BölgeHaber Girişi : 29 Ağustos 2010 04:11

Erzurum'un Türkü Paşası'ndan selam var!..

Erzurum'un Türkü Paşası'ndan selam var!..
Raci Alkır, nam-ı diğer Erzurum'un türkü paşası, hayatı ve sanatıyla ödemiş bu unvanın bedelini. 77 yıllık ömrünü vakfettiği iki şey var; biri dünyaya mal ettiği türküler, diğeri ayrılmayı ihanete eş saydığı memleketi Erzurum... Sanat Çınarı Raci Alkır, A

Erzurum Ajans-Davudi sesiyle ‘Hani yaylam hani senin ezelin’ diye bir başladı mı, bütün Erzurum, radyoları başına kilitlenirmiş.  Sonra İstanbul’a, Ankara’ya da ulaşmış bu ses. Kendi derlediği türkü, soyadı yerine anılır olmuş. Aspendos’ta mikrofona gerek duymadan başlamış ‘Geçti isyan ile ömrüm’ gazelini okumaya. O ses, gök kubbenin altında yankılanmış uzun süre. Otobüs biletini cebinden eksik etmemiş, işi bitince Erzurum’a dönmüş yüzünü. Baba ocağını terk etmeyi aklına bile getirmemiş. Bu kararın bedelini de ödemiş. Kendi tabiriyle sahnede bir türküyü zor okuyanlar yat kat sahibi olurken o 650 liralık emekli maaşıyla idame ettiriyor hayatını. Ama ne gam! Erzurum ona ‘Paşa’ unvanı vermiş ki, Raci Alkır’ın bu payeyi hiçbir bedelle takas etmeye niyeti yok.

Bazı şehirler kendi kaderleriyle yoğuruyor sanki evlatlarının hamurunu. Bazı insanların sesinden, sözünden, yüzünden anlaşılıyor hangi toprağa ait olduğu. Erzurum’un da çok emeği var çocukları üzerinde. Boşluğu başka şeyle doldurulamayacak bir mühür nakşediyor gönüllerine. Yüzleri, türkülerine benziyor. Masum, derin, acılı lakin gayretli, ümitvar… Bu imajın ne kadarı hakikat, ne kadarı uzaktan uzağa örülmüş bir efsun?.. 77 yıllık ömrünü Erzurum’a, Erzurum türkülerine adayan Raci Alkır’ı dinledikçe pekişiyor düşüncelerimiz. Tanpınar 1924’te, daha dünyaya gelmeden onu tarif ediyor âdeta; ‘Kubbeyi tepesinden atacak kadar gür sesli’ bu adam, türküleriyle Doğu Anadolu’nun, Erzurum’un romanını yazıyor.

Bir zamanlar sıtma görmemiş sesiyle şöhret basamaklarının en üstüne kadar tırmanmış Raci Alkır. Zeki Müren’in 500 lira aldığı gazinolar ona gecede 1000 lira teklif etmiş. Fakat memleketinden ayrılmayı ihanete eş görmüş. Radyodan ulaşmış sevenlerine. Davet edildiği her yere gitmiş, köy köy dolaşıp türkü derlemiş. Öğrenci yetiştirmiş. Zaman geçmiş, beraber yola çıktığı dostları birer ikişer usanmış Erzurum’un uzaklığından, başka meskenler tutmuş kendine. Alkır, Erzurum’u beklemekten hiç vazgeçmese de şehriyle kader birliği etmişçesine uzaklaşmış. Yaşlılık, hastalık derken Erzurum’un sokaklarından da kopmuş. Evini yol edinmiş dostlarıyla elinin altındaki iki alete inmiş dünyayla bağlantısı; telsiz telefon ve televizyon kumandası.

Raci Amca eşi ve kızıyla, Palandöken Dağı’nın eteklerinde, mütevazı bir apartman dairesinde yaşıyor. Birkaç gün önce taburcu olmuş hastaneden. Odasında dinleniyor. Dantelli kılıf geçirilmiş yastıklar destekliyor sırtını. Biraz şaşkın. Bunca zamandır neredeydiniz demek hakkı olsa da, nasibimize, “Taa İstanbul’dan buraya benim için mi geldiniz?” memnuniyeti düşüyor.

