Kim ne anlatırsa anlatsın hikâye... Erzurum esnafı son yılların en ağır krizini yaşıyor.Bunun genel gidişatla filan bir ilgisi yok; yerel kriz. Bakmayın siz, "işler nasıl sorusuna", "çok şükür idare ediyoruz" cevabının verilmesine... Aslında esnafın kahır ekseriyeti idare bile edemiyor.
İnanmıyorsanız çıkın çarşıya pazara... Gidip sorun bankacılara bakın size neler anlatacaklar neler.
Ödenemeyen çekleri mi, protesto yiyen senetleri mi soruyorsunuz?
Daha da kesmedi, işte Maliye de orada SGK da... Hele bi de onlara sorun; göreceksiniz esnafın nasıl kuru yaprak gibi patır patır döküldüğünü...
Buna rağmen herkes aynı bilindik geleneksel yola başvuruyor:
Kan kustuğu halde, kızılcık şerbeti içtim; diyor!
Sanmayın ki yalnızca Gürcükapı'daki bakkal efendi ya da Kavaflar'daki kunduracı perişan... Hiç şüpheniz olmasın hemen hergün o dolup dolup boşalan AVM'lerdeki markacılar da dökülüyor. Isınma amacıyla girip çıkanlar birer çay, en ucuzundan da birer tost yememiş olsa; kapitalist düzenin o görkemli tapınakları, kartondan şato gibi kalacaklar öylece...
Neyse ki krizin bu en şiddetli vaktine, mekteplerin yarıyıl tatili denk düştü. Belki bu sayede Erzurum'a kayak için gelenler çarşı pazara taze kan sunarlar.
Yoksa esnafın hali hal değil...
BİZİM HİÇ SUÇUMUZ YOK MU?
Tamam; bu anlatılanlar aynı ile vaki... Fakat bizim hiç mi kabahatimiz yok?
Şayet bir özeleştiri yapmazsak, korkarım ki bu kriz ortamlarıyla beraber yaşamaya devam ederiz.
Gelin şimdi doğru oturup, doğru bir tespitte bulunalım.
Önce...
O yapıyor, beriki yapıyor, meselesini bir kenara bırakalım. Kim yapıyorsa yapıyor işte. Değil mi ki o yapılan şeyin faturasını bütün bir şehir ve de esnaf ödüyor.
Yapılan o şey; yabancıyı kazıklamak, kandırmak, aldatmaktır.
Evet; üzgünüm ama ne yazık ki Erzurum'da son yıllarda giderek artan haliyle böyle bir sorun yaşıyoruz.
İşimiz icabı sürekli seyahat ediyoruz. Bu sebeple birbirinden bağımsız onlarca, yüzlerce insanla muhatap oluyoruz, tanışıyoruz, konuşuyoruz.
Erzurum'un nesi meşhur?
İlk sırada, Oltutaşı değil mi?
Ha işte ilk soruda tam da buradan geliyor.
"Yahu birader Erzurumlusun bilirsin, hele bak bakalım ki bu tespih hakiki Oltutaşı mı?"
Eyvah...
Korktuğumuz başımıza gelecek. Çünkü adamın, tespih namına uzattığı o siyah boncuklar, tâ uzaktan "ben Rus taşıyım, yani sahteyim" diye bağırıyor.
Kim ya da kimler satıyor bilemem... Ama şunu çok iyi biliyorum ki, ülke genelinde böyle binlerce siyah boncuk, milletin elinde Oltutaşı diye çevrilip duruyor.
Hiç boşuna bağırmayın da sövmeyin de...
Adam, "Erzurum'dan aldım" diyor. Yahut da "Erzurumlu bir dostum hediye etti" diyor.
Gelin önce bu artık akut hal alan kötü huydan kurtulmakla işe başlayalım.
İlla ucuz, harcıalem işe de talep var diyorsanız; satarken belirtin. Deyin ki "sayın müşteri o baktığınız 20 liralık tespih sahtedir, plastiktir yani. Ama hakiki Oltutaşı istiyorsanız işte budur ve fiyatı da işte şudur"
Tercihi müşteriye bırak; ama yalan söyleme kandırma...
