Biri size sorsa ki, “Erzurum’un ustalık işi nedir?”
Nasıl bir cevap verirdiniz?
Hiç
düşünmeden şunları mı sıralardınız, yoksa bendenizin vereceği cevapta
olduğu gibi, bütün bunların dışında tek bir şey mi söylerdiniz?
-Oltutaşı
-Kadayıf dolması
-Cağ kebabı
-Kayak
-Tulum peyniri
-Folklor
-Üniversiteler
-Dillere destan türküler
Evet;bütün bunlar benim için de ciddi bir kıymet ifade etmektedir ve
bendeniz de kadayıf dolmasından tutunuz da, türkülerimize kadar hepsini
bu şehre ait görüyorum.
Lakin, “Erzurum’un ustalık işi nedir?” sorusuna, bendenizin cevabı bunların dışında…
Lafı fazla uzatmadan söyleyelim:
Erzurum’un ustalık işi, artık dört bir yana dalları uzanmış olan Erçimsan’dır.
Niçin Erçimsan?
Şu sebeple:
Erzurum, uzun yıllar “mağlubiyet psikoloji” yaşadı.
Hele hele de sistem, devletçi ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçince, biz çuvalladık.
Çuvalladık; çünkü ne üretim yapmasını biliyorduk, ne de doğru dürüst ticareti…
Sokakta üç tür insan vardı:
-Kamudan geçinenler
-Çiftçiler
-Küçük esnaf
Kimse kimseyi kandırmasın, bu şehrin sanayisi de yoktu, sanayicisi de…
Tamam; sanayi vardı ama o sanayi de bize değil devlete aitti.
O yüzdendir ki Erzurum sanayicisini yetiştiremedi. Çünkü bize ne lazımsa, bizim yerimize devlet düşündü ve üretti.
Sistemin bu şehre biçtiği rol çok açıktı:
Komünizme karşı, Nato’nun ön karakolu olmak ve komünizm gibi yakıcı akımlara karşı, dini ve milliyetçi damarı dinamik tutmak.
Siz bu şehrin muhafazakar ve milliyetçi olmasını, genlerinden gelen bir özellik mi sanıyorsunuz?
Ne yiyip ne içtiğimize karışan devlet, aynı zamanda neye inanıp neye inanmayacağımıza da karar veriyordu.
Misal:
Milliyetçi olmak iyi, komünist olmak kötü!
Dikkat edin Erzurumlu hiçbir büyük solcu Erzurum’da yaşamamıştır.
Tıpkı bu topraklardan çıkmış büyük düşün adamlarının da burada yaşamadıkları gibi…
Neyse…
Tekrar başa dönecek olursak.
Demem odur ki, Erzurum son elli altmış yıl içerisinde, ustalık eseri olarak bir tek Erçimsan’ı sunabilmiştir.
Yirmi
yıl önce, adeta pul parasına satın alınan Erçimsan, Lütfü Yücelik
eliyle öyle bir boyuta ulaştı ki, bugün Türkiye’nin “en büyükleri”
arasında kendisine yer buldu.
Sorabilirsiniz, durup dururken niye Erçimsan’dan söz ediyorsun diye…
Söyleyeyim:
Tabii ki durup dururken değil.
Malumunuz yeni çıkan büyükşehir belediyeleri yasasına göre, özel idareye ait borç-alacak ne varsa hepsi belediyeye devredilecek.
Bu durumda eski adıyla Erzurum İl Özel İdaresi, son adıyla İl Genel Sekreterliği de tasfiye olunuyor.
İl
genel sekreterliğinin menkul ve gayri menkulleri artık belediyenin
bünyesine geçecek. Dolayısıyla bu kurumun Erçimsan’daki hisseleri de
belediyenin olacak.
Diyebilir siniz ki; “Geçsin ne mahsuru var?”
Elbette hiçbir mahsuru yok. Ama bu geçiş sürecinde bir takım gelişmeler olabilir.
“Merek yandı sıçanlara da kalmasın” diye düşünen birileri, giderayak bu hisseleri haraç mezat satıp, milyonları ziyan edebilir.
Bu konuda hem Erçimsan’ın hem de Vali Bey’in çok dikkatli olması gerekiyor.
Bugün yarın tasfiye olunacak bir meclisin hayati bir hususta karar almaması gerekiyor.
Madem
ki Erçimsan bu şehrin dışarıya açılan yegane penceresi ve rüştünü
ispatladığı tek alandır. Şu halde bu başarı öyküsünün bir trajediye
dönüşmesine izin verilmemelidir.
“Bizden sonra tufan” anlayışı, Erzurum’u büsbütün yerlebir eder.
-Peki sen ne öneriyorsun?
Çok basit:
Önerim şudur: Erçimsan’ın hissadarı şimdiye kadar il genel sekreterliğiydi, şimdiden sonra da belediye olsun.
Çünkü o hisselerin kar payı uzun yıllar bu şehrin ve köylerin imarı için ciddi bir kaynak oluşturacaktır.
Eğer satılırsa o para devletin kasasına gider ve bizler de arkasından ah vah ederiz.
Bırakalım Erçimsan yoluna devam etsin.