Erzurum'un Hakkari'si için de!..

Descartes, “düşünüyorum öyleyse varım,” demiş. Düşünce ile var olmanın arasında ne kadar sıkı bir ilişki olduğunun algılanması bakımından vurucu ve o kadar da net bir söz.

İlhan Selçuk da Descartes’e bir selam çakarak, “bizim memlekette onu öyle demezler, düşünenleri sevmezler,” görüşünü temel yaprak, “düşünüyorum öyleyse vurun,” diye sitemli ve de öfkeli bir kelam etmiş.

Vurmayı gelenek haline getiren kesim ‘vurmuş’; vurulma töresine karşı çıkamayanlar da vurulmuş.

Peki, bugün televizyonlarda yapılan kanlı canlı konuşmalar bundan beş yıl önce yapılabilir miydi?

Çok zor!

Haftada bir büyük şehirlerin bir yerinde ya bomba patlardı ya da vurmayı gelenek haline getiren bir kesim gelenekçiler, gazeteci veya hukukçu veya emekli asker kesiminden birkaç ‘vurulasıcaları’ vururlardı,

Bu insanlara atılan kurşunları şimdi şeytanın kulağına göndererek diyelim ki; çok şükür ki toplumu ateşleyecek bu tür cinayetler işlenmiyor artık!

Bunun için çeşitli tezler sunulabilir; ya da çeşitli düşünceler dile getirilebilir. İsteyen baktığı pencereden gördüğü manzaranın kendine göre manasını yorumlayarak istediği yere yollayabilir. Ancak hal budur, böyledir!

Peki, toplumun önde gelenlerinin canı can da dağda canını bırakan askerin canı patlıcan mı!

Dağlarda ölenlerin, ölmeden yarı ölü dönenlerin hesabını kimler verecek?

Altın kafesinde boğaza karşı boğazından viskileri bocalarken memleketin ahvaline “ah” çekenlerin samimiyetini sorgulama densizliğinde bulunmasak da “kazın ayağı öyle değil,” dersek hata mı ederiz!

Geçenlerde bir televizyon kanalında emekli bir generalin karşısındaki akademisyene ve gazetecilere karşı tavrı ve hitap şekli ilk bakışta yadırganabilir, hatta ayıplanarak kızılabilir. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, o general yıllarca dağlarda “öl,” ya da “öldür,” anlamında komutlar vermiştir. Bu hiç de kolay bir şey değildir. Bu insanın ruhundaki çırpınmaları anlamak ve ona göre değerlendirmek gerekir. Aksi halde, kullandığı kelimeler, sahip olduğu düşünce ve bu düşüncelerini dile getirirken ortaya koyduğu tavrın orada bulunanları ne kadar yıkan ve sıkan bir durum olduğunu ve bazı karşı tezlerin haklılık bulduğunu sanırız.

Emekli generalin bu hal ve görüşene ‘32’nci gün’ programına stüdyo dışından katılan ve zikri de fikri de bilinen Sayın N. Kemal Zeybek’in bile canı sıkıldığına göre varın siz başkalarının ruh halini düşünün!

 

Sayın Başbakan’ımız ilk hükümet olduğunda sanki derinliği bilinmeyen bir suya balıklama atladı. Üstelik yüzmeyi de tam bilmiyordu galiba. Nasıl olsa öğrenirim, diyerek kulaç atmaya başladı. Boğulacağı zamanlar olmadı değil; ama o zaman da birileri can simidi atarak kurtardı. Şimdide el illerinden sesleniyor.

“Yavaş yavaş hazmettireceğiz!”

Bunun bir yemek olduğunu daha önceki yazımda söylemiştim. Hıyarı bol salata kâsesine çatal uzatanlar, cacıktan kaşıklayanlar ana yemeği görünce ne yapacak bakalım.

Eğer ana yemek düşündüğümüz şey ise fena!

Kimilerinin ağzının suyu akacak, kimilerinin midesi bulanacak; kimileri de cep telefonu çalmış gibi yaparak, bizim hanım beni çağırıyor, deyip hemen kalkacak.

Yiyenler mi?

Midelerine bağlı; kimi hemen kusacak, kimi de doğal yollardan çıkmasını bekleyecek.

 

Düşünmek…

Ve var olmak.

Keskin virajlardan geçtiğimiz şu yıllarda yollara dikkat etmek gerekir.

Geçmiş yıllarda edebiyatı ve sanatıyla feodalizme başkaldıran Kürt sanatçıları vatan haini diye etiketler ve cezalandırırsanız siz de tavrınızı ağalardan yana koymuş sayılırsınız. Ezilen bir zümreyi görmemezlikten gelerek falanca aşiret reisini demokrasi yutturmasıyla Ankara’ya alıp dokunulmazlık zırhı verirseniz, o topraklarda yaşayan insanlara yabancılaşırsınız ve onlar da size yabancılaşır.

Bu değirmene daha fazla su taşımaya gerek yok!

Şimdi ne Hitler’e ne de Stalin’e ihtiyaç var.

Herkes düşünmeli.

Ve herkes var olmalı.

Amma Hitler gibi düşünenlerin düşüncesi lütfen dilinde kalsın; Mevlana gibi düşünüyorsanız, buyurun! Mikrofon sizin!

 

Bazı şeyleri anlamak için düşünmek gerek; ama sırf var olduğunu kanıtlamak için de her düşündüğünü söylememek lazım.

 

Ayrışmaların ve ötekileşme durumlarının başladığını artık birileri görmeli.

Ve susmalı.

Çünkü, dağlarına kar yağmış memleketimin.

Erzurum’da bir kışı donmadan geçirmek için en az bin lira gerekiyor.

Her üç gençten biri işsiz.

Haberin var mı?

Bu Erzurum’un en seçkin yerinde yaşayanlar için de aynı; Erzurum’un Hakkari’si olan Mahallebaşı için de!


Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.