Mahallenin kaliklisi diye bilinen Kinaye kız, bahçe kapısının eşiğinde esgeteklerle çinko tastan kavurga yiyen ezesinin söylenmesiyle yerinden fırlayıp küçük bahçede lobiya ekili dar bostanın kenarından kurik gibi sekerek geçtikten sonra ocağın üzerindeki kuşkanada kaynayan kartolları karıştırıp geldiği gibi seğirterek kalktığı yere, yani guzzik Mafiye’nin yanına duvara sırtını dayayarak çömeldi. On sekiz yaşın getirdiği tazeliği ve güzelliği sergilemekte hiçbir sakınca görmediğini her tavrıyla belli ediyordu. Göğsüne yapıştırdığı iki dizinin üzerine yastık yaptığı ellerine gamzeli çenesini koyduktan sonra konuşmalara ortaklığını devam ettirdi. ..
Kim ne derse desin, avrat kısmı, hele de bu avrat kısmının yaşlı tayfası olaylara en kolay yoldan bakarak değerlendirmekten asla vazgeçmezler!..
Sokağın güllü bibisi Gülhanım, askerdeki torununa ördüğü kazağın şişlerini elleriyle beraber kucağına koyduktan sonra yanındaki komşusunun ağzından lafı aldı.
“Vış, ele de ola!”
Ağzından laf alınan kadın devam etti.
“Vallah ele diyirler; Antep mi, Hatay mı ne, orada adamlar ellerindeki tüfeklerle bakkallara girip ne istirlerse alıp para pul vermeden gidirlermiş!”
Diğer kadın başıyla sokağın başındaki bakkalı işaret ederek, “ hele gelsinler de bizim gavat Dursun’dan alsınlar, vallah o tüfeklerini alır başlarında parçalar.”
“Hele dur ki oğul, o Suriye’nin uşahları müslüman değil mi?”
Müslüman olup olmadığının sorusu havadayken, kör Kezban gözlerini kısarak ve sesine hayret katarak söylendi.
“Yalandır, gız anam yalandır, bizim Suriye’nin oğulları orda ne gezir, daha dün böyük oğlanı gördüm burda!”
Kinaye kız, bilmiş tavrıyla lafa girdi.
“Kezban eze, o Suriye başka Suriye, devlet o, devlet!”
Kezban kadın, Kinaye kızın gözlerine bakarak sordu.
“E kalikli, o devletse bizim devlet nerede?”
Kinaye kız cevap vermeden diğer bir kadın da lafa girdi.
“Bizim herif diyir ki, İnönü’nün partisinden adamlar gitmişler de onların kaldığı yere girememişler!”
Gülhanım da iki cümle ile fikrini dedi.
“Hele, ele de ola; o torpahlar bizim değil mi!”
Kinaye kız sözünü sündürerek söyledi.
“Biziim!..”
Kezban kadın az önceki havada kalan sorusunu yineledi.
“Bizim devlet nerede?”
Kalikli bu kez soruyu atlamadı; sesine hinlik, bakışlarına eğlence bulaştırarak cevapladı.
“Bizim devlet işine geldiği yerde Kezban eze!”
Guzzik Mafiye kıza çıkıştı.
“Sus kız cırbağa, devlet duyarsa senin de bizim de ağzımıza eder!”
Kalikli Kinaye omuzlarını silkerek,” duysuun,” diye tavrını koydu.
Tam o sırada sokağa giren askeri arabadan inen yüzbaşı bir elindeki kağıda bir de kadınlara baktı.
Guzzik, Kinaye kıza korku dolu gözlerle bakarak, “ben dedim ki sus, aha da duydu geldi devlet!”
Kalikli Kinaye şaşkın ve biraz da korkarak fısıldadı.
“Anaa, ne bilim!.. Hemen de duymuşlar!”
Yüzbaşı, kadınlara doğru yürüdü. Kadınların hepsi başlarındaki yaşmakla yüzlerini yarı örtüp ne olacağını beklerken yüzbaşı selamını verdi.
“Merhaba analar!”
Kadınlar toparlandı,hepsi birden ayağa kalktılar.
Yüzbaşı devam etti, “Gülhanım hanginiz?”
Gülhanım elindeki örgüyü göğsüne bastırarak savunma refleksi gösterdikten sonra kuru ve cılız bir sesle, “vallah ben bişe demedim oğul,” başıyla Kinaye’yi işaret ederek,”aha bu gız devlete laf etti!”
Yüzbaşı Kinaye’ye baktıktan sonra gülümseyerek, “sizler ne deseniz haklısınız teyzeler,” dedi ve gözlerini de sözlerini de Gülhanım’a yöneltti.
“İsmail sizin torunununuz değil mi?” diye sordu.
Gülhanım, “he,” dedi.
Yüzbaşı, elini kadının eline doğru uzattı, “ben de bir torunun sayılırım ana, elini ver de öpeyim!”
Gülhanım, tereddütlü bir şekilde elini uzattı. Yüzbaşı, uzatılan eli öptükten sonra alnına değdirdi. Kadının şaşkın bakışlarından gözlerini alıp yere yöneltti.
“Ana, İsmail’i, yani torununu dün şehitler mertebesine uğurladık!”
Oradaki kadınların kimi elini başına kimi de dizlerine vurdu. Gülhanım’ın kafası karıştı. Başı döner gibi oldu, zorla birkaç kelime döküldü ağzından.
“Ey ettiz de oğul, mertebe dediğin o yer nere, Erzurum’a uzah mı?”
Yüzbaşı’nın gözlerinden önce iki damla yaş geldi, bu saf Türk kadınının değil elini, ayaklarını öperek gözyaşlarını oraya dökmek gerek, diye düşündü.
Gülhanım hayattaki tek varlığı olan torununun öldüğünü anladığında dizlerinin bağı çözüldü. Öylece yere çömeldi. Hiçbir şey diyemedi. Elindeki örgüde bulunan şişleri çekip çıkardı, sonra da ipin ucundan tutarak sökmeye başladı.
Sokaktaki herkes toplandı, ağlamalar ağıtlara karıştı, ağıtlar ağlamalara…
Yüzbaşı yapması gerekenleri yaptıktan sonra arabaya doğru yürürken, kalikli Kinaye ardından bağırdı.
“Komutan!”
Yüzbaşı Kinaye’ye döndü.
Kinaye devam etti.
“Komutan, duyduk ki Suriye’den gelenlerin bir çoğu ellerinde silahlarla milletten haraç alıyorlarmış, doğru mu bu?”
Yüzbaşı’nın cevap vermesine fırsat vermeden söylenmesini sürdürdü.
“Eğer doğruysa, İsmail’in ölümü, ordaki ölümün yanında hiç sayılır; bu da böyle biline!”
Ve Erzurum’da bir sokakta bir akşam daha oldu!