Türk düşünce dünyasının yıldızlarından biri olan Nurettin Topçu’nun ebediyete intikalinin seneyi devriyesi… Makamı cennet olsun.
Nurettin Topçu kitabının ismini Var Olmak olarak adlandırırken Var Olmaya yüklediği anlamı kısaca şöyle tarif ediyordu. “Var Olmak düşünmek ve hareket etmektir ve yine var olmak istemek ve sevmektir. Var Olmak gerçek manasıyla var olmak, hareketleriyle düşüncesini sonsuzluğa istinat ettirmek demektir ve böylelikle kendi varlığını sonsuzlukta aramak demektir.” (Topçu, Var Olmak, 2017, s. 17,23,89)
Nurettin Topçu Var Olmak kitabının ilk baskısını 1965 yılında yapmıştır. Kitap “Düşünceler ve Duyuşlar” isimli iki bölüm ve 26 yazıdan oluşmaktadır. İki yazısı 1939 yılında yayınlamış olduğu kitabın 5 yazısının tarihi tam tespit edilememiş ve diğer yazıları 1961-1965 yılları arasında kaleme almış, başta Hareket Dergisi olmak üzere çeşitli dergilerde yayınlamıştır.
Nurettin Topçu Var Olmak kitabının sayfalarını “Bir Kaç Söz” başlığı altında ruh dünyamıza hitap eden, oldukça sarsıcı cümleler ile aralamıştı. Şöyle ki; “Felsefe mi sanatın çocuğudur, sanat mı felsefenin meyvasıdır? Bu bilmeceyi çözmeden önce bize düşünmek ve terennüm etmek düşüyor. Sanatla felsefeden hangisi öz, hangisi kabuk ve mahfaza, hangisi gaye, hangisi alet veya vasıtadır? Bu bir deste yazı, bu muammayı hal için yazılmış değildir. Ama insan niçin düşünür, nasıl hisseder? Dimağ ve kalp birbirleriyle anlaşarak birlikte çalıştıkları zaman nasıl eser meydana geliyor? Belki bu ufak cilt, böyle tahlilin vesilesi olabilir.
İçerisinde düşüncenin kalbe tabi olduğu bu parçalar, gönülle söyleşmek ihtiyaç olduğu zamanlarda yazıldı ve birkaç dergide zaman zaman çıkartıldı. Gönül, yerini düşünceye terk ettiği devirde onlar unutuldu. Hareketler, gönüldeki izleri ezip de örselediği zaman gelince, yeniden onlara hasret duyuldu. Şimdi gözyaşı ayak izlerine damlıyor. Hareketlerin harabettiği gönülde sade bir yetim iniltisi var. Tellerine bazı yenilerini de ilave ettiğimiz bu eski sazın terennümlerini dinleyecek kulak varsa, onda kırık bir kalbin akislerinden başka bir şey duymayacaktır.” (Topçu, Var Olmak, 2017, s. 13) Cümleleri adeta kırık bir kalple kalbin dilinden anlayanlara hitap ediyordu.
