Erzurum'da Hıdrellez!..

Kültür iklimimiz içerisinde önemli bir yeri olan Hıdrellez (Ruz-ı Hızır) günü sessiz sedasız bir şekilde geldi ve geçti. Kışın sona erdiğini ve baharın geldiğini müjdeleyen bu önemli gelenek, ne yazık ki eskisi gibi ne hatırlanmakta, ne de ilgi görmektedir.
 
Köklü bir geçmişi olan ve Türk mitolojisinde farklı bir yeri olan Hıdrellez geleneği, batıdan ithal edilen ve tüketim ekonomisinin tetiklediği; yılbaşı, sevgililer günü, babalar günü, anneler günü gibi sonradan ihdas edilen günler kadar, ne yazık ki ilgi ve alaka görmemektedir.
Hızır Peygamberle İlyas Peygamber’in buluştuklarına inanılan 6 Mayıs günü, asırlardan beri Hıdrellez ismi altında karşılanmakta ve çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır.
Ağır kış şartlarının verdiği karamsarlık ve sıkıntılardan kurtulup bahara ulaşmanın sevincini ifade eden bu gelenek içerisinde, Türk – İslam kültürünün yansımalarını görmek mümkündür.
Dileklerin kabul edileceği inancının yaygın olduğu bu günde, ibadet etmek, açık havaya çıkıp neşe ve coşku içerisinde bulunmak, Hıdrellez’in öne çıkan adetlerindendir.
Bundan dolayı, evlenmek isteyen genç kızlar ve delikanlılar kuracakları yuvalarının dileklerini tutarlar, servet sahibi olmak, sağlıklı, mutlu bir gelecek elde etmek isteyenlerle, sıkıntılarından ve hastalıktan kurtulmak için dilekte bulunanlar da bugünü değişik ritüellerle değerlendirmeye çalışırlar.
Türk İslam kültürünün ziyadesiyle hissedildiği Erzurum’da, bu gelenek eski görkeminde kutlanmasa da dilek tutma gibi alışkanlıklar hâlâ devam etmektedir.
Kıbleye bakan yedi çeşmeden su içmek, akan suda yıkanmak, kâğıda yazılan dilekleri gül ağacının dibine gömmek, kilit açmak, hayali kurulan bir evin maketini yapmak gibi usuller, Hıdrellez’de arzulanan hayallere kavuşmanın ritüelleri olarak bilinir.
Gece sabah ezanı okunana kadar uyumadan oturulursa “Hızır’ın görüneceği” de rivayetler arasındadır.
Özel hazırlanan tuzlu çöreklerin de (gılik) Hıdrellez’de ayrı bir yeri vardır.
Evlenme yaşı gelen genç kızlar bu çöreğin yarısını yer, diğer yarısını da kargalara verirler, çöreği alan karga hangi evin bacasına konarsa kısmetinin orada olduğuna dair bir inanç vardır.
Bir gün önce oruç tutan delikanlılar ise akşam çöreği yer, su içmez, bu suretle rüyasında evleneceği kızı göreceğine inanır.
Genç kızların oklavayı at edip binmeleri de bu kısmet arayışlarının bir başka yöntemidir.
Hıdrellez gününde dışarı çıkmak, su kenarlarına ve mesire yerlerine koşmak adetten sayılır.
Ruz-ı Hızır’da “Mertek altında durulmaz” inancı gereği, insanlar kendilerini dışarı atar, havanın şartlarına aldırmadan bu önemli günü eğlence ve sevinçle geçirir, evde durmazlar.
Betonlaşmanın olmadığı, evlerin birbirlerine tepeden bakmadığı, alttakiler ve üsttekiler ayrımının yapılmadığı eski Erzurum’da, Hıdrellez’in görkemli bir şenlik havası içinde yapıldığını büyüklerimizden duymuştuk.
Yaşımız itibariyle bu güzel geleneğin sürdürüldüğü günlerin bir kısmına tanık olsak da bir kısmını da büyüklerimizden dinlemiştik.
Şöyle ki; dört gözle beklenen Hıdırellez günü gelince Erzurumlular; bahçelerde, bacalarda, Abdurrahman Gazi’de, Kavak Kapı’nın yanındaki kavaklıkta veya Köşk’te bu günün heyecanını yaşarlar; yer, içer, eğlenir ve dağılırlarmış. 5 Mayıs akşamı un helvası, kete, çörek, börek, lavaş ekmek, civil peynir hazır edilirken, soğan kabuğunda kaynatılan kırmızı yumurtalarda nevaleler arasında yerini alırmış. 6 Mayıs sabahı çoluk çocuk, genç ihtiyar bütün Erzurumlular; kimi faytonla, kimi kor arabalarla, kimi de ellerinde semaverleri, mahramaları, sırtlarında şelekleri ile yaya olarak Köşk’ün yolunu tutarlarmış.
Dere Mahallesi’nin üst başında bulunan ve sabunhane denilen yerde, değirmenin yanındaki delikli taşın önünde bekleyen davulcular ve zurnacılar gelenleri karşılar, bahşişlerini alarak çifte sevinç yaşarlarmış.
Köşk’ün büyük bahçesinin üst tarafında bulunan kahvehanenin sandalyeleri ailelerin oturdukları tarafa sırtı dönük olarak dizilir, mahremiyet hesapları ayrıntılı bir şekilde düşünülürmüş.
Mahramalar açılır, sofra konulur, mis semaverler tütmeye başlayınca artık keyifler tam yerine gelirmiş. Cirit oynayan, güreş tutan, bar oynayan dadaşları seyretmek ise cana can katarmış.
Hali vakti yerinde olan bazı aile reisleri ise çadırlarının yanındaki divan minderine kurulur, kahve içer veya nargile tüttürerek arkadaşlarıyla derin sohbetlere dalar vakit geçirirlermiş.
Bazı kimseler ise o günün şartlarında oldukça lüks sayılan gramofon getirerek müzik dinlermiş. Öğle yemeği vakti yaklaşınca üç taştan kurulan ocaklar masat palıtı veya kerme ile tutuşturulur, gününden önce alınıp getirilen keçi veya kuzu kesilip parçalanarak büyük tencerelerde pişmeye bırakılır, bu arada pilavın da hazırlığı yapılır, neticede tekrar bir sofra daha kurulur, yenilir ve içilirmiş.
Tam bir şenlik havası içerisinde olan bu mesire yerlerinde rengârenk zubunlar içerisinde genç kızlar ip atlar, oklavaya biner, terlik çırpma oyunu oynar, şarkılar söyleyerek günün tadını çıkarıp eğlenceye doyarlarmış.
Bu renk ve ses cümbüşü içerisinde seyyar satıcıların: “Pilav geldi pilav geldi, godi da beşe, kırık leblebi maşrapası 40 para” sesleri de ortama bir başka güzellik katarmış.
           Osman Ahlat Amca’mızın ifadesiyle; “yaşlılar da değirmenin başında otururlar, sarı başlı ağızlıkta kaçak tütünü tellendirip, alemi temaşa” ederlermiş.
           Ömrümüzden bir kış mevsimi daha geldi geçti, Erzurum Ovası yeşillendi, Palandöken hâlâ sırtındaki kar’ı atmadı.
           Bu Hıdrellez gününde ne dilekler tutuldu, hangi hayallerin gerçekleşme hesapları yapıldı, kim bilir!
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.