Elbette
benim de onuruma dokunan ve milli hislerimi inciten sahneler var,
elbette isterdim ki PKK tek yanlı ateşkes ilan etsin, hatta silah
bırakıp teslim olsun.
03.04.2013 / 00:00
Fakat geldiğimiz nokta ne yazık ki bu arzumuzu mümkün kılmıyor.
Sırf
yeniden kan akmasın ve ana kuzuları ay yıldızlı tabutlarla evlerine
dönmesin diye, ehemmiyi mühime tercih etme durumundayız.
Nasıl
ki barışın mağlubu ya da galibi olmaz ise, 30 yılı aşkın süredir devam
eden bu kirli oyunun da PKK için bir kazanımı yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, adına "barış süreci"denilen bu gelişme ile aslında aklıselimin galip gelmesini arzuluyor.
Yoksa bu kirli savaş yıllar yılı daha sürüp gider?
Değil mi ki, her iki taraftan da ölenler fakir fukara halkın çocukları?
Bence de Tayyip Bey, hayatının en büyük riskini almıştır ve bence de bu sürecin üçüncü bir yolu yoktur.
Ya akan kan duracak ya da anaların gözyaşları akmaya devam edecek.
Bu gerçeği en iyi bilen Başbakan Erdoğan'dır.
Bu sebepledir ki, siyasi ömrünü bitirme pahasına, değil elini tüm vücudunu taşın altına koydu.
Kaybederse, esasında O kaybetmiş olmayacak. Kaybeden Türkler, Kürtler ve sonunda bütün bir Türkiye olacak.
Geçen günlerde yazmıştık. Mehmet Ağar gibi bir zamanların en etkin "şahin"i bile barış sürecine sonuna kadar destek veriyor.
Yeter ki yarın bir Mehmetçik veya bir polis şehit düşmesin. Hatta yarın bir Kürt anası da dağdaki oğlu için ağıt yakmasın.
Kim haklı kim haksız meselesi artık çok gerilerde kaldı.
Evet;bu savaşı Türkiye Cumhuriyeti Devleti başlatmadı. Fakat neylersiniz ki,savaş öyle bir anafor ki, haklı haksız herkesi içine çekip alıyor ve
dipsiz kuyularda en masumların canı çıkıyor.
Geçen 30 yılda 40 binin üzerinde insanımız yitip gitti.
Peki ama ne uğruna?
İşte bunun cevabı yok?
Ne yazık ki ne giden canları geri getirmek mümkün, ne de ziyan olan zamanı ve havaya uçup giden milyar dolarları?
En başından beri barış sürecini destekliyorum.
Çoğu zaman kan kusup kızılcık şerbeti içmeme rağmen?
Yeter ki yarın bir ananın yüreği evladının ölümüyle yakılıp kavrulmasın?
Yahu Amerikalı tenisçi kadar da mı olamıyoruz?
Nedir bu Amerikalı tenisçi diye soruyorsunuz. Anlatalım şu halde?
Adam
tenisçidir. Öyle azimli, öyle inanmış biri ki günün birinde en büyük
şampiyonun kendisi olacağına iman etmiş. Ve bu uğurda gecesini gündüzüne
katıp çalışmış. Derken o gün, yani azmetmiş tenisçinin şampiyon olup ya
da silinip gideceği gün gelmiş.
Azmin elinden dağlar da kurtulamaz misali, Amerikalı tenisçi maçını yapmış ve şampiyon olmuş.
En başta kendisi olmak üzere tüm dostları sevinçli?
Üstelik ikramiyesi de var: 500 bin dolar.
Maçtan sonra aracına binmiş tam hareket edecekti ki, şoför camını son derece masum yüzlü orta yaşlı bir hanım tıkırdattı.
-Merhaba!
-Merhaba!
-Sizi kutluyorum; bugün herkese nasip olmayacak bir başarıya imza attınız. Ama siz bunu zaten çoktan hakketmiştiniz.
-Teşekkür ederim de, buyurun benden bir isteğiniz mi var, size nasıl yardımcı olabilirim?
-Şey, aslında bir şey diyeceğim ama sizi bu mutlu gününüzde üzmek istemiyorum.
-Rica ederim buyurun, sizi dinliyorum.
-Oğlum Joe, henüz 7 yaşında ve milyonda bir rastlanır bir hastalığı var. En kısa zamanda ameliyat olması gerekiyormuş.
-Çok üzüldüm, peki çaresi yok mu?
-Var fakat Joe'nun iyileşmesi için hastane 300 bin dolar istiyor. Ben ise bu parayı verecek durumda değilim.
Tenisçi,güzel yüzlü kadının söyledikleri karşısında donup kaldı. Uzaklara dalıp
gitti. "Ne yani bir iki gün içinde ameliyat olmaz ise 7 yaşındaki bir
çocuk ölecek mi?"diye geçirdi içinden.
