Bu yaşıma geldim, böyle soğuk görmedim desem yeridir.
Mumcu caddesinden eski spor salonunun yanındaki Neco'nun yerine gidinceye kadar neredeyse gözlerimden yaş geldi.
Erzurum çocuğu olduğum için kendimi soğuğa dayanıklı zannederdim.
Ne gezer, sanki soğuk bir duşun altında yürüyor gibiyim.
Hava, jilet gibi insanın yüzünü kesiyor, öyle acı bir soğuk var ki anlatılır gibi değil.
Rahmetli anamın "Oğul burası dev memleketiymiş, eskiden burada devler yaşarmış "sözü kulağımda yankılanıyor.
Zor da olsa kendimi Necati ağabeyinin kahvehanesine atıyorum.
İçerisi tanıdık simalarla dolu,kimi çayını yudumluyor, kimi muhabbet ediyor.
Dışarıdan gelenlerin halleri görülmeye değer.
İçeri girip selam veren herkes dışarıdaki soğuktan şikayet ediyor.
Bu esnada,elinde birkaç adet traş bıçağı,ayakkabı keçesi ,tespih ve bel lastiği bulunan yaşlı biri sessizce kapıdan girip boş bir masaya oturuyor.
Ellerindekini masanın üzerine yerleştiren bu yaşlı amcadan gözümü ayırmıyorum.
İlk önce başındaki bereyi çıkarıyor daha sonra iç ve yan ceplerinden birkaç adet daha jilet çıkarıp onları da masanın üzerindeki diğer sattığı malzemelerinin yanına koyuyor.
İç cebinden çıkardığı birkaç adet 5 ve 10 liralık kağıt banknotlara öyle bir keyifle sayıyor ki sormayın gitsin, onları tekrar tekrar sayıp cebine itina ile yerleştiriyor.
Amcanın parayı saydığını görünce son günlerde ekranlarda sıkça gördüğümüz para sayma makinesini hatırlıyorum.
Pantolonunun ceplerinden çıkardığı birkaç adet demir parayı da üst üste dizip masanın üzerindeki sermayesinin yanına koyunca yüzündeki mutluluğa nasılda gıpta ediyorum.
Duruşu ile öyle bir öz güven yansıtıyor ki vitrininde kilolarca altını olan bir sarraf bile bu görüntüyü veremez diye aklımdan geçiriyorum.
Elindeki üç beş parçayı satmak için caddelerde gezen bu eli öpülesi amcayı masama davet ediyorum .
Kendisine çay ısmarlamak istediğimi söyleyince çok mutlu oluyor ve kısa sürede kendisiyle kaynaşıyoruz.
Yaşı yetmişe yakın olan bu amca Hasankale'nin Bulkasım köyündenmiş ve uzun zamandır Erzurum da yaşıyormuş.
Maddi imkansızlıktan SSK ve Bağ- Kur primlerini ödeme şansı olmamış dolayısıyla bu kurumlardan emekli olma şansını yakalayamamış.
Geçimini mahalle ve caddelerde dolaşıp jilet,lastik ,keçe gibi şeyler satarak sağlıyormuş.
Öyle bir kanaat ve tevekkül sahibi ki insan imreniyor.
Halinden hiç şikayeti yok, sermayesini toplasan 50 TL ancak eder ama o şükrediyor.
Adı Seyfettin olan bu güzel insan alın teri ile ekmeğinin peşinde koşmanın ,evine helalinden birkaç kuruş götürmenin hazzını yaşıyor.
Katkı olsun diye Muammer Çelik kardeşim kendisinden iki adet jilet alıyor, Ben de üç tane tespihe müşteri oluyorum.
Parasını sorduğum tespihlerin tanesine 1 TL diyince şaka yapıyor zannediyorum.
"Seyfettin amca bunun gerçek fiyatını söyle içimiz rahat etsin" diyince ısrar ediyor ve neticede tespihlerin tanesini 1,5 TL'ye vermeye razı oluyor.
