18 Aralık Dünya Göçmenler Günü'ydü.
Yoksullar Haftası gibi, o da; "Fukaranın yüzü soğuk olur" misali ne kimse tarafından duyuldu, ne de dile getirildi.
Sorumluluk mevkiinde olanlar, etkili ve yetkililer ile şehrin beyleri, köyün ağaları yine ortalarda görünmediler.
Bu konu, Kardeş Aile Projesi'nden bahsedenlerin bile ilgisini çekmedi.
Dünya üzerinde 200 milyon civarında göçmenden bahsedilmektedir.
İnsanların yaşadıkları ülkelerinden; doğal afet, savaş, ekonomik şartlar, can güvenliği, etnik ayrımcılık, din ve mezhep baskısı, geçim sıkıntısı, iklim koşulları gibi nedenlerle ayrılıp, normal veya kaçak yoldan başka bir ülkeye gitmelerine "Göç" denilmekte, Göç eden insanlara da "Göçmen" ismi verilmektedir.
Bu göçler; can güvenliği, insan hakları ihlâlleri, savaş, deprem gibi zorunlu şartlardan dolayı olduğu gibi, sıcak bir iklimde yaşamayı tercih etme, kolay iş bulma, rahat geçinme, eğitim ve sağlık imkânlarından daha iyi faydalanma gibi zorunlu olmayan nedenlerle de olabilmektedir.
Zorunlu olarak başka bir ülkeye sığınan ve bu sığınması o ülke tarafından kabul edilenler ise, mülteci olarak kabul edilmektedirler.
Günümüz dünyasında 43 milyon mültecinin olduğu bilinmektedir.
Mülteci kabul etmeyen bir ülkeye kaçak yolla gitmiş olanlar ise ilk önce sığınma başvurusunda bulunarak sığınmacı statüsü elde etmeye çalışırlar.
İşte bu zorunlu göç münasebetiyle kaçak yollarla umuda yolculuğa çıkanların trajik hikâyelerini televizyonlarda görüp gazetelerden okumaktayız.
Üst üste bindirildikleri botun batması neticesinde denizin soğuk sularında boğulan onlarca insanın cansız bedenleri, en sık gördüğümüz haberler arasında yer almaktadır.
Geldikleri kaçak yollarda soğuktan donanlar, sarp geçitlerden geçerken uçurumlardan düşüp kaybolanlar, sığındıkları evlerde kömürden zehirlenip ölenler, araçların zulalarında balık istifi taşınanlar, parasız pulsuz insan tüccarlarının elinde köle muamelesi görenler, parklarda yatıp kalkanlar, intihar edenler, duyduğumuz ve gördüğümüz vicdan sızlatan manzaralardır.
Son zamanlarda ülkemize Afganistan, İran, Suriye ve Irak gibi sorunlu ülkelerden yoğun miktarda göçmen gelmektedir.
Düne kadar iltica ile ilgili yasası bile olmayan ülkemizde bu yoğun insan trafiği bir takım sıkıntıları da beraberinde getirmiş, daha doğrusu bu soruna hazırlıksız yakalanmıştık.
Bu aşamada yapılan plânlar neticesinde 51 vilayet pilot il olarak tasarlanmış ve gelen sığınmacılar bu illere sevk edilmişlerdir.
İşte bu illerden biri de Erzurum olarak belirlenmiştir.
Bu sebepten dolayı son iki buçuk yıldan beri şehrimizin mahallelerinde, cadde ve sokaklarında çoğunluğunu Afganistanlıların oluşturduğu sığınmacıları görmekteyiz.
Hepsinin ayrı bir hikâyesi olan bu kardeşlerimiz; Amerika, Avustralya, Kanada, Norveç gibi üçüncü bir ülkenin kendilerini kabul etmeleri için şehrimizde kalmaktadırlar.
Afganistan'ın Kâbil şehrinden ailesi ile birlikte kaçak olarak gelen Muhammed bu kardeşlerimizden biri.
Muhammed'in iki kızı ve bir oğlu var.
Çocukların yaşları küçük, öyle ki ikisi ilkokul üçüncü sınıfa gidiyor, en küçük kızı ise daha okula gitmiyor.
Muhammed'in hanımı Fatma ise akıllı ve kendine güvenli genç bir anne?
Taliban'ın kasıp kavurduğu Afganistan'dan can güvenlikleri için kaçmak zorunda kalan bu aile, Afganistan'da neleri var neleri yok satmışlar ve ellerine geçen parayı insan kaçakçılarına vererek umut yolculuğuna çıkmışlar.
