Sen bezmimize geldiğin akşam neler olmaz
Aşkın beni sermest ediyorken keder olmaz
Ölsem de senin uğrunda cânım heder olmaz
Sen saçlarını çözdüğün akşam seher olmaz
Dalgın ve ilâhî eriten bir bakışın var
Bir anda bütün ruhumu birden yakışın var
Karşımda nehirler gibi nâzân akışın var
Sen bezmimize geldiğin akşam neler olmaz
Hasan Ali Yücel
1920 yılından günümüze kadar 76 Milli Eğtim Bakanı görev yapmış; bakanlık yapanların görev süreleri ortalama bir yıl dört ay gibi kısa sürelerle sınırlı... Bu dönemden günümüze kadar Hasan Ali Yücel sekiz yıla yakın görevle; en uzun süre görev yapan Milli Eğitim Bakanı olma ünvanına sahip bir siyasetçı ve aynı zamanda da bir eğitimci ...Bakanların makul sayılabilecek sürelerde görevde kalıp ve kalmamalarının; eğitim poltikalarının yürütülmesinde kalıcı ve sürdürülebilir başarılarının ve neticelerin elde edilmesinde olumlu ve olumsuz yansımalarının olacağı muhakkak..Ne yazık ki, kısa aralıklarla yapılan her bakan değişikliğinde; sistem yeniden sil baştan "yaz-boz"tahtasına dönüştürülmekte ve yaşanılan bu süreçlerde olumsuz etkilenenler ise âdeta "kobay"gibi kullanılan nesillere olmakta...
Bu meyanda milli eğitim sistemimizin millilik ve bilimsellik gibi çağdaştemel esas ve kavramlara oturtulan amaç ve ilkelerine; zaman zaman eğitim dışı ve zarar verici siyasî ve maksatlı müdahaleler yapılmakta; farklı politik ve ideolojik mülâhazalarla yapılan müdahale ve değişiklikler sonucunda zaten var olan sorunlara; giderek ve artarak yeni sorunlar eklenmekte; ve bu haliyle de sistem içinden çıkılamaz ve çözülemez sorunlar yumağı haline gelmekte...
Sanırım eğitim sisteminde gelişen ve giderilmesi de hayli zor alt-üst oluşların yarattığı ve ürettiği devesâ sorunların çözüme kavuşturulamamış olmasının özünde bir çok faktörle birlikte; sebeplerden birisi de kısa aralıklarla yapılan bu Bakan değişikleri sayılabilir..
Milli Eğitim Bakanlarına bu zâviyeden bakıldığında ve değerlendirme yapıldığında; Cumhuriyet dönemi eğitim tarihimizde etkileyici tesir ve iz bırakarak, kalıcı hizmet ve reformlar gerçekleştirmiş ve başarılı olmuş sayılı bakanlardan birisinin hiç tereddütsüz Hasan Ali Yücel olduğunu söyleyebiliriz. Cehâlete, karanlığa ve bilgisizliğe karşı açılan mücadelede Türkiye Cumhuriyeti'nin "eğitim ve kültür politikalarına büyük ölçüde yön vermiş" olmasının yanında; şair, yazar, mûsıkî-şinas, fikir adamı ve mevlevî kişiliğiyle; hem Osmanlı'nın son dönemini, hem de Cumhriyet dönemini ve sonraki yılları tecrübe etmiş ; rafine edilmiş fikirlere ve düşüncelere sahip değerli bir sanat ve kültür adamı...Cumhuriyet aydınlanmasında görev almış, hizmetleri,eserleri ve yazılarıyla da gerçek anlamda aydın bir devlet ve siyaset adamı. Mûsıkî eğitimi almış kültürlü, birikimli bir aydın; yazı başlığı altında yer alan "Sen bezmimize geldiğin akşam neler olmaz" mısralarıyla başlayan duygu ve anlam yüklü ve çokça okunan güzel şarkının hem güftesi ve hem de "suzinâk"makamında yapılan bestesi kendisine ait ...Şarkı tarzında yazılan daha başka şiirleri yine farklı sanatçılarca bestelenmiş bir mûsıkî-şınas...
