“Bitaraf olan bertaraf olur!”
Tam da tarafsızlar kervanına katılacakken söylenir mi bu söz yani!
Şimdi mecburen bir taraftan bir tarafı seçerek, o seçtiğimiz taraf tayfasına katılacağız; aksi halde yok sayılmak ve de bir hiç gibi ortada kalmak işten bile değil!
Memleketimizin en önemli meselesi durumuna sokulan ve on iki Eylül günü oylanacak olan Anayasa’daki bazı maddelerin değişmesine ne diyeceğiz!
Evet mi, hayır mı?
Son günlerde eski bir şarkı dilime takılıp durmakta.
Evet mi, hayır mı?
Söyle bana nedir senin cevabın.
Beklemek istemem.
Ne olacak bilinmez ki yarın…
Ne olacak bilinmez ki yarın!.. İşte bu çok önemli ve anlamlı gelmekte ben ve benim gibi bitaraflıktan sıyrılıp bir taraf olmak için düşünenlere.
Siyasiler ve fikir önderleri tam da içinde bulunduğumuz kutsal aya yakışacak şekilde bazen bir meddah, bazen bir imam, bazen de ham bir armut gibi kendilerini medya meydanına atmaktalar.
Bir taraf; şundan, bundan, ondan dolayı ‘evet’ demelisiniz!
Ve öyle bir anlatılıyor ki ‘evet’ demenin gerekçeleri, insanın birden “ohh, yes, yes, yes…” diyesi geliyor!
Diğer taraf da; hayır efendim, sakın hayırsız evlat olmayın ve de evet mührüyle ‘hayır’ diyin, diye bastırıyor!
İnsanın kafası karışıyor!
Çıkın sokağa önünüze gelenlere, evet mi hayır mı diye sorun bakalım.
Çoğundan evet ya da hayır cevabını alacağınız kesin. Kesin olmayan ise, bu cevapların gerekçelerini bilmedikleridir.
Bırakın değişen maddeleri, Anayasa’mızın birinci maddesinden bile bihaber olan yurdumun ekmek peşinden koşanlarından bunu beklemek kavak ağacından kiraz toplamaya benzer.
Neden ‘evet’ ya da neden ‘hayır?’
Bir. Ben bilmem, parti bilir!
İki. Ben bilmem, hocam bilir!
Üç. Ben bilmem, ağam bilir!
Dört. Ben bilmem, örgüt bilir!
Bu yanıtlardan doğal daha ne olabilir ki! Otuz yıl önceki On iki Eylül’de düşlerde bile düşünmeyi yasaklayan tohumların bugünkü başakları değil mi büyük bir çoğunluk?
Şimdi de kalkın otuz yıl sonraki on iki eylülde sorgulayarak ve düşünerek oy kullanılmasını bekleyin!
Haksızlık olmaz mı?
Bu on iki sayısında garip bir güç olmalı.
On iki burç… On iki ay… On iki havari… On iki imam…
Neyse bunları karıştırmadan biz bu yılın on iki eylülüne dönelim tekrar.
Artık belli oldu ki, büyük bir çoğunluk değiştirilen maddelere bakacak durumda değil!
Bu çoğunlukta ‘evet’ diyecek olanlar da, ‘hayır’ diyecek olanlar da değişikliklerin niteliğine bakmadan tercihlerini yapacaklardır; hatta şimdiden yapmışlardır bile.
Bu referandum Anayasa oylamasının uzağına düşmüştür. Ak Parti hükümetinin değil, Sayın Başbakan’ın ‘evet’lenmesi veya ‘hayır’lanmasıdır.
Hal ve gidiş böyleyken Sayın KILIÇDAROĞLU bu ortamda söylenebilecek en son sözü söyledi. Genel af!...
Her ne kadar sonradan toparlamaya çalıştıysa da bu yaklaşımı haklı olduğu birçok konuya gölge getirdi.
Peki Sayın BAHÇELİ ne diyor meydanlarda.
“Seni Yüce Divan’a götürmeyen namerttir!
Bunu duyan Başbakan da gürül gürül gürlüyor.
“Biz bu işe soyunurken beyaz gömleğimizi de giyindik!”
Yani olacak şey mi, söylenecek sözler mi bunlar!
Bu tür söylemler eskiyip, bıktırıcı olmadı mı sizce de?
Asıl meydanlarda bağırılması gereken KPSS’deki rezalet değil midir?
Bu sınavdaki soruların nasıl ve kimler tarafından belli bir guruba sızdırıldığının irdelenmesi ve asıl kadrolaşmanın nasıl yapıldığını sorgulamak dururken, bu tür söylemlerle nereye varılır ki!
Asıl mesele, artık medyada rahatça bahsedilen ve savunulan özerklik meselesinin, nasıl oluyor da bu kadar yol aldığını düşünmek değil midir?
Evet! Erzurum’da “evet” fark atacak gibi.
Atsın bakalım!
Hiç alakası yok ama belki Erzurum’un göbeğinde bulunan İSMET PAŞA Caddesi’nin yolları ve kaldırımları düzenlenir; belki Emniyet Müdürlüğü’nün yanındaki sokakta, yani duvarının iki metre ötesinde biriken devasa çöp yığınına bir çare bulunur.
Gerçi o caddenin ismi İSMET PAŞA olduğu sürece benim pek umudum yok; ama bir umut işte!
Yoksa o caddenin adını değiştirmek mi gerekir!
Mesela, “GÜLENLER” caddesi pek uygundur!
O zaman asfaltı asfalt gibi, kaldırımı kaldırım gibi olurdu.
O açıkta duran çöp tepeciğine de bir çare bulunurdu.
Evet mi, hayır mı?
Şimdilik bir hiç olarak kalalım bakalım. Yani bertaraflar tayfasında yerimizi koruyalım!
O güne daha var.
Bekleyelim, hele siyasiler ve fikir önderleri biraz daha konuşsunlar!
Biz de o eski şarkıyı mırıldanmaya devam edelim.
“Ne olacak bilinmez ki yarın!..”