Hep sövmekle ya da hep övmekle olmaz ki...

Erzurum özelinde, sosyal medyayı hatta yazılı ve görsel basını takip edenler yakından biliyordur.

Şehrimizde son zamanlarda garip bir durum hızla öne çıkmaya başladı. Buna göre, bazı gruplar takım tutar gibi belediye başkanı tutuyor!

Sözgelimi; gazetenin veya haber sitesinin birinde, falanca belediye başkanı ile ilgili olumlu ya da yapıcı bir haber çıkıyor. Bakıyorsunuz ya aynı gün ya da bir gün sonra, başka bir gazete veya site hemen harekete geçerek, tam tersi bir yayın yapıyor.  İlla da birinin “ak” dediğine, diğeri “kara” diyecek ki, başkalarından “farklı” düşündüğünü göstersin!

Bir de yazılıp çizilen her şeye, ama her şeye tepki gösteren arkadaşlar mevcut.  Bunlar bağırıp çağırmaya, yazarı aşağılamak ve hakaret etmekle başlarlar! Kim artık onlara söylemişse öyle inanıyorlar ki, “müzmin müşteki “ olursan daha fazla prim yaparsın, şayet  “iflah olunmaz bir septik” olur isen herkes seni entelektüel biri zanneder!

Sonuçta ortaya şöyle bir tablo çıkıyor:

Birbirini sevmeyen, karşısındakini anlamaya çalışmayan, farklı fikre ve öneriye kapılarını kapatan ve de “illa da odunumun parası” diye tutturan bir anlayış, ne yazık ki şehrin baskın kültürü haline dönüşüyor.

Doğrusu Erzurum bunu hiç hak etmiyor. Çünkü bu Erzurum ki, pek çok şehre kısmet olmayan bir basın arka planına ve gerçek anlamda bir aydın birikimine sahiptir.

Sırf inadımız uğruna tartışmak yerine, peşinen reddediyoruz.

Yanlış hatırlamıyorsam hikayeyi Muammer Cindilli Bey’den dinlemiştim. Ne zaman, “Niye böyle dağınık haldeyiz?” şeklinde soran biri olursa önce bu güzel temsil geliyor aklıma…

Vaktin birinde bir topluluk yaşarmış bir yerde… Sanki bugünün Erzurum’unda olduğu gibi, o topluluk da çok sıradan nedenlerden ötürü, ha bire didişip dururmuş. Herkes baş olma derdinde, herkes son sözü kendisinin söylemesini istiyormuş.

Derken birgün nasıl olmuşsa olmuş o topluluk, “ortak bir iş yapma” teklifine “evet” demiş. Araştırıp soruşturmuşlar ve sonuçta, bir fidanlık oluşturmaya karar vermişler.

Ve en güzeli de, kimse bu süreçte niza çıkarmamış.

Önce fidanlık olacak alanı saptamışlar, ardından da herkes eline aldığı fidanla oranın yolunu tutmuş. Başlamışlar güzel güzel çalışmaya; fidanlar dikilmiş, can suyu verilmiş, çevre temizliği yapılmış, fidanları koruyacak çitler çekilmiş.

Tam iş bitmiş, herkes ilk defa  “ortak bir iş yapma”nın keyfi ile evlerine dönecekken; ister münafık deyin, ister münasebetsizin önde gideni fark etmez. Biri, diğerlerine seslenmiş:

“Durun hele durun. Tamam bugün tarihimizde ilk defa müşterek bir iş başardık; bu çok güzel bir şey ama daha önemli bir şeyi unuttuk. Bu fidanlığın adı ne olacak?”

İşte burasıdır zurnanın zırt dediği yer…

O ana kadar hiç kimse fidanlığa bir isim arayışında olmamış.

Çünkü maksat, fidanlık yapmak…

Adamın çıkışı üzerine, herkes başlamış bir isim dayatmasına…

Kimi kendi din ulu’sunun adını önermiş, kimi savaş kahramanının adı olsun istemiş.

Tıpkı günümüz Erzurum’un da olduğu gibi…

Neyse; biz hikayemize geri dönelim…

Saatler geçmiş böylece ve müşterek bir isimde görüş birliğine varamamışlar. Sinirler bozulmuş, üslup sertleşmiş. Çok geçmeden de  başlamışlar kavgaya…

Ve sonunda öyle bir noktaya gelmişler ki, sabahtan buyana bin bir emekle diktikleri o fidanları topraktan söküp, birbirlerinin kafalarına vurmuşlar.

Ortada ne fidan, ne fidanlık ne de ilk defa başarılmış olacak ortak bir gaye kalmamış.

Geriye, kala kala fil girmiş bir bostan görüntüsü kalmış.

Halbuki o işgüzar öyle bir laf atmasaydı ortaya, herkes fidanını dikmiş evine gidiyordu. Yıllar sonra o fidanlar büyüyecek, o fidanlık kocaman bir ormana dönecekti.

Ve doğrulardan hiç sapmayan tarih, nasılsa o ormana bir isim bulacaktı.

Erzurum’un yazıp çizen takımı (tamamı değil elbette) tıpkı o fidanları diken topluluğa benziyor.

Önce güzel ve anlamlı bir iş atılıyor ortaya, fakat çok geçmeden tamamen sudan sebeplerle, o güzellik rezil ediliyor.

Dedik ya bazı arkadaşlar takım tutar gibi belediye ya da belediye başkanı tutuyor.

Bu arızalı yapı, şehre dair hizmetlerde yıkıcı bir fonksiyon üretiyor. Misal; belediyeler şehri güzelleştirmek için çeşitli projeler uyguluyorlar. Tut ki bu uygulama sırasında belediyenin biri ötekine göre biraz önde oluyor yahut da adından fazla söz ediliyor.

Hemen kızılca kıyamet koparılıyor. Bir bakıyorsunuz ki adam inadı uğruna beyaza kara diyor.

Arada katre uğrayan ise şehir oluyor. Bıraksak yapılacak işler yapılsa taşlar da yerli yerine oturacak. Şehrin vicdanı ve kanaati nasılsa yapılan güzel işe önce bir isim koyacak, ardından da o güzel işe imza atanların hakkını teslim edecek.

Tersi oluyor:

Falanca belediye yapıyorsa kötü, filanca belediye yaparsa çok iyi!

Bu anlayış biran önce mağlup edilmez ise, Erzurum’un sinesinde açacağı yaralar herkesin canını yakacaktır.

Ç
ünkü Erzurum’un bu lüksü taşıyacak gücü yok. 
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.