Garip Anadolu'nun köylerinden birinde ailenin tek erkek evladı olarak dünyaya gelmişti.
Dedesi Çanakkale Savaşlarına katılmış, babası Kore Gazisiydi.
Adını, Gazi koydular.
Sağlıklı ve gürbüz bir çocuktu, büyüdü ailenin umudu oldu.
Hesaplar onun üzerine yapılıyordu.
Güzel bir kızla nişanlanacak, ileride evlenip çoluk çocuğa kavuşacak, artık köydeki işleri o yürütecekti.
İlkokulu bitirmişti, daha ilerisini okumak için imkân bulamamıştı.
Bıyıkları terledi, sevda yüreğine düştü, askerlik vakti gelmişti, çağırdılar; gitti?
Dedesi gibi, babası gibi, diğer Anadolu'nun yağız delikanlıları gibi eline kınalar yakılarak, dualarla, davul zurna ile uğurlanarak gitti.
Askerlik vatan borcuydu, bedeli ne olursa olsun ödenecekti.
Şehitlik ve gazilik kavramlarını çok iyi biliyordu.
Bildiği bir şey daha vardı, gelen şehit cenazelerinin adresi, Anadolu'nun fakir fukara evleriydi, sanki kurşun adres soruyordu.
Yurt dışında eğitim bahaneleriyle, uyduruk sağlık raporlarıyla, hatırlıların tavassutları gibi dolambaçlı yollardan askerlik dışında kalmak gibi basitlikleri hiç bilmedi.
Sormadı da; "Geçmişte de böyle olmuştu" diye aklından geçirdi.
"Yemen yolu çamurdandır, karavana bakırdandır, zenginimiz bedel öder, askerimiz fakirdendir" mısralarının, elbette boşuna söylenmediğini biliyordu.
Aynı kaderi paylaştığı Mehmetlerle birlikte, ülkeyi bölmek isteyen teröristlere karşı yiğitçe savaştı.
Kalleşçe tertiplenmiş pusuya düşürüldüklerinde, onun için yeni bir hayatın çileli serüveni başlamış oldu.
Belden aşağısı felç olmuş, kader onu tekerlekli sandalyeye mahkûm etmişti.
Diğer arkadaşları gibi uzun bir tedavi süresi geçirdi.
Şimdi kendi kader arkadaşları ile birlikte "Türkiye Harp Malulü Gaziler ? Şehit Dul ve Yetimleri Derneği"nin çatısı altında nefes almaya çalışıyor.
Uzun yıllardan beri ülkede olup biteni anlamaya kafa yoruyor.
Şehitlik ve gazilik kavramlarının gitgide içerisinin boşaltıldığının, bizi biz yapan mukaddes kavramların hafife alındığının hissine kapılıyor.
Elini kolunu sallayıp giden teröristleri, İmralı canavarı ile olan muhabbetleri bir türlü hazmedemiyor.
Suriye'de savaş isteyenlere karşı, Gazi'nin; "Yurtta sulh, cihanda sulh" cümlesini hatırlayarak, tutmayan ayaklarına bakıp, boğazında düğümlenen cümlelerini yutuyor.
Yarın Gaziler Günü.
"Yine aynı seremoniler, yine aynı dilek ve temenniler sunulacak" diye aklından geçiriyor.
"Davete icabet etmek lazım" da "Nasıl" diyor.
Asansörü olmayan altı katlı binanın, altıncı katında bulunan; "Türkiye Harp Malulü Gaziler ? Şehit Dul ve Yetimleri Derneği" binasına çıkamayacağını biliyor.
Sabahı düşünürken, uzun yıllardan beri etkili ve yetkililerin dernek binası için verdiği sözler aklından geçiyor.
Karmakarışık duygular içerisinde başını yastığa koyduğunda, "Yine de bu vatan ve bu bayrak için her şeyi vermeğe değer" diyor.
Almış olduğu Gazilik unvanının dünyevi unvan ve statülerden daha yüce olduğunun hazzı ve rahatlığı ile "Söz konusu ülkemse; bin canım olsa, yine de koşar giderim" diyor.
"Vatan size minnettardır" diyen milyonlarca ülke insanının seslerini kulağında hissediyor.