Erzurum denince akla ilk gelen türküleri derleyen, emsali zor bulunur sesiyle Türkiye’ye mal eden kişi Raci Alkır. Daha çocuk yaşta Alvarlı Efe Hazretleri’nin zikir meclislerinde başlamış musiki ile ilişkisi. Sonra pek çok imkân serilmiş önüne. Gazinoda sahneye çıkmamış. TRT’nin, “Erzurum’daki Müzik Yayınları Şubesi’ni kapatıyoruz. Sen gel Ankara’da uzman ol!” teklifini mesai arkadaşlarını yarı yolda bırakmamak için kabul etmemiş. Bununla da kalmamış. Kapatma kararı kesinleşince taksi tutup, tatil yapan genel müdürünü bulmak için yola düşmüş. Erdek’te üzerindeki takım elbiseyle dikilmiş karşısına: “Gel ve kararı geri al!” diye. Onun cesareti sayesinde bugün Ankara, İstanbul, İzmir dışında sadece Erzurum’da Müzik Yayınları Şube Müdürlüğü bulunuyor.

1933’te Erzurum’da ‘Hasan-ı Basri’ Mahallesi’nde dünyaya geliyor Alkır. İlkokuldan sonra terzi çırağı olarak atılıyor hayata. Askerlik yaşı gelene kadar kalfalığa yükseliyor. Teskere alıp dükkân açıyor, derken evlilik, çoluk çocuk… Tevazua gerek görmüyor, ne kadar iyi bir terzi olduğunu anlatırken. Ama ilkokulda müsamereler vesilesiyle çıktığı sahneden inmeyi de getirmiyor aklına. Önce Halkevi’nde, orası dağıldıktan sonra Halk Oyunları Derneği’nde giderek ilerletiyor icracılığını. 1960’ta bölge radyosu kurulana dek müzik hobi olarak yer alıyor hayatında. Eşi Şükran Hanım, o günlerin en parlak mesleklerinden birine sahip, terzi diye kabul ediyor evlenmeyi. Söylemeye ne hacet, sanatçılığın itibarı yok 50’lerin Erzurum’unda. Derken 1960’ta TRT Bölge Radyosu açılınca işin rengi değişmeye yüz tutuyor. Dernek korosu haftada 2 gün ‘Yurttan Sesler’ programına ‘Doğudan Sesler’ adıyla katılmaya başlıyor. Terzilik devam ediyor önceleri. “6 sene sürükledim.” diyor Raci Amca. “Baktım ikisi bir arada gitmiyor, 66’da kapattım dükkânı.” Aynı yıl şehri ziyarete gelen TRT Genel Müdürü’nün “Cemiyeti tanımıyorum. Sizi, radyonun gençlik korosu yapacağım. Ankara’dan, İstanbul’dan gelen hocalardan ders alacaksınız.” talimatıyla 33 yaşında profesyonel sanat hayatına adım atıyor.

“Aileniz; anneniz babanız, yenge ne dedi tercihinizi müzikten yana koymanıza?” Yan gözle bakıyor Şükran Teyze’ye. Yüzünde hafif bir tebessüm, “Yenge menge karışamaz bana…” Baba Şefik Bey önceleri açıkça karşı çıkıyor türkü söylemesine. “Ayıptı… Askerliğin son 6 ayını Erzurum’da konakta yaptım. O sıralar Halk Partisi’nin düzenlediği bir konsere götürdüm babamı. Sahnenin önüne oturttum. Mikrofon kullanmadan ‘Her Yer Karanlık’ı (Makber) okudum. Sessizce dinledi. Kalkıp eve gittik. Bana bir şey söylemedi ama arkamdan okusun demiş.” Böylelikle müsaade alınıyor ve gerisi geliyor.

Şükran Teyze’nin rızasını alması bu kadar kolay olmamış anlaşılan. “Siz kızdınız mı bu kararına?” sorumuza o hoş Erzurum aksanıyla cevap veriyor: “Ya nettim, çok kızdım ama… Ben terziynen evlendim, sonradan sanatçı oldu.”

