tanrısı, diğeri dün gece iki tavuğa çökmüş bir damızlık divanesi.
Ve böyle başladı iki horozun hikâyesi!
Önce sol yanından bir darbe yedi, yani kör tarafından aldı ilk vurgunu; (tıpkı memleket gibi) garibin canı yanmış olacak ki kendine geldi birden… Ve düğünde karşılıklı oynayan iki yakışıklı gibi başladı kavga.
Lütfü bağırdı.
“İndir şu soytarıyı!”
İbo ünledi.
“Ölümüne mi oynuyorsun gülüm!”
Nefesleri birbirine karıştı iki kavgacının… Acının zerresini duymadan ve galibiyet planını kurmadan dövüştüler.
Gittikçe yükseldi yaşam çıtası!
Havalanarak çarpıştılar göğüs göğse.
Kavgalarını süslemek için çıkardıkları ses, sevgiliye sunulan son nefes gibi içten ve yaralıydı.
Sonra dövüş bitti!
Bilin bakalım kim kazandı!
Tahmin edersiniz… Lütfü yarılı horozunun kanını silerek ve yenilmenin acısını bilerek aldı horozunu gitti!
İbo da horozunu sevdi!
Sadece sevdi!
Tıpkı yaşam hikâyesi…
Garip yürek, yaşamayı becerdiği için çok sevindi.
Tıpkı yurdum insanı gibi!
Uzun lafın kısası, İbo’nun horozu Lütfü’nün horozunu yendi.
Bu seferlik.
Belki de son kez!
Bir kez yendi.
Bir kez…
Bir kez…
Ama yendi!
Güçsüzün bir kez güçlüyü yenmesiydi bu.
Zafer buydu işte!
Yendi!