Adlarını Erzurum tarihine altın harflerle yazdırmış iki büyük müftümüz olmuş. İlki, Solakzade Sadık Efendi (1881-1960), ikincisi ise Sakıp Efendi `dir (1895-1968) mekanları cennet olsun...
Manevi iklimimizin solmayan bu yıldızları, gerek yetiştirdikleri öğrencileri, gerek verdikleri eserleri ve gerekse de Erzurum`a yaptıkları büyük hizmetlerle, hep önder oldular. Onlar, Hakk`a yürüdükten sonra da ölçü olmayı başarmış irfan sahibi Allah dostlarıydı.
Solakzade Sadık Efendi, Anadolu`nun en buhranlı döneminde müftülük yapmış bir büyük alim...
Harp görmüş cenk etmiş, zaruret hasıl olmuş muhacir olmuş...
Geçen hafta da, işte o Sadık Efendi`nin kızı Muammer Müftügil Hanımefendi ebedi aleme göç etti. Dikkat ettim hem cenaze namazında cemaat cılız kaldı, hem de defin sırasında Kur`an tilavet eden hoca ve hafızlarımız olması kadar değildi. Mümkün ki iletişim eksikliği yüzünden geniş kitleler haberdar olmamış olabilir. Fakat beklerdim ki, Erzurum`da kırk yıl müftülük yapmış ve kesintiye uğrayan Binbir Hatim`lerin yeniden okunmasını sağlamış bir büyük zatın kerimesi için müftülük daha özenli olur. Misal, mezarlıkta daha çok hafız bulundurulmalıydı. Gerçi Solakzade`nin talebelerinden olan Veli Hoca oradaydı, başka muhteremler oradaydı ve yine talebelerinden Fakrullah Hoca`nın oğlu Abdulkuddüs Bingöl oradaydı ve kulaklarımızın pasını sildiler ama Erzurum Müftülüğü, daha etkili olabilirdi. Hoş bundan bir sonuç çıkarmıyorum lakin mevzubahis Solakzade olunca, müftülüğümüzün o günkü cenazede iz bırakması gerekirdi diye düşünüyorum.
Artık eleştiri de para etmiyor...
Tekrar tekrar yazmaktan nefret ediyor olmama karşın ne yazık ki, şartlar yüzünden dönüp dolaşıp yine aynı konuları yazmak zorunda kalıyoruz. Çünkü kim nasıl eleştirirse eleştirsin, kim ne kadar eziyet çekerse çeksin, kim neler yazarsa yazsın yerel yöneticilerimizin umurunda değil. Sorunlar, artarak devam ediyor ve herkese hayatı artık çekilmez kılıyor.
Biz işkembeden sallamıyoruz. İşte Erzurum`un fotoğrafı ortada... Nereden ve nasıl bakarsanız bakın tam dağınıklık hali var...
-Bırakın kenar muhitleri şehrin en merkezi noktaları bile kamil anlamda çöpten arınmış değil.
-Bırakın ara sokakları veya tali yolları ana caddeler bile köstebek yuvasına dönmüş durumda.
-Bırakın sıkışıklığı, şehrin trafiği insanlara cinnet geçirecek kadar keşmekeş ve rezil.
-Bırakın yetersiz oluşunu, şehrin altyapısı senelerdir iflas vaziyetinde.
İşe bir yerlerden başlanmış olsa, en azından "falanca sorun çözüm sürecine girdi" deyip, gösterilen çabayı alkışlayacağız. Fakat gelinen nokta bize gösteriyor ki, sorunlar giderek artmakta ve bu sorunları çözme istikametinde güçlü bir irade yok.
Yetkililerimiz günü kurtarmanın ve alakasız meselelerin peşine takılıp gitmekten, ciddi konulara zaman bulamıyorlar. Oysa asıl görevleri, yaşanabilir bir şehir vücuda getirmektir. Ne hazin ki, yerel yönetim birimleri bu asli görevlerini arada bir yaparken, "önemli bir iş" yapmış gibi gösterip, övgü bekliyorlar.