Aracının kontağını
kapattı ve az önce şampiyona yönetiminden kendisine ödül olarak verilen
500 bin dolarlık çeki cebinden çıkardı. Çeki kadına uzatmadan önce son
bir kez daha düşündü ve kadının yüzüne iyice baktı.
Orta yaşlı, güzel ve masum yüzlü bir kadın... Yalan söylemesi uzak bir ihtimaldi.
"Bak"
dedi. "Hanımefendi ben bu çeki oğlunuz için size vereceğim ama bana bir
söz vermenizi istiyorum. Paranın 300 bin dolarını Joe'nun ameliyatı,
200 bin dolarını da O'nun eğitimi için harcayacaksınız. Söz veriyor
musunuz?"
Kadın duydukları karşında şaşkına dönmüştü.
Hayali bile neredeyse imkânsız bir teklifle karşı karşıyaydı.
"Ama nasıl olur. Bu para sizin yıllar süren emeğinizin karşılığı. Üstelik zengin de değilsiniz. Kabul edemem"dedi.
Tenisçi ısrar etti ve hamiline yazılı çeki kadının eline tutuşturduğu gibi aracının gazına yüklendi ve anında gözden uzaklaştı.
Ertesi
gün arkadaşlarıyla oturmuş dünkü şampiyonluğun keyfini çıkarıyordu. Bir
arkadaşı durup dururken sahtekârlardan, dolandırıcılardan söz etti ve
özellikle de melek yüzlü üçkâğıtçıların çocukları istismar ederek
insanları kandırdığını anlattı.
Tenisçi huylandı.
"Sen böyle birini tanıyor musun?"diye sordu.
"Evet" dedi.
Ve melek yüzlü sahtekâr kadını tarif etti.
Tenisçi şok olmuştu. Rengi benzi kıpkırmızı oldu. Masadaki herkes şaşırdı.
"Hayırdır" dedi arkadaşı. "Yoksa sen bu kadınla karşılaştın mı, yoksa seni de mi tokatladı?"
Tenisçi kısık ve mahcup bir sesle "evet" diyebildi.
Kimi güldü, kimi üzüldü.
"Vay be demek ki o kadın seni de kandırdı"
Tenisçi üzgün ama pişmanlık duymayan bir edayla sordu:
"Bu durumda demek ki ölmek üzere olan bir çocuk yok yani"
"Tabii ki yok. Kadın düpedüz sahtekâr"
Tenisçi kadehini eline aldı, ayağa kalktı.
"Durun bir dakika ölmek üzere olan bir çocuk yoksa eğer, boş verin parayı işte buna içilir."
Şimdi hemen celallenip ne alaka barış süreci ile bu hikâyenin ortak yanı nedir demeden sabredin.
Bendeniz
de diyorum ki, bırakın on, yüz ve binleri bir tek ana kuzusu kirli bir
savaş uğruna ölüp gitmeyecekse, yarından sonra anaların bağrı taş
kesmeyecekse, babalar evlat hasretiyle kahrolup yitmeyecekse,
yavukluların gözleri yollarda kararmayacak, kardeşler ağıtlar
yakmayacaksa eğer?
Gelin dostlar hep birlikte "barış" diyelim.
Unutmayın ki en kötü barış bile savaşmaktan iyidir.
Öyle hassa bir dönemeçteyiz ki, kimse "odunumun parası" deme lüksüne sahip değil.
Ne devlet, ne PKK?
Bu ülke öyle büyük ve öyle zengin ki, korkmayalım hepimize ve hepimizin nesillerine yetecek kadar bereketli bir vatanımız var.
O topraklardan hayat fışkırsın, umut yeşersin ve nimetler taşıp saçılsın.
Çünkü
o topraklar kanla sulandıkça gökte bulutlar bile ağlıyor. Asmak kesmek
çözüm olsaydı 30 yıldır çözüm uleması olmuştuk bütün bir millet olarak.
Olmadı, işte geldiğimiz yer.
"Gayet iyidir, bırakın kan akacaksa aksın. Nasılsa akacak kan damarda durmaz" diyorsanız?
Ben bu anlayışa sırtımı dönüyorum.
Canımız yansa da gelin barıştan yana olalım.
Çünkü başka barışlara ihtiyaç duymamak için, bugünkü barışı yaşatalım.
Korkmayın
yüksek sesle "barış istiyorum"diye haykırın ki, barıştan korkanlar ve
de savaştan geçinenler yüreğinizdeki coşkunun gazabına yenik düşsünler.
Unutmayın
ki, günün birinde bu ülkede kardeşlik, huzur, sevgi ve bi hakkın
demokrasi olacaksa eğer? Bu, asla hayatlarını namluların ucuna
sürmüşlerin eliyle değil, namlularını gömmüş fedakârlar sayesinde
olacaktır.
Tayyip Bey'e dair benim de itirazlarım var. Ancak gün, hesap günü değil.
Hele önce bir barış olsun, sonra belki de helalleşiriz?