Çocukluğunda katıldığı meclisler, en az TRT’de aldığı eğitim kadar etkili üzerinde. Dönemin en önemli isimleri, Alvar İmamı Muhammed Lütfi Efendi’nin divanında gazeller okurken onu da almış halkaya. “Bakırcı İbrahim Efendi, Şerif Efendi, Hakkı oğlu Hafız… Meşhur sesleri vardı. Onlar gazel okur, Naim Hoca daire çalardı. 10 - 12 yaşlarındaydım.” Hafız olan ve tekke terbiyesiyle yetişen Alkır, daha çocuk yaşta hiç defter tutmadan 6 binden fazla türküyü nakşetmiş zihnine.  Yıllar sonra TRT stüdyolarında birer birer okumuş hepsini. Seyreyle güzel kudreti Mevlam neler eyler, Erzurum kilidi mülk-i İslamın, Vardım eşiğine yüzümü sürdüm, Kadem bastı gönül tahtı, Dün gece yâr hanesinde, Beni sorma bana, Can bula cananını, Hani yaylam, Nefis sen ölmez misin, Göç göç oldu, Tutam yar elinden, Bingöl bugün dumandır… Erzurum’dan, Kırşehir’den, Van’dan onlarca parçayı çekip çıkarmış çocukluk hatıraları arasından.     

Eskiden Erzurum’da Urfa’nın sıra geceleri gibi ‘Karadüzen’ geceleri düzenlendiğini anlatıyor bir ara. Haftada bir toplanır, saatlerce fasıl yaparlarmış. Bu ortam dağıldıktan sonra bir süre ramazanlarda namı Erzurum dışına taşan Naim Gölleroğlu Hoca’ya katılıp camilerde gazel okumuş. Hızlıca bahsedip geçiyor, ne kadar geri dönmeye çalışsak da nafile. Yaşandı, geldi geçti deyip bacağını işaret ediyor: “Görüyor musun, bir bacak ne yapıyor insana…”

20’li yaşlarında bir grup müzik sevdalısı her gün saat 6’ya kadar kendi işlerini takip edip akşamüzeri bir araya geliyor; çalıyor, söylüyor. “Mükerrem (Kemertaş) kuyumcu, ben terziydim, biri kunduracıydı. Gündüzleri boştuk. Çalışmalarımız akşam 6’dan sonraydı. O saate kadar herkes kendi işine devam ediyordu. Haftada iki gün de ‘Doğudan Sesler’in kaydı yapılıyordu.” Konserler radyodan yayınlandıkça ünü Erzurum dışına taşıyor. Konser teklifleri birbirini izliyor. Bugün bile ‘hayır’ demeyi sevmiyor Alkır. O sıralarsa hem de giyeceği elbiseyi kendisi dikerek ‘yanına uşaklardan birini alıp’ gidiyor her yere.

Çevresi, işi değişse de hayatı olduğu gibi kalıyor. Pek çoğu radyolardan, televizyonlardan kulağımıza çalınan isimler onun yakın arkadaşları. Fikret Tosunel, Nesrin Ulusoy, Ayla Keskin, Lütfü Ortakale, Muharrem Akkuş, Mükerrem Kemertaş, Hulusi Seven, Mehmet Özbek, Tuğrul Şan, Arif Sağ, Cemile Kutgün… Kıymetini bilmediğini itiraf etse de ‘yorgun’ diye kullanmaya yanaşmadığı davudi sesi dinleyenleri kendine hayran bırakacak tınısını koruyor. Çok insan okuyor onun derlediği türküleri ama Raci Alkır’ın yorumunu bilenlere zevk vermiyor yeni icralar. Sebebi ne acaba? “Sesimi taklit edemiyorlar.” cevabını veriyor.  “İnce seslerin taklidi kolay, ama davudi sesler farklı. O Allah vergisi bir nimet.” Raci Amca’ya göre her memleket kendi kabiliyetini ortaya koyar türküde. Erzurum türküleri zor, bu yüzden çok okunmuyor piyasada. Tek sebep bu da değil. “Hem söylemek zor hem de manaları ağır. Çözemiyorlar. Mesela bir tatyan var: ‘Yandı canım tende ey ruh-i revanım bir su ver / Kurudu saki hararetten dehanım bir su ver / Teşne-i ol lal-i lebin ruhlerinden isterim / Yandı dil pişti ciğerler nevcivanım bir su ver.’ Anlamayınca çeviremiyorlar.”

