Bir vakitlerin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik; beni makamına çağırmış; elimi sıkma ve bir otur deme nezâketini bile göstermeden ayakta ve elleri cebinde hiddetle; aldığım yargı kararlarını hiçbir hal ve şart altında uygulamayacağını, hatta öfkeyle daha da ileri giderek, hasbelkader de olsa temsil etmiş olduğu makama şık düşmeyen ve yakışık almayacak biçimde şahsımı Tunceli, Muş ve Şırnak illerine sürmekle tehdit etmişti. Kinâyeli biçimde "Sayın Bakanım Şırnak iline gittim ve geldim, herhalde sizin bu atamadan haberiniz olmadı" dediğimde sorup soracağına pişman olmuş bir vaziyette olduğu yerde çakılı kalmıştı. Bursa, Izmir ve Antalya gibi şehirlere değil de Şırnak, Muş ve Tunceli gibi vatanımızın bu köşelerini bir Vanlı bir Doğulu Bakan olarak nasıl sürgün yeri olarak görüldüğunü sorduğum ise "Dut yemiş bülbül" misâli "Baltayı taşa vurduğunu" anlamış olacak ki cevap vermekte zorlanmış ve tevil yolunu seçmişti.
Sizin bu bakış ve anlayışınıza göre Erzurum da bir sürgün (!) yeri. Daha önce de Kars ilinde beş yıl İl Müdürlüğu ve Ardahan Lisesi'nde de okul mudürlüğu yapmış biriyim ve Erzurumlu'yum. Zâtenten sürgün yeri olarak görülen illlerde görev yapmışım. Sizce sürgün yeri sayılan (!) bu illerden sonra görevden alınıp tekrar bir başka sürgün yeri olarak gördüğünüz bu illere gönderilme tehditinizi anlamış değilim ve sürgün söylemi de devleti yöneten bir bakan için yakışık almaz demiştim. Fakat neticede hırsını aklının önüne almış biri olarak, yine de dediğini yapmış ve inadında israr etmiş, yargı kararlarına rağmen, Muş iline ve diğer illere, bazen öğretmen olarak ardı ardına keyfi görevlendirmeler ve atamalar gerçekleştirerek nihâyet murâdına nâil olmuştu. Üzüldüğüm husus bakan olmasına bakan olmuştu ama; Van ilinde doğmuş Doğulu bir vekil olduğu halde, Doğu'yu sürgün yeri gören bir kafa yapısına sahip olması. Ne yapacaksınız kafa işte bu kafa...
Şimdilerde ise "Süt dökmüş" misâli sesi- soluğu kesilmiş vaziyette. Her gün inciler dizen Hüseyin Çelik'in nedense sesi-soluğu kesilmiş; neden dersiniz? Kendisiyle o talihsiz görüşmemizde kaba, yersiz ve ölçüsüz tavırlarına, saygı ölçüleri içinde kalarak duymadığı cevaplarla saygin bir duruş ve onurlu bir kişilik sergilediğime inanıyorum. Hukuk tanımaz keyfi uygulamaları nedeniyle yargılanmak üzere Yüce Divan'a gönderilme başvurum olmuş, hukuksuz keyfi işlemlerinden kerelerce manevi tazminatlara mahkum edilmiş, fakat siyasî dokunulmazlığı olduğundan yargılanamamıştı. Müsteşar dahil, usülsüz atamalara imza ve paraf koyan döneminin Personel Genel Müdürü ve Daire Başkanı, mahkemelerce çeşitli maddî cezalar ve manevi tazminatlara mahküm edilmişlerdi. Öyle ki, yasal olmayan atamalara imza koyamama noktasına gelmişlerdi.
Yargılanırken mevzuattan anlamadığını, bir akademisyen olduğunu ve önüne konulanı imza etmekten başka seçeneğı olmadığını söyleyerek ve Personel Genel Müdürünü suçlayarak zavallı bir duruma düşen ve mahkeme heyeti karşısında ağlayan müsteşar, hapse atılmanın önüne geçilmesi maksadiyle Hüseyin Çelik'in aracılığı ile sonradan milletvekili yapılmıştı. Mahkeme heyeti karşısındaki acınası haline insan olarak üzülmüş ve çıkışta, yine de terbiyem gereği kendisini tesell etme ihtiyacı hissetmiştim. Eyvallâh etmeden ve hukuka güvenerek "Pilavdan dönen kaşığın sapı kırılsın" diyerek hak ve hukuk mücâdelesine, bazı kereler yalnızlık hissine kapılsam da karamsarlığa ve yılgınlığa düşmeden devam dedim ve Allâh'a şükürler olsun ki hukuk önünde hep haklı çıktım.
Görevden alınabilmem uğruna sayısı 84'ü bulan müfettiş grubu ile soruşturma ve sorgulamalara tabi tutulmuş,14 kez görevden alınmış, 6 kez sicilim bozulmuş, disiplin cezaları ve yargılama yollarına tevesül edilmiş, ama bu keyfi İşlemlerin tamamı yargıdan dönmüştü. Yargıya gitmekten ve kendilerine karşı açılan tazminat ve ceza davalarından vaz geçmem kaydıyla, bir taraftan sicilim bozulurken, diğer taraftan res'en Genel Müdür Yardımcılığı teklifi yapılmış, ancak bu tuzak teklif tarafımdan kabul görülmemişti. Yetmedi o dönemlerde "cemaat hizmeti" olarak gizlenen, sonradan Fetöcü terör örgütü olduğu anlaşılan örgütsel sinsi ve hain bir yapının polis, savcı ve yargıçlarının ortaklaşa kumpasıyla keyfi bir biçimde tutuklanarak yargılanmış, alnımın akı ile aklanmıştım. Şimdi ise bana yapılanlardan, artı terör örgütüne mensup ve üye olmaktan bu alçak kepâzeler yargılamada taraf olduğum adalet önünde hesap vermekte.
44 yıllık meslek hayatımda 12 Eylül öncesi ve 12 Eylül dahil, yaşanılan süreçle birlikte toplam 21 kez sürgün yemiş ve ilden ile gönderilmiş, namuslu ve ilkeli ve devlete sadakatle bağlı olduğuma inandığım bir devlet memuruyum. İnanın tüm bu yapılanlar haksız ve hukuksuz işlemlerdi; ama haksızlıklar karşısında dün, bugün hep dik durmaya ve hukuken ve ahlâken direnmeye çalışmıştım.
Cumhuriyet tarihimizde, birçok fâniye nâsip olmayacak gibi en uzun süreyle İl Milli Eğitim Müdürü olma ünvanına sahip olmuş bir yönetici oldum. 30 yılı aşkın süreyle İl Milli Eğitim Müdürlüğü görevini sürdürek bunun onurunu yaşadım. Öğretmen, okul müdür yardımcılığı, Lise müdürlüğü ve Millî Eğitim Müdür Yardımcılığı gibi görevleri de içine alan ve öğretmen olmaktan gurur duyduğum 44 yıllık meslek hayatımı yüz akı ile sonlandırdım.
Bütün bu hukukî süreçlerin gelecek nesillere aktarımının kitaplaştırılması çalışmalarım devam etmekte...
Ne diyor hemşehrim Ziya Paşa:
"İnsana sadakat yaraşır görse de ikrâh
Doğruların yardımcısıdır Hazret-i Allâh"