Nurettin Topçu’nun kitaba dâhil ettiği yazıların çoğunluğu 1961-1965 yılları arasında kaleme alınmış ve yayınlanmıştır. Nurettin Topçu’yu bu hisli satırları karalamaya iten ortamı anlamak için öğrencisi Orhan Okay’a müracaat ediyoruz. Orhan Okay “Türkiye’de fikri faaliyetlerin nispeten rahat bir zemin bulduğu, siyasi partilerin kurulmasına müsaade edildiği 1946 ve özelliklede de Demokrat Parti’nin iktidara geçtiği 1950 sonrasında bir takım fikir dernekleri de kurulmaktaydı. Bunlar arasında 1951 Nisanında kurulan Türk Milliyetçiler Derneği, iki yıl gibi kısa bir zamanda memleketin her tarafında seksen şubesi ve aralarında Demokrat Parti Milletvekilleri de bulunan on binden fazla üyesiyle en çok faaliyet gösteren bir kuruluş olmuştu. Kurucuları arasında yer almayan Nurettin Topçu, Derneğin kültür çalışmalarına, seminerlerine, konferanslarına ve yayımladığı beyannamelerin bazılarına fiilen katılmıştı. Ama her zaman olduğu gibi bir kısım çevreler ve basın organları irtica ve devrim aleyhtarlığı yaygarasına giriştiler. Dönemin hükümeti Derneğin geniş faaliyetin siyasi partiye dönüşmesinden de ürkerek çok ağır suçlamalarla hakkında mahkemeye başvurdu: İrtica, Irkçılık, Turancılık, Anadoluculuk vatanı bölmek, saltanatı, hilafeti geri getirmek gibi adeta vatana ihanet suçlamasıyla bütün şubeleri kapatıldı. Sonuçta dağ fare doğurdu ve on lira para cezasına mahkûm edildi. Ama dernek de kapatılmış oluyordu (Benzer suçlamalarla Millet Partisi’nin kapatılması da bu sıralara rasgelir). Bundan kısa bir süre sonra yeniden toparlanma teşebbüslerine geçildi. Bu yeni kuruluşta Rahmi Eray’ın büyük rolü oldu. Aralarında benim de bulunduğum yedi kurucuyla ve Milliyetçiler Derneği adıyla yeninde kurulmuş oldu. Bu defa fazla genişlemeden ve şube açmadan sadece kendimizi yetiştirmek gibi daha dar bir çerçevede faaliyet göstermek istedik. Topçu bu Derneği daha çok benimsedi ve pek çok seminere katıldı, konferanslar verdi. Derneğin bazı yayınları da oldu. Benim, mezun olup öğretmenlikle İstanbul’dan uzaklaşmam Dernekle olan ilişkilerimi haliyle azalttı. 1960 hükümet darbesinden sonra bütün dernekler gibi o da geçici olarak kapandı, bir yıl sonra yeniden açıldı. İki yıl içinde de Anadolu’da on iki şubesi açılmış. Bu arada Topçu’nun Hareket dergisinde çıkan yazılarında “İslami sosyalizm”,” Ruhçu sosyalizm ”gibi kavramlar kullanılması molla kafalı bir kısım müslümanların tepkisini çekiyordu. Bunlar derneğin 1964 yılındaki kongresinde bu meseleyi kurcalayıp taraftar da bularak idare heyetini ele geçirmişlerdi. Bunun üzerine bir müddet sonra dernekten ayrılan arkadaşlar Türkiye Milliyetçiler Cemiyeti adlı yeni bir dernek kurmuşlardı.” (Okay, 2015, s. 147)
Nurettin Topçu’nun bu hisli satırları, bu satırları yazmaya iten dönemin iklimi ve olaylarından küçük bir kesit aktardıktan sonra, okuyucuya tesiri bakımından onu hemen hemen aynı hisler dünyasına sürükleyen Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ının birinci kitabındaki ilk şiirine dikkat çekmek istiyorum.