Bunun düşük bir rakam olduğunun hesabını yaparken Seyfettin amcanın tespihin bir tanesini hediye etmek istemesi hepimizi duygulandırıyor.
Bu nasıl bir gözü tokluk, bu nasıl bir gönül zenginliği diye düşünürken son günlerde ayakkabı kutularından çıkan milyon dolarlar ve kola takılan 700 000 dolarlık saat ile ilgili haberlerde gözümde canlanıyor.
Aldığı birkaç kuruştan dolayı son derece memnun olan Seyfettin amca " işte cezaevinde yatan oğlum için birkaç kuruş çıktı, yarın görüş günü götürüp veririm ama elimde birkaç jilet kaldı onları da bu gün satmadan eve gitmem " diyerek bizle vedalaşıyor .
Seyfettin amca kapıdan dışarı çıkınca Yetim hakkı yiyenlere,beyt-ül malı soyanlara,haksız para kazananlara karşı nasılda hınçla doluyoruz.
Aldığımız tespihleri yan masadaki gençlere hediye ettikten sonra kahvehanede sohbetimize devam ediyoruz.
Bu havada Erzurum da para kazanmak aslanın midesinden ekmeği almak gibi zor bir iş.
Sobalı bir ev tuttuğumuz Afganlı ailenin taşınmasına yardıma gittiğimizde soğuk iliklerimize işliyor.
Ellerimizi ceplerimizden çıkarmakta zorlandığımız halde bu garibanların eşyaları taşırken soğuktan mos mor olmuş hallerini görünce de bir hayli duygulanıyoruz .
Eşya gelip eve taşınmış ama ortada soba yok ,soba olsa da odun yok, kömür yok.
Manzaraya bakınca, şömine başlarında göbeğini kaşıyanların " Allah bu soğukta odunu kömürü olamayanların yardımcısı olsun" türündeki konuşmalarını duyar gibi oluyorum.
Hele gazete manşetlerinde gördüğümüz milyon dolarlık muhteşem malikânelerin görüntüleri aklımıza gelince bu mekanlarda oturup da Hz. Fatma'nın evini ve eşyasını anlatanları hatırlıyoruz.
Erzurum; fukara şehir,geçimi zor şehir,kaderci ve teslimiyetçi şehir diye bir kez daha şikayetleniyorum.
Yakutiye medresesinin arkasındaki balıkçının camları buz tutmuş içerisi görünmüyor.
Bu dükkan da sular içerisinde üç beş kuruş kazanmak için gayret eden esnafın vay haline derken, balıkçının tam karşısında tezgahta mallarını toplayan seyyar satıcının durumuna söyleyecek söz bulamıyorum.
Yakutiye belediyesine sırtını dayamış kestaneci de nafakası için soğuğa direnenlerden,O biraz avantajlı,elleri ve yüzü üşüse de alttan ısınıyor.
Bu tablo karşısında Şairin "Erzurum'un kışı zorludur balam" mısralarını ne kadar yerinde söylediğine hak veriyorum.
Neden ? Batıyla aynı vergileri ödüyoruz,aynı şartlarda elektriği,suyu,yakıtı kullanıyoruz diye kendime soruyorum.
Bu arada memleketimizi sevmekten başka bizi buraya bağlayan hiçbir avantajımız yok diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Su saatleri donuyor ,arabalar çalışmıyor olsa da Meteorolojinin verdiği hava raporları Erzurum da böyle bir soğuk havanın olmadığını ifade ediliyor.
Demek ki üşüdüğümüze bile inanmak istemiyorlar.
Ey tuzu kurular,Ankara da oturup memleketi idare edenler,bu soğuk günlerde sizi Erzurum'un cadde ve sokaklarında görüp Ecdat'ın,Lalapaşa caminin duvarına " Erzurum da yaşayanların vergi yükü hafifletilsin " diye boşuna yazmadığını haykırmak istiyorum.