Batum Limanı'nın yanından geçerek, Batum'un simgesi olan dünyaca ünlü Botanik Parkı'na gidiyoruz.
Etraf
modern bir görüntüye sahip değil, başımızın üzerinde bir teleferik
gözümüze ilişiyor, ama bu teleferiğin köhne bir görüntüsün olması,
sandalyelerinin altlarının olmaması, sistemin çalışmadığı izlenimini
veriyor.
Kafilemizle birlikte elektrikle çalışan araçlara binerek Botanik Parkı'nı gezmeğe başlıyoruz.
Park, dünyanın her köşesinden getirilmiş çok ender ağaç ve çiçeklerle bezeli.
Ağaçların
üzerindeki etiketlere bakıldığında, Çin'den Latin Amerika'ya,
Japonya'dan Asya'ya kadar, her coğrafyanın ağaçlarını görebiliyorsunuz.
Büyülü
manzaranın eşliğinde parkı gezerken, Gürcü gençlerin aşırı özgür
davranışlarını ve halk arasında alkol kullanımının yaygın olduğu
tespitini yapıyoruz.
Üst üste sığıştığımız bu araçlarda tabiatın
eşsiz görüntüsü bizi büyülüyor, Av. Sadrettin Ağabeyimizin "Tombili Kız"
türküsüyle de gezinin zevkini çıkarıyoruz.
Parkın içerisinde,
altın sarısı renkteki Japon Balıkları'nın bulunduğu havuzun önünde ve
birkaç durak yerinde fotoğraf çektirip dönüyoruz.
Havanın
kararmasıyla birlikte Botanik Parkı'ndan ayrılıp Batum'a yönelirken,
muhteşem şekilde ışıklandırılmış Batum görüntüsü hepimizi hayrete
düşürdü.
Işıklandırma o kadar güzel yapılmış ki gündüz gördüğümüz Batum'dan hiçbir eser yok.
Rehberimiz Maya bizi Meryem Ana Kilisesi'ne götürüyor, kilise kapalı olduğu için dışarıdan ancak bakabiliyoruz.
Burası
da çok güzel ışıklandırılmış, kilisenin önünden geçen herkesin durup
istavroz çıkarmaları, Gürcülerin dindar kişiler olduğunun ipuçlarını
veriyor.
Rehberimiz Maya; Hıristiyan olduklarını, kendilerinin
istavroz yaparken sağdan sola doğru, Katoliklerin ise soldan sağa doğru
istavroz çıkardıklarını, ayrıca Katoliklerin kiliselerinde insanların
oturduğu sıraların bulunduğunu, kendilerinin ise diz kırarak veya diz
üstü ibadetlerini yaptıklarının bilgisini bize veriyor.
Şehri gezince büyük bir parka giriyoruz, park oldukça büyük bir alan üzerine kurulu.
Parkta
oldukça yüksek bir Atlıkarınca mevcut, binmek istememize rağmen,
görevlinin bırakıp gitmesiyle arzumuzu yerine getiremiyor, Batum'u
yüksekten görme şansından mahrum kalıyoruz.
Parkın kuzey tarafında metal helezonlardan yapılmış, kadın ve erkek heykeller görülmeğe değer.
Birbirinden ayrı olan bu heykeller hareket halindeler, bir zaman sonra bütünleşerek tek bir beden görüntüsü veriyorlar.
Fazla zaman kaybetmeden "Eski Batum" olarak bilinen bölgeye doğru gidiyoruz.
Bu bölgedeki Hera Meydanı ve meydanın ortasındaki Medea Heykeli gerçekten takdire şayan bir görüntü oluşturmuş.
Heykelin elindeki post, mitolojik bir yansıma sunuyor.
Batum'un prestij köşelerinden biri olan bu meydanın yakınında, yine çok iyi ışıklandırılmış Rus yapımı binalar mevcut.
Şehir
plancısı Şahin Öner ve arkadaşı jeoloji mühendisi Metin Acar bu
meydanları, parkları ve uygulamaları her gördüklerinde, Erzurum
kıyaslaması yapıp nasılda hayıflanıyorlar.
Hera Meydanı'ndan sonra yine önemli yer olan Piyaza'ya geçiyoruz.
Etrafı
son derece güzel dizayn edilmiş, ortasında büyük bir boş alanın olduğu
bu yerin solunda güzel bir görüntüsü olan Saat Kulesi, kuzey tarafında
ise Aziz Nikola Kilisesi'ni görüyoruz.
Canlı müziğin gecenin sessizliğini bozduğu bu alana Sn. Başbakanımızın da geldiğini, yine rehberimiz Maya'dan işitiyoruz.
Kafilede yorgunluk belirtileri ve çaysızlık yavaş yavaş kendini belli ediyor.
Maya bugünkü son durağımız olan Batum Milli Parkı'na bizi götürüyor.
Yanı
başımızdaki binada şanlı bayrağımızı görünce heyecanlanıyoruz,
burasının Türk Konsolosluğu olduğu bilgisini yine Maya'dan alıyoruz.
Batum Milli Parkı gerçekten görülmeğe değer, oldukça geniş bir alana yayılmış, tabir yerindeyse ucu bucağı yok gibi.
Böyle bir mekânın Anadolu'nun hiçbir şehrinde olmadığı tartışması aramızda kabul görüyor.