Bir müddet İran'da kalan aile, İran devletinin onlara 15 gün müddet vermesi üzerine Türkiye'ye kaçmaya karar vermişler ve anlaştıkları kaçakçılar onları Türkiye'ye götürmek üzere İran'ın Urumiye şehrine getirmişler.
Urumiye'den sınıra yakın bir köye gelen bu aile, diğer kaçak göçmenlerle birleştirilmiş ve kafile 45 atlı bir konvoyla yola koyulmuş.
Her ata iki kişi bindirilerek yapılan bu zorlu yolculuk, at sırtında tam 17 saat sürmüş.
Yürüyüş esnasında ses çıkarmak ve gürültü etmek yasaklandığı için, uçurumun kenarından geçerlerken 13 yaşlarında bir çocuğun attan düşüp uçuruma yuvarlanmasına tanık olan kafilede tek bir ses dahi çıkartılmamış.
Olayı fark eder gibi olan annenin sesi, "Bir kaya yuvarlandı" denilerek kaçakçılar tarafından kesilmiş.
Kafile Türkiye'ye geçip sayım yapıldığında, anne yuvarlananın oğlu olduğunu anlayıp başlamış feryadı figan etmeye, ama parasını alan kaçakçılar: "Yuvarlandı gitti" diyerek anneyi terslemişler.
Muhammed ve ailesi dil bilmediklerinden dolayı dertlerini tam anlatamamışlar ve Doğu Beyazıt'ta kendilerini nezarette bulmuşlar.
14 günlük bir hapislikten sonra aile serbest bırakılmış ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne müracaat etmeleri kendilerine ifade edilmiş.
Muhammed cebindeki son para ile Ankara'ya gidip BMMYK müracaat ettiğinde, kendilerine12 gün sonra gelmeleri söylenmiş, aile bir kez daha büyük bir sıkıntı içerisine düşmüş.
Yatacakları yerleri ve paraları olmayan aile Ankara'da buldukları bir parkta 12 gün geçirmişler, bu süre zarfında ailenin durumundan etkilenen birkaç yaşlı bayanın verdikleri bisküvi, süt ve battaniyeler ile 12 günü tamamlamışlar ve BMMYK müracaatlarını yapıp Ağrı'ya gönderilmişler.
Bir müddet Ağrı'da kalan aile, evin hanımı Fatma'nın hastalığı münasebetiyle Erzurum'a sevk edilmiş.
Bir buçuk yıldan beri şehrimizde yaşayan bu aile, Türkiye'den ve Türk insanından çok memnunlar.
Muhammed'in evini geçindirecek kadar bir işi var, çocukları çok güzel Türkçe konuşuyorlar.
Geçen gün evlerine ziyarete gittiğimizde, anne Fatma'nın; "Allah Türk devletine dert vermesin" diye dua etmesi bizi bir hayli duygulandırmıştı.
Bu ziyaret esnasında Muhammed'in beş tane İslam ülkesi gördüğünü, ama bunlar içerisinde Türkiye'nin çok rahat ve güzel olduğunu vurgulaması da hoşumuza gitmişti.
Umuda yolculuk eden bu Müslüman aile, belki de ezan sesinin duyulmadığı bir Hıristiyan ülkesine gönderilip, oranın vatandaşı olacaklar.
Aynı dine inandığımız, aynı kıbleye yöneldiğimiz bu göçmen kardeşlerimiz ve çocukları, gittikleri yabancı bir dinin mensupları arasında eriyip, belki de kaybolacaklar.
Kız çocuklarının okutulmadığı, kadınların doğum için dahi hastaneye gidemediği, bir canın bir tavuk hükmünde bile sayılmadığı ülkelerinden ayrılan bu kardeşlerimizi gördüğümüzde, güçlü bir devletin, bağımsız bir ülke olmanın, bayrağın ve istiklâlin ne kadar önemli olduğunu tekrar hatırlıyoruz ve "Allah devletimize ve milletimize zeval vermesin" diye dua ediyoruz.
Şehrimizde geçici olarak misafirimiz olan bu kardeşlerimizin hepsinin ayrı bir hikâyesi var.
"Göç göç oldu, göçler yola dizildi" türkülerinin yakıldığı Erzurum, bu göç olgusunun en iyi yaşandığı yerlerden biridir.
Bundan dolayı toprağından kopmanın ve ona hasret kalmanın acısını en iyi Erzurumlu bilir.
Çaresizlik, fukaralık, can kaygısı taşıyan bu garibanlar ordusuna; "Müminler ancak kardeştirler" ilkesi doğrultusunda el uzatmak, bizim kültür değerlerimizin bir emridir ve büyük bir imparatorluğun varisleri olarak sorumluluğumuzun gereğidir.
Allah kimseyi vatanından, yerinden, yurdundan etmesin.