Şiire geçmeden önce Nurettin Topçu’nun Akif’ini yine Topçu’nun satırları ile anlamaya çalışalım. Topçu için Akif İstiklal Marşı yazarı olmakla beraber; “Akif’in idealizmi, milliyet ve inkılap, din ve mistiklik davalarına çevrilmiş olarak çok cepheli bir karakter taşımaktadır. (Topçu, Mehmet Akif, 1998, s. 37) Akif’in beklediği inkılap, şekil ve madde inkılabı değildi. O ruh ve ahlakımızda inkılap istiyordu. (Topçu, Mehmet Akif, 1998, s. 46) Mehmet Akif, yaratılışı bakımından inkılapçılık hamlelerini kendine daima arttırmaya kabiliyetli bir insandı. Fikir adamı olduğu kadar da hareket adamının ateşli iradesine sahip, asabi ve hamleci bir mizacı vardı. (Topçu, Mehmet Akif, 1998, s. 46) Toprak ve tarih duygularının en muvaffak olmuş sentezini ortaya koyan da odur. Vatan yalnız beşiğimizin sallandığı ve hayatımızın kendisine bağlandığı kara parçası değildir. Onda bütün millet tarihi gömülüdür. (Topçu, Mehmet Akif, 1998, s. 42) Onun istediği, Türklüğün mayası, ruh ve ahlakımızın temeli olan İslam’ı canlandırmak ve onunla milletimizi yükseltmekti. Milletin manevi ve ahlaki temelini teşkil eden unsura bağlandı. Bir kelime ile ahlakçı milliyetçi idi. (Topçu, Mehmet Akif, 1998, s. 45) Bütün veli ruhlarda olduğu gibi ondaki isyanın kaynağı, bütün varlıklardan, bu kâinatın sanki her zerresindeki sefaletten bizi mesul tutan ilahi merhamet duygusudur. (Topçu, Mehmet Akif, 1998, s. 82) İsyan, onun bütün eserlerine sinmişti. Adeta şiirinin tabii bestesidir. Uzayıp gittikçe kendini cemiyete vermekten doyamadığı hoşsohbet nazmının normal ritmi üstüne her çıkışında Akif’i isyan halinde buluyoruz. (Topçu, Mehmet Akif, 1998, s. 87) O, bizim yorgun ve ümitsiz gençliğimize ebedi hayat sırrını fısıldadı: ”Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar.” Bu sahip, bu mürşit bütün hayatı boyunca, ölmeyen ümidi terennüm edecektir. Ümitten asla ayrılmayanı iman prensibi de, hayatında olduğu gibi eserinde de sonuna kadar hâkim kalacaktır. (Topçu, Mehmet Akif, 1998, s. 12)”
Akif’in Mehmet Ali Bey’e ithaf ettiği şiiri;
“Bana sor sevgili kaari, sana ben söyliyeyim,
Ne hüviyyette şu karşında duran eş’ârım
Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri;
Ne tasannu bilirim, çünkü ne san’atkârım.
Şi’r için “gözyaşı” derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım!
Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa;
Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa.”
Akif’in Safahat’a giriş şiiri ile Topçu’nun yukarıda bahsettiğimiz “Bir Kaç Sözü” ile insanda bırakacağı tesirin benzerliği oldukça belirgindir.
Nurettin Topçu’nun yazıları ve talebelerinin anlatımları vasıtası ile yazılarındaki ruh halini anlamaya bekli yaklaşabiliyoruz. Ancak Akif’te bu kadar şanslı değiliz. Akif’in yazıları ve dönemin ikliminden çıkarımlarla yukarıya aldığımız şiirin yansıttığı ruh hali ile Var Olmak kitabının önsözü arasında bir ruh ikizliği görebiliriz.
Var Olmak kitabının Düşünceler ve Duyuşlar isimli iki bölümden oluştuğunu belirtmiştim. Bu bölümlerin isimleri ile çağrışımda bulunduğu, Topçu’ya tesiri veya herhangi bir etkileşimin olup olmadığını bilemediğimiz Yahya Kemal şiiri “Duyuş ve Düşünüş” şiiri ile meseleyi noktalayalım.
DUYUŞ VE DÜŞÜNÜŞ
Sevdiklerim göçüp gidiyorlar birer birer,
Ay geçmiyor ki almayayım gamlı bir haber.
Kalbim zaman zaman bu haberlerle burkulu;
Zihnim düşünceden dağınık, gözlerim dolu.
Kaybetti asrımızda ölüm eski hüznünü.
Lakayd olan mühimsemiyor gamlı bir günü.
Çok şey bilen diyor: 'Gidecek her gelen nesil
Ey sade-dil! Bu bahsi hayatında böyle bil!
Hiç durmadan hayat öğütür devreden bu çark.
Ölmek sırayladır, sıralanmakta varsa fark.”
İlmin derin görüşleri, aklın hükümleri
Doldurmuyor boşalmış olan hisli bir yeri. (Kemal, 2016, s. 62)
Yahya Kemal