Rahmet
ve bereket ayı Ramazan Erzurum'da bu yıl önceki Ramazanlara göre, çok
daha hareketli ve bi o kadar da kanlı-bıçaklı geçti. Hareketliydi, çünkü
Cumhurbaşkanlığı seçimi ve ardından Erzurum Kongresi'nin yıldönümü
nedeniyle başbakandan tutunuz da cumhurbaşkanı adaylarına ve bakanlara
kadar onlarca "ağır" konuk ağırladık. Bu arada bir de atlama kulesi
faciası yaşadık ki, o zaten hepsinin üstüne tüy dikmeye yetti. Fakat
Erzurum bu Ramazan, polisiye olaylar açısından da çok zengindi (!)
Polisiye
olay derken kastım, bazı paralelci polis şeflerinin Erzurum basınını
susturmaya, olmadı korkutup sindirmeye dönük yargı üstünden atmaya
çalıştığı kündeler değil. O, nasılsa yargıda kendi kuralları içinde
kendi mecrasını bulacaktır. Kastım, Erzurum'un Teksas olmaya
heveslenmesidir.
Baksanıza...
Bir yanda cinayetler, bir
yanda tavuk keser gibi birbirini doğrayan insanlar, bir yanda "vay sen
bana nasıl yan bakarsın" ya da "vay sen kim oluyorsun da yumurtalı
pidemi almaya çalışıyorsun" denilerek başlatılan kavgalar ve ne yazık ki
diğer yanda da ülkemiz için artık son derece sıradan bir gerçek olan
trafik kazaları...
Erzurum kan gölüne döndü dersek inanız ki çok da abartmış olmayız.
İnşallah
bir kaç gün sonra idrak edeceğimiz bayramı huzur içinde geçiririz ve
Erzurum'a asla yakışmayan bu çirkin manzaradan bu vesileyle kurtuluruz.
Ramazanda bir nakısa olmayacağına göre demek ki bizler o ulvi hissiyatı
yeterince kalbimize yerleştiremedik. Yoksa hoşgörü ayında bu
hoşgörüsüzlük nasıl izah edilebilinir ki...
Ramazana artık veda ediyoruz ama geride kalan karnemiz hiç de iç açıcı değil. İşte kısa analiz...
Sanki
de Ramazanla birlikte, hem trafik kazaları yeniden tırmanışa geçti, hem
de Erzurum'un artık alamet-i farikası olan bıçaklı kavgalar arttı!
Polis, gençlerin üzerinde bıçak yakalamaktan bıktı, ama gençler bıçaklı
gezmekten yılmadı!
Dikkat ediyorum da Erzurum'da, özellikle
gençler en küçük bir tartışma sırasında dahi hemen bıçağa sarılıyor ve
birbirlerine kıyabiliyorlar.
Bazı çevreler, hançer barından
hareketle, "..bıçak bu şehrin kültüründe var; bu sebepledir ki, şehirde
bıçaklı kavga olayları çok fazla" diyor. Oysa bu bakış, hem sorunu
teşhiste çok işe yaramıyor, hem de meselenin sosyolojik boyutunu
ıskalıyor? Vakıa şu dur ki, Erzurum'da bıçaklı saldırı sonucu insanlar
ölüyor ve sakat kalıyor.
Bu sorunu adam akıllı masaya yatırıp,
üzerine kafa yormalıyız? Palyatif çözümler ancak geçici çareler
olabilir; o da soruna köklü bir çözüm getirmez.
Erzurum gibi
muhafazakâr ve geleneklerine bağlı bir şehirde, özellikle gençler
arasında hızla artan bir bıçak tutkusu var. Şayet hançer barı bu
tutkunun altyapısını oluşturmuş olsaydı, eskiden Erzurum'da kan gövdeyi
götürmüş olurdu. Oysa bu şehrin tarihi arka planında, böyle bir utanç
yoktur.
Demek ki, çözümü kültürel kodlarda aramak yerine, daha
gerçekçi bir bakış getirmemiz lazım. Bu konuda da en büyük görev, toplum
mühendislerine ve eğitim uzmanlarına düşmektedir.
Neredeyse
hayatın her alanını kuşatan şiddet artık öyle bir boyuta ulaştı ki,
devlet "öncelikli sorun" başlığıyla masaya yatırdı. Yol uzun, zaman
kısa... Tren kaçmasına kaçmadı belki fakat bu hızla, o trene yetişmenin
çok da kolay olmadığı ortada. İşte televizyonların haber bültenleri ve
artık üçüncü sayfadan taşıp, gazetelerin ön sayfalarını dolduran şiddet
içerikli haberler...