Şiirimizin ustalarından Can Yücel'in "Hayatta en çok babamı sevdim" isimli ve babasının ifade edildiği o güzel şiirinde; "çagın en güzel gözlü maarif müfettişi " sözleriyle anlatılan büyük bir eğitimci ve eğitim müfettişi.. Mevcut Milli Eğitim Bakanı sayın Nabi Avcı, bilebildiğim kadarıyla şair ruhlu ve Can Yücel'in şiirlerini de beğenen ve zevkle okuyan bir siyasetçi.. Kendi döneminde gerçekleştirilen ve bir çok eğitimci gibi benim de önemli itirazlarımın olduğu eğitimimizdeki yapısal sistem ve müfredat değişikleri aşamasında; sanırım bu şiirden ve şiirdeki anlamlı ve estetik ifade tarzından etkilenmiş olunacak ki; yüksek sesle dinlendirilememiş olsa da yapılan yeni düzenlemeyle; merkez ve taşra eğitim denetmenlerine ait "denetmen" ünvanı kaldırılarak, Can Yücel'in şiirinde babası Hasan Ali Yücel'e atfen ifade ettiğı ve Osmanlıca tabiriyle "maarif müfettişi" ünvanına dönüştürülmüştür. Öğrencilik yıllarımı çağrıştıran bir ünvan ve terimin nostaljik de olsa yaşatılmış olunması benim açımdan da güzel olmuş diyebilirim.
Bakanlığı döneminde dünya klâsiklerinin bir çoğu ile bazı şark klasikleri ve İslâm AnsiklopedisiTürkçe'ye tercüme edilmiş, ikinci maarif şurâsı, üniversiteler yasası ve benzeri gibi; detayları yazımızın sınırlarını aşacak ve sayılamayacak kadar bir çok ilklere imza atılmışve dönemine ait önemli projelerden olan ve yazımızın konusu Köy Enstitülerinin açılmaları gerçekleştirilmiştir.
Hayat hikâyesini bakıldığında çocukluk ve ilk gençlik yıllarıMevlevî bir ailede ve Mevlevî terbiyesiyle geçmiş... Küçük yaşlarda aldığı bu eğitim tüm hayatında etkili olmuş...Yenikapı Mevlevîhanesi'nde"mukabele" okumuş, ney üflemiş ve mûsıkî dersleri almış...Mûsıkî yaşamında iz bırakan çocukluk ve gençlik yıllarındaki Hasan Dede'yi şöyle anlatır."Bana ilk naat-ı Mevlâna'yı meşkeden, beni namazda müezzinliğe, tekkenin minaresinde ezan okumaya alıştıran Hasan Dede olmuştur. Hele yaz sabahları tekkenin yüksek minaresinin yüksek şerefesinden Essalât verdiğim zaman, sesimin geri gelen "Allahu Ekber"lerini dinlerken nasıl vecde gelir, nasıl kendimi kaybeder gibi olurdum; anlatamam... Ben sahici müslümanlığı Hasan Dede ve Gülşen Bacı'nın evinde bağrıma sindirmişimdir."
Cumhuriyet döneminde özellikle de 1940'lı yıllara ait eğitim tarihimizde; siyasî alana çekilerek ifrat ve tefrit nokta-ı nazarından üzerinde en çok tartışılan, konuşulan kitap ve makaleler yazılan ve hâlâ konuşulmaya devam edilen; Hasan Ali Yücel dönemindeki Köy Enstitülerinin açılması ve neticede bu okulların kapatılması hadisesi gelir. Pulur Köy Enstitüsü'nün bir devamı olan Yavuz Selim İlköğretmen Okulu'dan mezun olmuş ve feyz almış bir öğretmen olarak; yapılan değerlendirmelere ilâveten fikir ve düşünce paylaşımında bulunmak istedim.
Geçmişteki tarihsel ve kültürel her tür yaşanmışlıkları kendi tarihî şartları içinde değerlendirmek, irdelemek "anakronizm"denilen bir anlayış ve bakıştır. Eski Cumhurbaşkanımız sayın Demirel'in "Dünün güneşi ile bugünkü çamaşır kurutulamaz " şeklindekienfes ifadesiyle; bugünün şartları ve bakışıyla geçmişi değerlendirmek bizi sağlıklı sonuç ve değerlendirmelere götürmez ve bu nedenle Köy Enstitülerinin açıldığı yıllara ve şartlara da bu gözlükle bakılmalı...
Köy Enstitüleri bir zarureten doğmuş. Okuma yazma oranı Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda denilenin aksine %5 bile değildir. Bunu yanında nüfusun %80'ni köylerde yaşamakta.. Atatürk daha 1922'lı yıllarda "Bu memleketin asıl sahibi ve toplumumuzun esas unsuru köylüdür. İşte bu köylüdür ki, bugüne kadar bilgi nurundan mahrum bırakılmıştır. Bizim izleyeceğimiz eğitim sisteminin temeli evvelâ mevcut bilgisizliği kaldırmaktır. Fikrimi bir kaç kelime ile açıklamak için diyebilirim ki, genel olarak bütün köylüye okumak, yazmak ve vatanını, milletini,dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafî, tarihî, dinî ve ahlâkî bilgi vermek ve dört işlemi öğretmek; öğretim ve eğitim proğramızın ilk hedefidir. Bu hedefe ulaşmak, milli eğitim tarihimizde kutsal bir aşama teşkil edecektir." sözleriyle Anadolu'nun asırlık içler acısı manzarasını ortaya koymaktadır.