Sesi sayesinde çok gönül kazanmış ama para kazanma aracı olmamış sanatı. Para istemeye, almaya utandığını itiraf ediyor. Aldığı terbiyeye uygun bulmuyor pazarlık yapmayı. “Bazıları çingenelik ediyor. Para almadan sahneye çıkmıyorlar, ben öyle şeyleri sevmiyorum. Para bir yana, Paşa olmak bir yana.” Maddi karşılık görmediği açık, neden eski hayatını bir kenara bırakıp şehir şehir dolaştı, türkü söyledi o hâlde? Yüzündeki izler derinleşiyor. Sessizce bakıyor bir süre sonra alçak sesle konuşmaya başlıyor: “İçten gelen bir şey var. Öteden beri türküye, gazele, tasavvuf eserlerine karşı hevesliyim. Bir coşkunluk var. İki, üç tane okuyup yoruluyor insanlar. Benim 24 saat okuduğum gün olmuştur. İçten geliyorsa başladım mı gider.”

Erzurum’da, arkadaşlarıyla birlikte olmak, türkü söylemek yetiyor ona. Ama herkese kâfi gelmiyor bu gerekçeler. Birlikte yola çıktığı arkadaşları birer ikişer dağılıyor. “Herkes başını alıp bir yere gidiyor.” Raci Alkır’ın tutunduğu dal kırılıyor âdeta. Daha 50’sinde, sesi yerli yerindeyken emekliliğini istiyor. “Erkendi daha ama devam etmek istemedim. Bana da çok teklif oldu, Erzurum’dan ayrılmamak için gitmedim. Burayı terk etseydim bana Paşa derler miydi? En güzeli, tarihi yerine oturtmak. Bu türküler yüz sene söylenecek. Gidip orda burada 3-5 kuruş kazanmakla bu iş olmaz.”

Radyodan ayrıldıktan sonra davet edildiği programlara katılmaya devam etmiş. Konserler dışında sahneye çıkmama prensibini hiç bozmamış. 8 sene önce onu yatağa hapseden rahatsızlığı koparmış dinleyicileriyle bağını. “İlaçlar beni mahvetti. 20 adamın kanı var damarımda.” derken bir yandan da sağ bacağını ovuyor usul usul. Eski gücünü hatırladığı sesi artık pek zevk vermiyor anlaşılan. “Bursa yolunda bir restorana gitmiştik. İçerde camlı bölmeye oturduk, dışarısı kalabalık. Keyiflendim başladım ‘Dün gece yar hanesi’ni okumaya. Bir baktım dışarıdan sesler geliyor, ‘Radyoyu açın! Raci Alkır okuyor, radyoyu açın’ diyorlar.” Ev halkı, keyfi yerinde olduğunda türkü mırıldandığı bilgisini ulaştırıyor bize. “Tabii, sıhhatim yerinde olduğunda okuyorum.” diye destekliyor onları. Başta ‘hayır’ diyor ama nedense sonra başlıyor Alvarlı Efe Hazretleri’nin divanından uyarlanan Erzurum kilidi mülk-i İslam’ın / Mevla’ya emanet olsun Erzurum gazelini okumaya. Konuşurken âdeta fısıltıyla çıkan sesi gürlüyor evin içinde. Ona keyif vermeyen yorgun sesi bile yetiyor bizi mest etmeye.

