Erçikli Ticaret’in sahibi rahmetli Hulusi Ağabeyi toptancılık yapardı, Ilıcalı Hüsam Bey’in oğluydu, herkese yardıma koşmasıyla ve dürüstlüğü ile tanınırdı. Zamların sağanak halinde yağdığı, karaborsanın kol gezdiği, benzin, tüp gaz, sigara, ilaç ve margarinlerin bulunmadığı dönemlerde, Hulusi Ağabeyi elindeki malı bekletmeden anında müşteriye yansıtarak, esnaflık ahlâkının en güzel örneğini sergilerdi.
Erzincan Kapı’nın en bakımlı dükkânlarının başında, elinden temizlik bezi ve süpürge eksik olmayan Selahattin Haşıloğlu’nun manavı gelirdi.
Bu dükkânda sebze ve meyvelerden başka, cam kavanozlarda renkli akideler, şekerler bulunur, pirinç, şeker gibi gıda maddeleri de cam dolapların içerisinde teşhir edilirdi.
Haşıloğlu’ndan önce burada, taş dibeklerde kahve döven Tahmisçi Şefik’in olduğu söylenir.
Çarşının belki de en ilginç dükkânı Karadenizli Sait Usta’ya aitti, kir pas içerisindeki bu küçücük dükkânda, gazyağı ve ispirto kokusu eksik olmazdı.
Gazyağı, ispirto, gaz ocağı iğnesi vs. satan Sait Usta, ispirtoyu şişelerde, büyük variller içerisindeki gazyağını ise litre ile satardı.
Gözlüklü Sait Usta, gazocağı, lüks lambası tamirleriyle de ilgilenir, hoş Karadeniz şivesiyle espriler yaparak işini görürdü.
Riskli bir iş yaptığından, dükkânı birkaç defa yanan Sait Kanca’nın, her yeri çekmesiyle ünlü, birde radyosu vardı.
Sait Usta’nın yanında Hacı Ahmet Gügen Amca, düzenli, minicik dükkânı Mercan Gıda’da çay, şeker, sigara vs. satarak hizmet sunardı.
Bundan sonra, Cennetzâdeler’in evlerine kadar berber, lokanta ve kahvehaneler yer alırdı.
Ahmet ve Nuri kardeşlerin berber dükkânları, oyun oynanmayan Ağa Dadaş’ın Kahvesi, merdivenle çıkılan âşıkların uğrak yeri Mustafa’nın Kahvesi, Sinicioğulları’nın Kahvesi, Laçin’in Kahvesi, Asım’ın Kahvesi, Madraklı İhsan’ın Kahvesi, bu güzergâhın bilinen diğer kahvehaneleriydiler.
Şevket Emi’nin oğlu Bakkal Zeki, Lokantacı Turan, Tenekeci Fevzi, Berber Zihni, Kasap İsmail, Lokantacı Dedebey, Marangoz Şahamettin ve Yusuf kardeşler, bu sıradaki diğer esnaflardı.
Cumhuriyet İlkokulu’nun karşısında ise bir mahrukatçı bulunurdu.
Yaz gelince şehirde bol miktarda karasinek olurdu, bu yüzden dolayı, kasaplar, lokantalar ve berberler kapılarına rengârenk boncuklardan yapılmış sineklikler takarlardı.
Kahvehanelerin önü bir nevi faytonların durağı idi, ayrıca kışın köylerden gelen vatandaşlar da kızaklarını burada park ederlerdi.
Yoldan yeni gelmiş kızağın karla örtülü hali, yeleleri buz tutmuş atın soluk aldıkça burnundan çıkardığı sıcak nefes, kızak sahibinin “Buz tutar yiğitlerin bıyığı” mısralarını hatırlatan görüntüleri muhteşemdi.
Müşteri bekleyen faytoncular ile köylerden kızakla gelmiş köylüler kahvehaneleri doldurur, sobanın başında ısınarak buzlarını çözmeye çalışırlardı.
Eskiden kesme şekerler büyük kalıplar halinde olduğundan, kırılıp küçültülmeleri gerekirdi, bunun için de Şeker Makasları ve takatuka denilen bir aygıt kullanılırdı.
Kahvehanelerin bir köşesinde bulunan takatuka’da şekerler kıtlama şeker haline getirilir, Mis’ten yapılmış şekerliklere konularak çayla servis edilirdi.
Takatuka, kare biçiminde tahtadan yapılır, etrafı kapalı, ortasında şekerin kırıldığı bir takoz bulunurdu, şekerler bu kırma yerine yerleştirilir, küçük bir keserle ufaltılırdı.
Evdeki yaşlı anneanneler ve babaanneler aileye manevi destek sağladıkları gibi, boş durmayıp bir takım işler de yaparak, “Yıkılmadık ayaktayız” hatırlatması yapardılar.
Bizim evde takatuka ile şekerleri rahmetli nenem kırardı, takatuka’nın küçük keseri erkek çocukların çok hoşlarına giderdi.
Bir gün elime geçirdiğim küçük keserle kömürlüğe inip fareleri kovaladığım için, nenemin; “Murdar oldu” diye çekici sobaya attığını, güzel bir hatıra olarak anımsıyorum.
Nenem demir tarakla taradığı yünleri teşi de eğirir, elde ettiği yün iplikle hepimize şal çorap ve eldiven dokurdu.
Bu dokuma işinde, beş tane çorap şiş kullanırdı.
Erzincan Kapı’sının sol köşesinde Yeşilkent Ailesi’ne ait 1954 yapımı binanın altında Yeşilkent Fırını uzun yıllar hizmet verdikten sonra, bu gün Turan ve Vahit Yeşilkent kardeşlerin Çorbacı Dükkânı’yla varlığını devam ettirmekte.
Yeşilkentliler ahilik geleneğinin güzel örneklerini taşıyan, çarşının en eski esnafları arasında bilinirler.
Yeşilkent Fırını’nın yanında bir çeşme bulunurdu, bu çeşmenin yanında ise Mökkem Emi, Iğdasor’un, Akdağ’ın salatalıklarını satardı.
Mökkem Emi’den önce bu yerde Kör Hafız isminde birisinin aynı işi yaptığı, yine burada Kör Sabri’nin oğlu Kenan’ın tasla yoğurt sattığı söylenmektedir.
Yeşilkentlilerin binası yapılmadan önce burada Mehmet Emi, Rasim Baba ve Tahsin Emi isimli eskicilerin olduğu biliniyor.
Tahsin Emi küçücük barakasını, sonraları Spor Salonu’nun merdivenlerindeki bir boşluğa taşımıştı.
Bir insanın zor sığdığı bu eskici dükkânında, Tahsin Emi dünyanın en mutlu adamlarından biriydi.
Yeni ayakkabılarımıza demir taktırmak, eski ayakkabılarımızın altına pençe yaptırmak, patlayan toplarımızı tamir ettirmek için Tahsin Emi’ye koşardık.
Tahsin Emi işini yaparken, sözü İzmir’deki askerlik anılarına getirdi mi gülmekten yerlere yatardık.
Tahsin Emi’nin her türlü olumsuz şartlara rağmen, hayattan zevk almasını ve mutlu olmasını, hâlâ anlamış değilim. (Devam edecek…)