1940'lı yıllara gelindiğinde ise; 6 yaşın üstündeki nüfusun %78'i okur-yazar değil...Köylerde ise bu oran %90... Ayrıca köyler; sağlık, temizlik ve gelişmişlik imkânlarından çok uzak... Nazarî eğitim yapan, ellerinde kitabî bilgilerle yetinen, köye gitmek, orada kalmak istemeyen ve şehirlerde yetişmiş öğretmenler yerine; köy kökenli, köye ve köylüye yararlı olabilecek, nasırlı ellerinde kitap ve kalemden çok, kazma, kürek, çapa, keser bulunan ve modern tarımdan haberdar öğretmen yetiştirmek ve köylere göndermek amacıyla hayata geçirilerek kurulmuş okullar.. İsmail Hakkı Tonguç'un, " Köylüye bir şey öğretebilmek için evvelâ ondan bir çok şeyler öğrenmemiz lâzım..Kırk bin köyün kenarına münevver insanımızın mezar taşı dikilmedikçe, köyün sırlarını anlayamayız. Köyü anlayablmek için, köylüyü duyabilmek için onunla kuçak kuçağa, nefes nefese gelmek lâzımdır. Onun içtiği suyu içmek,yediğı bulguru yemek, yaktığı tezeğin ifade ettiği sırları sezebilmek ve yaptığı işleri yapmak şarttır. Köyün ve köylünün gerçek hayatını tam olarak ancak kendi içinden çıkanlar bilir." şeklindeki söz ve söylemlerinde Köy Enstitülerinin kuruluş felsefinin kodlarını ve anlayışını buluruz.
Anadolu insanın eğitim ve öğretmen ihtiyacı ilk kez 1936 yılından itibaren askerliğini onbaşı veya cavuş olarak yapan ve okuma yazma bilen sayıları dokuz bini bulan ve dokuz aylık kursun ardından; çok az sayıdaki üç sınıflı köy ilk okullarına gönderilen eğitmenlerce karşılanmış. Üç sınıflı köy ilk okulları 1939 yılında beş yıla çıkarılmış... Akabinde şehirlerden nispeten uzak, tarıma elverişli 21 bölgede köy okullarına öğretmen ve sağlık memuru yetiştirmek üzere köy çocuklarıın alındığı Köy Enstitüleri açılmış... Yüzyıllaca sürdürülen "gelenekçi - ezberci" ve "nakilci" eğitim yerine; "iş için, iş içinde eğitim" ilkeleri ışığında ve kültür dersleriyle birikte; tarlada, bağ ve bahçede çalışan, ziraat alet ve edavatını kullanabilen; köylümüze rehberlik edebilecek pratik eğitim ve köy ortamının sağlandığı okullar.. Yılda asgari yirmi beş klâsık roman okuma zorululuğunun getirildiğı ve okul binalarının öğrenciler tarafından yapıldığı, öğrenci katılımlı yönetim anlayışının ve eğitiminin sergilendiği okullar...
Açılan bu okullardan birisi de uzun yıllar Erzurum ve Türk eğitimine olumlu katkılar sağlayan Pulur Köy Enstitüsü ve bir sonraki devamı Yavuz Selim İlk Öğretmen okuludur. Köy Estitülerinden yaklaşık iki bini sağlık memuru, on beş bini köy ögretmeni yetişmiş ve bu öğretmenler uzun yıllar köylerimizin aydınlanmasında ve bilgisizliğin giderilmesinde önemli görevler üstlenilmiş. Okullardan köy romancılığı alanında önemli yazarlar yetişmiş....
1946 yılında kapatılmaları gündeme gelmiş; sürdürülen egitim anlayışı ve başkaca bir takım ve doğruluğu şüpheli isnat ve suçlamalar sonucu 1954 yılında kapatılarak, ilk öğretmen okullarına dönüştürülmüşler...Terör şehidi büyüğümüz rahmetli Gün Sazak'ın babası Emin Sazak'ın Mecliste; "Köylere giden enstitü mezunları kendilerini birer Atatürk zanediyorlar."sözlerine karşılık; Hasan Ali Yücel'in "Bu çocukların birer Atatürk olması temeni edilir" sözleriyle cevap vermesi manidârdır..