Kimseden şikâyeti yok. Ankara’nın onu Vatikan’dan sonra hatırladığını Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Öğretmenliği Anabilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Cengiz Şengül’den öğreniyoruz. Alkır’ın Muhammed Lütfi Efendi’nin eserlerini okuduğu ‘Klasikler’ albümü 2002 senesinde Vatikan’da bir törende çalınıyor. Burada gördüğü ilgi Ankara’da karşılık buluyor ve Raci Bey Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle bir ilahi albümü hazırlıyor. Buna rağmen Raci Amca sadece yeterince çalışmadıklarını düşündüğü yeni nesil sanatçılara sitem ediyor. Mirasını Mehmet Çamlaşır’a bırakmış. “O biraz devam etti ama yenilerde heves yok.” diye başlıyor söze. Kendine has esprili üslubu ve Erzurum ağzıyla verip veriştiriyor: “Sanırsın sivrisinek; dogir, ertesi gün ölir. Öyle beste mi olur. Eser odur ki kalıcı olacak. Sahnede oraya koşirler, buraya koşirler. Sanatçı ağır olur. Böyle şey görmedim. ‘Yıldızlı semalar’ı oku de hiçbiri okuyamaz. ‘Aşkım aşkım’dan başka bildikleri yok…”

Âşık söylegân olurmuş, sohbet etmeyi seviyor Raci Amca. Halka geniş; eşi, kızı, baldızı, biri Erzurum’dan ikisi İstanbul’dan 3 misafiri, o anlatıyor biz can kulağı ile dinliyoruz: “Bir akşam Ankara’da programdan çıktık. Mehmet Özbek, Tuğrul Şan, Arif Sağ… 20 kişi varız. Gençlik Parkı’nda oturuyoruz. Herkes bir şeyler okudu, ben istemedim. Cemile Kutgün, ‘Okumazsan sana gardaş demem!’ diye ısrar etti. Arkamızda bir grup kodaman Diyarbakırlı oturuyor. Mikrofonsuz başladım Celal Güzelses’ten ‘Karşıki dağlar dumanından bükülür’ü söylemeye. Öteki mikrofonlar sustu. Diyarbakırlılar masamızı donattı. Ötekilerin sesi dışarıdan duyulmir, masada kalirdi.”

Kabiliyeti çocuklarına, torunlarına da geçmiş. Ailede hemen herkesin sesi güzel. Bayrağı TRT’de akitli sanatçı olan küçük oğlu Vahit Bey taşıyor. Vahit Bey’den öğreniyoruz teşvik etmek bir yana işi epeyce yokuşa sürdüğünü: “TRT sınavlarına hazırlanıyorum. Babam dedi ki ‘benim adımla kazanacaksan imtihana girme’… Sınav günü geldi çattı. Salona girdim. Müzik Dairesi Başkanı ‘Adın ne?’ dedi. Vahit… Ne okuyacaksın? Tatyan, Erzurum kilidi mülk-i İslam’ın.” Müstehzi bir gülümseme beliriyor heyetin yüzünde. İkaz etme gereği duyuyorlar: “Oğlum bu sınava kazanmak için giriyorsun, iyi düşündün mü?”, “Müsaade edin!” diyor delikanlı. İlk kıtanın sonunda şaşkınlıkla durduruyorlar. “Bir de Hani Yaylam’ı oku!” Onu da okuyor. “Kimden ders aldın?” diye soruyorlar merakla. “Bu türküyü Raci Alkır’dan sonra bu kadar iyi okuyan duymadık.” “Kimseden para karşılığı ders almadım.” dese de ısrar ediyorlar. “Babam müsaade etmedi.” diyemiyor hâliyle. Çaresiz söyleyecek ama önce sınavı kazanıp kazanmadığını öğrenmek istiyor. Cevap olumlu. Delikanlı, “Ben” diyor çekinerek, “Raci Alkır’ın oğluyum.” Gülüyor o anı hatırlayınca, “Az kalsın dövecekti beni müdür.” 

Mesleğinin koparamadığı memleketinden rahatsızlığı sebebiyle uzak kalıyor şimdilerde. Bacağındaki protez merdiven inmesine müsaade etmediği için bütün vakti odasında, pencereden içeri dolan güneşin altında ziyaretçileriyle sohbet ederek, TRT’nin yeni nesil sanatçılarını izleyerek geçiyor. (Röportaj: Ayşe ADLI-Aksiyon)

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.