2011 Kış Oyunları sırasında, belki de on binlerce tespih, kolye ve türevleri satıldı. Bunların bir kısmı dünyanın çeşitli yerlerine gitti, bir kısmı da Türkiye'de...
Kimse kimseyi kandırmasın, hepimiz biliyoruz ki o on binlerce ürünün en az yarısı sahteydi.
Dedim ya kim yaptıysa yaptı veya hâlâ yapıyor.
Bu yanlış adamları bulup ortaya çıkarmak ve onları düzeltmek yine bu esnafın görevidir.
Biz beş kardeşiz beşimiz de birbirimizi biliriz. Şimdi o Taşhan da hangi esnaf, kimin ahaliye plastik boncukları Oltutaşı diye kakaladığını bilmiyor mu Allah aşkınıza?
Taksiciler de çok farklı değil. Hele hele de havaalanına çalışan o çok bilmiş taksiciler.
Denk düşürdüler mi "elin gâvuru"na üç misli çakıyorlar.
Bir zamanların İstanbul taksicileri gibi...
Peki cağ kebapçılara ne demeli?
Oltutaşı'ndan sonra ki en meşhur ürünümüz cağ kebap değil mi?
Nasıl oluyorsa oluyor, birinde cağın tanesi 7 lira, berikinde iki lira...
Yahu hanginizin eti sahte ya da hanginiz kaçak et kullanıyorsunuz?
Tıpkı tespihçilerde olduğu gibi üç kâğıtçının yanında namuslu esnaf da yanıyor.
Etin kilo fiyatı belli...
İki liraya cağ nasıl oluyor?
Sadece onlar değil, hepimiz kendimize bir çeki düzen vermeliyiz.
Çünkü bu şehir artık bir turizm şehridir ve besbelli ki giderek de daha çok yerli ve yabancı misafirimiz olacak.
Taşhan'dan tespih alan bir misafir göğsünü kabarta kabarta eşine dostuna göstermeli. Demeli ki "bak Erzurum'dan Oltutaşı tespih aldım."
Cağ kebap yiyen de şaşırıp kalmayacak. Birinde tanesi yedi lira olan cağ, öbüründe niye iki lira?
Taksiye binen turist arkasına rahatça yaslanabilmeli. Düşünmeli ki Erzurum'dayım ve Erzurumlu kimseye iki üç kat ücret kitletmez.
Bu gerçeklerle yüzleşemezsek ve yanlışları törpüleyip atamazsak inanız ki kendi ellerimizle kendi hükmümüzü icra etmiş oluruz.
Yahu bu şehir, askerden, garibandan talebeden çay-çorba parası almayan esnafı ile nam salmış bir şehirdir.
Şimdi aynı şehir, "veli nimetim" dediği öğrenciye kazık atmak için bilmiyor ki daha ne şeytanlık yapsın.
Bu şehirde asırlardan beri "Binbir Hatim"ler tilavet olunmakta. İyi ki de öyle... Ama keşke her yıl değil binbir, binlerce okuyup duasını törenle yaptığımız o hatimlerin bize ne dediğini de bilsek...
Nur içinde yatsın, Akif diyor ya...
İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!
Yoksa, bir maksad aranmaz mı bu ayetlerde?
Lafzı muhkem yalınız, anlaşılan, Kur'an'ın:
Çünkü kaydında değil, hiç birimiz mananın
Ya açar Nazm-ı Celil'in, bakarız yaprağına;
Yahud üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kur'an, bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!
Asırlardan beri Binbir Hatim'lerin katlanarak okunduğu bu şehirde, şayet bir yabancı gittiği esnaf tarafından kazıklanıyorsa, yazıklar olsun bize ki, O Nazm-ı Celil'den bihaberiz.
Evet; kriz olmasına kriz var. Bunda şüphe yok. Lakin o krizin bir müsebbibi de bizzat biziz...
Öğrenciyi yolunacak kaz, misafiri çakılacak mal gördüğümüz sürece; daha çok ağlarız, çoookkk...