Parkın girişindeki havuzlarda, müzik eşliğindeki ışık ve su gösterisi insanı mest ediyor.
Çay
içmek için girdiğimiz binanın terasında manzara eşliğinde çayımızı içip
günün son değerlendirmelerini yaparken, Zinnur Tiryaki'nin Abdurrahman
Hoca'ya yönelik esprileri ile günün yorgunluğunu atıp otelimize
dönüyoruz.
Hava ne sıcak, ne de soğuk, tam mevsiminde bir yolculuk yaptığımız söylenebilir.
Gündüz geçirdiğimiz yorgunluğumuzu iyi bir uyku çekerek telafi edip, saat sekizde kahvaltı salonunda ekiple bir araya geliyoruz.
Av. Sadrettin Haşıloğlu ve eşi tam teçhizat gelmişler, ne olur ne olmaz diye nevalelerini yanlarına almışlar.
Oturdukları
masanın üzerine evden getirdiklerini vitrin süsler gibi dizmişler,
iştahla kahvaltı yaparlarken, kafile dışından bir gencin gelip
"Maşallah; ezem ketesini, çöreğini de almış gelmiş" sözleri hepimizin
dikkatini çekiyor, bu kardeşimizin de Batum'a gelen bir Erzurumlu
hemşehrimiz olduğunu hemen anlıyoruz.
Otelin çevresinde bir müddet geziniyoruz, görüntüler bizim ilçelerin 15-20 yıl önceki durumlarına bir hayli benziyor.
Türkler burada yavaş yavaş iş kurmaya başlamışlar, İstanbul, Erzurum Lokantası gibi levhalar hemen dikkat çekiyor.
Binalar arasında uzatılan iplere asılı çamaşırları görünce, kardeşim Uğurla eski günlere dalıp gidiyoruz.
Karşılıklı
iki makara arasına uzatılan iplere asılan çamaşırları kurutma metodunu
rahmetli annemde uygulardı diye muhabbet ediyoruz.
Batum ile Tiflis'in arası 400 km civarında, bu da yaklaşık 6-7 saatlik bir yolculuk demek, bundan dolayı hemen yola koyuluyoruz.
İlk vardığımız yer Kobuleti, burası bir sayfiye şehri, plajların ve otellerin çokluğu kendini hissettiriyor.
İmtiyazlı
polit büro üyelerine ait olduğunu öğrendiğimiz deniz kıyısındaki büyük
binalar, sınıfsız bir toplum hikâyesini çürüten somut göstergeler gibi
ayakta duruyor.
Etrafı seyrederek geçtiğimiz Kobileti'den sonra, Rus dönemine ait onlarca fabrika binasının bulunduğu Kutaisi'ye varıyoruz.
Çürümeye terk edilmiş devasa fabrika binaları, okyanusta batmak üzere olan bir büyük geminin görüntüsünü hayale getiriyor.
İhtiyaçlarımızı görmek için şehir içerisinde küçük bir marketin önünde duruyoruz.
Yol üzerinde durduğumuz ve alış veriş yaptığımız dükkânlar, bizim köy bakkallarını aratmıyor.
Abaküsle hesap yapan bu ticarethaneleri görünce, ülke olarak ne kadar şükretmemiz gerektiğini bir kez daha idrak ediyoruz.
Ayrıca yollarda rastladığımız seyyar satıcılarda her türlü organik meyve bulunuyor, çileklerin tadına doyum olmuyor.
Yöresel
turşular, ekmekler, çanaklar, çömlekler ve ahşaptan hediyelik eşyalar,
yine yollardaki seyyarların tezgâhlarında alıcısını bekliyor.
Yollarda eski Sovyet döneminden kalma, eseri antika cinsinden acayip görüntülü kamyon, çöp arabası ve iş makinelerine rastlayınca, tarih öncesi vasıtaları görmüş gibi oluyoruz.
Kuteysi
fabrika çöplüğü gibi, hurda yığınlarının olduğu bir şehir, görüntüler
çağı yakalayamayan Sovyet rejiminin nasıl çöktüğünü sanki de anlatıyor.
Yakın zaman önce Ruslar tarafından işgal edilen Gori'den geçiyoruz.
Askeri binaların çokluğu ve dalgalanan büyük Gürcistan bayrağı, Gori'nin stratejik bir konumda olduğunu ifade ediyor.
Kat
ettiğimiz yol boyunca etrafın yemyeşil olması, hiçbir çıplak arazi
parçasının bulunmaması, yine öne çıkan görüntüler arasında yer alıyor.
Aracımızdaki tarihçi Yavuz Hoca'mız, geçtiğimiz yollarda tarihin yaprakları arasında bizi gezdiriyor.
Nuri
Paşa'nın komutasındaki İslam Kafkas Ordusu'ndan, Moskova Anlaşması'na
kadar her şeyi anlatan Yavuz Hoca'yı dikkatle dinliyoruz.
Batum
Milletvekili Edip Bey'in, Moskova Anlaşması'nın kabul edilmemesi
konusundaki mecliste yaptığı konuşmayı ve Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal
Bey'in; "Milli menfaatler doğrultusunda Batum feda edilmiştir" sözlerini
Hoca'mızdan öğrenmiş oluyoruz.