Yıllar önce Van eski milletevekili Kinyas Kartal ile yapılan bir röportajda;kendisine Köy enstitüleri "kominist"yetíştirdiği için mi kapatıldı sorusana "Hayır babam beni Moskova Üniversitesi'nde okuttu. Komnizmin ne olduğunu biliyorum. Enstitülerde kominizmi bilen yok" cevabına; peki karma eğitim yaptıkları için mi kapatıldı sorusuna; "Hayır bu da değil, bütün dünyada karma eğitim var, kız -erkek beraber okuyor." Peki ya neden sorusuna ise; "Ben toprak ağasıyım 200'e yakın köyüm var. Köylerdeki her iş bana sorulur,evlenecek, askere gidecek, mahkemesi olacak bana danışılır. Köy enstitülerinden sonra 5 köyüme Köy enstitüsü mezunu gedi, artık bana danışılmamaya başlandı. Düşündüm 200 köyümün hepsine Köy enstitüsü mezunu gelirse benim ağalığım biter ve sıfırlanır. Bölgedeki ağaları topladım, Eskişehir'de de Emin Sazak'ı alarak 1950'de Menderes ile yaptığımız pazarlık ve görüşme sonucu Demokrat Partisi'nin iktidara gelmesinden sonra okullar kapatıldı" şeklindeki söz ve beyanları ne kadar doğru bilemem; ama bir bakış ve anlayışı yansıttığı doğru..
Yeri gelmişken Kinyas Kartal'a ilişkin yıllar öncesinde bir yerde okuduğum ve hatırımda kalan bir başka anlatımdan söz etmek istiyorum. 1925 yılı Seyh Sait İsyânı sonrası tedbir amaçlı zorunlu iskâna tabi tutulan kişilerden birisi de Kinyas Kartal ve ailesidir. Kendisine o günlere ait uygulama sorulduğunda aynen; "Günün siyasî şartları sonucu bölgemize dolu yağdı, her halde bu doludan bizim tarlaya biraz fazla düştü." şeklindeki cevap ve görüşü ile günün olaylarını o günün şartlarında değerlendiren ve siyasî bölücülükten uzak, seviyeli ve birleştirici değerlendirmeler yapan; Kinyas Kartal'ın bu tavır ve anlayışı; umarım günümüzdeki siyasî bölücülere ve destekleyicisi sözde aydınlara ders ve örnek olur...
Sevgili Fevzi Hocam. Size yakışacak kadar güzel ve aydınlatıcı bir yazıydı. Çok yararlandım Sevgi ve saygılarımı sunarım. Osman Genç
MÜDÜRÜM YAZILARINIZI DEVAMLI TAKİP EDEN VE ÇOK BEĞENEN BİRİ OLARAK EĞİTİM SİSTEMİMİZİN DÜNÜ,BUGÜNÜ VE YARINININ NASIL OLMASI GEREKTİĞİ MİHVALİNDE BİR YAZI DİZİSİ VEYA KİTAP YAZMANIZ TEMENNİSİYLE SAYGILAR SUNUYORUM
Teşekkürler tarihi gercekleri dile getirdiginiz yazılarınızı buyuk bir zevkle okuyoruz yeni yazilarinizi bekliyoruz saygı ve selamlar
ŞAHANE BİR TESBİT. FEVKALADE DOĞRU VE DÜRÜST ANLATIM. KALEMİN DERT GÖRMESİN MUHTEREM ÖĞRETMENİM.
Milli Eğitim Bakanlığı MİT Müsteşarlığı gibi drek olarak Başbakana bağlı olmalı.İl Milli Eğitim Müdürlerinin sorumlu olduğu tek kişi teşkilatın Bakan ve Müsteşarı olmalı.Bakanlık bünyesinde bulunan sayısısca gereksiz birimler sistematik olarak küçültülüp bir kaç birim haline getirilmeli.en önemlisi İl milli eğitim müdürleri ise Bakanlık birimindeki Bakan ve Müsteşara karşı sorumlu olmalı.Böyle olursa ne olur peki?Şu olur;Vali vali yardımcıları Bakanlık bünyesindeki bürokrasıden destek alarak keyfi uygulamalar yapamaz.(İstediğime imza atarım istediğime imza atmam, keyfi soruşturmalar açamaz) Millet Vekillerin Keyfi uygulaması ve hukuksuz işlemleri yapılamaz.peki böyele bir uygulamaya geçilir mi onu bilmiyorum ama çok çok zor.Fevzi Müdürüme yazdığı bu yazıdan dolayı eline kalemine sağlık diyorum.
Türk Eğitim sisteminin içinde bulunduğu açmazı anlamak için mutlaka okunması gereken enfes bir yazı...Yüreğinize kaleminize sağlık sayın Hocam...