Bir belediyenin temel ödevi; çöp, su, yol, ulaşım, otopark, yeşil alan ve imar hizmetleri değil midir? Ne zamandan beri belediyeler bu temel ödevlerini yerine getirirken, "büyük icraat" olarak takdim eder oldu? Veya ne zamandan beri, insanlar belediyeler asli görevlerini yerine getirsin diye yalvarır oldu?
Pek çok semti kuşatan çöp sorunu öyle bir hal aldı ki, sanırsınız bu bölgede belediye yok veya temizlik birimi iptal edilmiş.
Bu sorun öyle bir hal aldı ki, vatandaş ara sıra çöp kaldırıldığı zaman seviniyor; hatta telefona sarılıp belediye yetkililerini bile kutlayan oluyor!
Bir yetkili de çıkıp demiyor ki, "Ne münasebet efendim; biz çöp kaldırmakla asli görevimizi yapmış oluruz" demiyor.
Caddelerin köstebek yuvası olması, iklim şartlarına bağlanıyor. Kim şikayetçi oluyorsa aynı cevapla karşılaşıyor:
"Kar ve buz yüzünden asfalt bozuluyor"
Tamam... Bir yere kadar bu mazeret geçerli; fakat sırf kar ve buzun arkasına sığınarak, beceriksizliği örtbas etmek doğru mu? Erzurum gibi ağır kış şartlarına maruz kalan başka yerler de var. Ama oralar bizde olduğu gibi dökülmüyor.
Adam gibi altyapı ve asfalt yapmazsanız her kış aynı manzara tekrar edip durur.
Eski mahalleler bir yana, birkaç yıllık mazisi olan semtler bile rezil halde.
İşte bundan dolayı, "aynı şeyleri yazıp durmaktan nefret ediyorum" diyorum. Arşivi açıp baksam, kim bilir bir yıl içinde bu konuda kaç yazı yazmışımdır.
Nafile...
Yaz yaz dur. Değişen bir şey yok.
Erzurum`un yakasına yapışıp kaldı. Sanki bu şehrin kaderidir pis ve bakımsız olması...
En çok da yabancılara karşı mahcup oluyoruz.
"Neden Erzurum bu kadar bakımsız ve kirli?" diye soranlara, cevap verirken herkes zorlanıyor. Bir tek yerel yöneticiler rahatsız olmuyor.
Belediye başkanları eskiden bu tür eleştiriler karşısında, "Ne yapalım, hükümet başka partiden; biz muhalefetteyiz diye imkan ve kaynak verilmiyor" derlerdi. Tam da haklı olmasalardı bile çok da haksız sayılmazlardı.
Fakat günümüzde Erzurum`daki belediyelerin böyle bir yakınma hakları yok. Çünkü hem hükümetteler hem de tek başına güçlü bir iktidara mensuplar.
Buna rağmen merkezi hükümetten yeterince kaynak ve imkan temin edilemiyorsa, burada beceriksizliği kendilerinde aramaları lazım. Kaldı ki, bir şehrin çöp sorununu çözmek için de öyle kaynağa, imkana ihtiyaç yoktur. Hangi belediyeyi ele alırsanız alın, hepsinde artık merkezi hükümetten gelen ciddi ödenek var. Öyle ki, belediye başkanları personel fazlalığından sürekli dert yanıp duruyorlardı, şimdi artık maaş ödemekte zorlandıkları fazla personelleri de yoktur. Kaç aydan beri belediyeler, giden bu fazla personelden ötürü ciddi bir kaynak sahibi oldular. Buna rağmen şehir arzu edildiği gibi pırıl pırıl değil..
Burada sorunu kimde aramak lazım?
Ankara`yı suçlarsak haksızlık etmiş olmaz mıyız?
Misal, belediyelerin karla mücadele hizmeti için merkezi hükümetin ilave bir kaynak tahsis etmesi gereklidir. Bu konuda hangi başkan eleştiride bulunsa haklıdır. Ama şehrin temizlik hizmeti için merkezi hükümeti hedef göstermek, adres saptırmaktan başka bir şey değildir.
Kaldı ki, vatandaş da zaten bu adres saptırma numarasını yutmuyor.
Bu çağda artık çocuklar bile kimin görevi nedir, kim nereye kadar yetkilidir biliyor.
Sözün özü, biz yazmaktan bıktık, yerel yöneticilerimiz vurdumduymazlıktan bıkmadı.