Konunun uzmanı değiliz ama görünen odur ki
şiddet, toplumsal cinnetin eşiğine gelip dayandığımızı anlatıyor bize...
Eskiden, "psikolojik sorun" kaynaklı olarak takdim edilen ve
uzmanların "bireysel" diye açıkladığı şiddet, şimdi gündelik hayatımızın
her kademesinde ve artık "sıradan" bir olaymış gibi algılanıyor.
Erzurum'da
bıçaklı kavga sonucu ölen insan sayısında ciddi bir artış olduysa,
burada herkesin durup düşünmesi lazım ve şu soruyu sormamız gerekir:
Erzurum nereye gidiyor?
Konuşmak yerine, yumruklaşıyoruz...
Diyalog kurmak yerine, aralık olan kapıları da kapatıyoruz...
Birbirimizi anlamaya çalışmak yerine, birbirimize karşı dilsiz ve görmez oluyoruz....
Geldiğimiz nokta artık bu...
Bilek üstünlüğü...
Kaba kuvvet...
Öfke ve nefret...
Ya, etrafımızdaki tüm şartları kendimiz tayin etmek istiyoruz ya da başkalarını kendimize benzetmeye çalışıyoruz...
İlkokulda şiddet...
Evde şiddet...
İşyerinde şiddet...
Sporda şiddet...
Sokakta şiddet...
Bir adım ötesi de toplumsal cinnet.
Devletin,"öncelikli sorun" kabul edip, masaya yatırdığı şiddet sorunu, sanıldığı
gibi bir avuç uzmanın konferanslarda konuşmasıyla ya da kurumların
duvarlarını süsleyecek eğitim içerikli afişlerle çözülemez.
Daha temele inilmeli ve insanları en küçük bir meselede şiddete sevkeden nedenler bulunup ortaya çıkarılmalı...
Birbirine düşman bir toplum gelişiyor.
Siyasetçi meselenin içinden sıyrılıp çıkmak adına, işi polise havale ediyor...
Oysa polisin de içinde şiddet sorunu var!
Zaman zaman polisler de beylik tabancasını çekip yakınlarına kurşun yağdırmıyor mu?
Çünkü polis de bu toplumun bir parçası... O da aynı dış etkene açık ve o da şiddeti tetikleyen nedenlerle yatıp kalkıyor.
Liberal şok dalgası hepimizi iliklerimize kadar sarsıyor.
Televizyondaki diziler de işin bahanesi geçim sıkıntısı da...
Sanki
eskiden çok mu daha varlıklıydık, daha mı konforlu konutlarda
yaşıyorduk, yoksa çok daha modelli otomobillere mi binebiliyorduk?
Tahammülün yerini öfke aldı...
Her birimizin sinesinde, bizi hayata bağlayan kalp yerine sanki de fitili çekilmiş bir bombanın "çıt çıt " sesleri vuruyor.
Anne
çocuğuna, müdür memuruna, komutan askerine, koca eşine, büyük küçüğüne;hemen her yerde büyük tepelere dönüşen öfke yumakları birikmiş....
Bizi biz yapan değerler erozyona uğradıkça, bizden geriye yalnızca şiddet kalıyor.
Baksanıza öyle kanıksadık, öylesine içselleştirdik ki, şiddet "toplumsal bir gerçek" oluverdi!
Tıpkı mevsimler gibi...
"Bugün
kaç kişi öldürüldü, kaç kişi gasp edildi veya kaç bayan tecavüze
uğradı?" sorusu, neredeyse Borsa'nın seyri gibi saatlik bülten haline
geldi...
Siz, biz hepimiz izliyoruz...
Tehlike sanki bizden çok uzaktaymış gibi...
Oysa artık postacı değil, şiddet kapıyı çalıyor; hem de bir kere...
Bazen düşünmüyor değilim: AB'li olmanın ön koşulu, Kıbrıs sorunu değil de şiddet midir diye...
Erzurum'da bile mahalle ve okul kavgalarının formatı değişti:
Yumruğun yerini sallama bıçak, sapanın yerini uzun namlulu silahlar aldı.
Şimdi delikanlılığın raconu organize çete kurmaktan geçiyor.
Dönün geriye bir bakın bakalım ki, Erzurum on yıl öncesine göre nerede?