Siyasetten siyaseten bir şeyler yazarsanız; biraz düşünür ve ona göre seçersiniz kuracağınız tümcenin kelimelerini.
Örmeye çalıştığınız duvar sağlam olsun diye, harcını fikirden eyleyip bazı sözcükleri yontarsınız, bazılarını da bir köşe taşı gibi yerleştirirsiniz yazınıza!
Arkeoloji kazısı değil ya!
Olur size bir köşe yazısı.
Hayat bu!
On iki Eylül gibi kapalımlarla küsersiniz kendinize ve ülkenize; demokratik açılımlarla aklınız karışır… Sonra alışırsınız bu düzene!
Üç kağıtta hep papazı açarsınız tezgahta!.. Kolay kolay bulamazsınız maçanın güzel kızını!
Binde bir olur!
Bütün kalbinizi basarsınız aşk tezgâhındaki bir kâğıda!
O da ne!
Kazandınız!
İşte maça kızı!
İşte yüreğinizin şansı!
Birçok düşünür düşünmeden hayatı tarif etmiştir!
Elbette düşünmeden tarif edecektir; çünkü, hayatı kendi açısından söylemiştir!
Kime sorarsanız sorun!
Hiç tereddüt etmeden tanımlar size hayatı!
Birine göre ‘kahbe’dir.
Birine göre ‘kalleş!”
Kimine göre, kara tahtanın önünde kara gözlü birinin aşk sözlüsüne kaldırılmış sınavıdır hayasız hayat dersi…
Kimine göre, cennete giden bir köprüdür…
Kimine göre de ömrü yontan törpüdür hayat!
Öyle de olur böyle de!
Peki, siz ne düşünürsünüz hayat için.
Özellikle hayatı hayat yapan aşk için!
Mesela, Leyla ile Mecnun sevdasının mitolojiden şekil ve isim değiştirerek gelen Tanrıların aşkı olduğunu öğrenirseniz, ne yaparsınız?
İnsan aşkına olan güveniniz sarsılır mı?
Yoksa, onlar gibi seviyorsanız, kendinizi tanrılardan biri mi sanırsınız!
Eğer hasretini çektiğiniz sevdiğinize kavuşursanız! İşte o an; aşkın değil, sevdanın değil, sevginin değil, hayatın gerçek tanımını yaparsınız.
Hayat, bazen ıssız bir sahilde beklemek, bazen de uçurumun kıyısındaki patikada yürümektir.
Beklemeyi ve yürümeyi bilmek hayatın formülüdür.
Kimi zaman hayatın has çocuğu, kimi zaman da hayatın haylazı olmak gerekir.
Ekmek mi?
Emeğiniz var ise az ya da çok yemeğiniz de olacaktır!
Aç veya tok!
Hayat bir şekilde yaşanacaktır!
Önemli olan, “heyhat,” demeden yaşanan bir hayattır!