Tüm hayalleri; okullarını bitirdikten sonra eğitim ordusunun kadrolarında yer alarak, ideallerini gerçekleştirecekleri okul ve öğrencilere kavuşmaktı.
Yapacakları o kadar çok işleri, öyle güzel düşünceleri vardı ki.
Atama kuraları çekildiğinde; ekonomik durumları kötü, coğrafi şartları zor, sosyal sorunlarla boğuşan Doğu ve Güneydoğu gibi yerleri çekenler, birkaç dakikalık karamsar tablodan kurtulup, Anadolu toprağının en ücra köşelerine koşarken, çocuklar gibi şendiler.
İçlerinden bazıları, ihmal edilmiş Doğu’nun; görünmeyen, bilinmeyen yüzüyle ilk defa karşılaştılar.
Görev yerlerine giderken, Faruk Nafiz’in “Han Duvarları” şiirini hatırladılar.
Bakımsız, lojmansız, tuvaletsiz, odunsuz, kömürsüz okulları, birleştirilmiş sınıfları, kara lastikli o güzelim Anadolu çocuklarının perişan hallerini görünce, işlerinin hiçte kolay olmadığını anladılar.Ödenek yokluğu cümlesini ilk defa duydular, asla ümitsizliğe düşmediler.
İlk maaşlarıyla okulun ihtiyaçlarını gidermeye başladılar.
Gerektiği zaman okullarının temizliğini, tamirat işlerini kendileri yaptılar.
Aldıkları maaşların bir kısmını okullarının ve öğrencilerinin hizmetine sunmaktan hiç çekinmediler.
Artık; kara tahta, beyaz tebeşir, sınıflar ve öğrenciler, hayatlarının ayrılmaz bir parçası olmuştu.
Heyecanla ilk derslerine girdiler, bir ömür geçirecekleri zorlu yolculuğun startını aldılar.
İlerleyen yıllarda, köhnemiş bir eğitim politikasıyla, her gün değişen yazboz tahtasına dönmüş talimatlarla, o ilk heyecanlarının, idealist düşüncelerinin, yavaş yavaş azaldığını hissetmeye başladılar.
Her türlü zorluğa rağmen, eğitim ordusunun eli öpülesi öğretmenleri eğitim ve öğretim cephesinde kahramanca çalışarak, milyonlarca cumhuriyet nesli yetiştirmenin haklı gururunu her zaman yaşadılar.
Hayatın zorlukları karşısında özveri ile görev yapan öğretmenlerimiz, gelecek nesilleri çağın gerçeklerine hazırlamak için, azim ve kararlılıkla yollarına devam ediyorlar.
Hocalarına en iyi imkânları hazırlamayanlar ve onlara düşük maaşları layık görenler, ne yazık ki mezun ettikleri ve üzerlerinde emekleri olan öğrencileridir.
Senede bir defa 24 Kasım’larda hatırlanmaları, onları artık üzmüyor.
Atılan hamasi nutuklar, verilen sözler, klişe laflar, onlar için inandırıcılığını çoktan kaybetmiş.
Büyük bir çoğunluğu ek bir iş yaparak ayakta kalmaya çalışıyorlar.
Osmanlı döneminde %7 civarında olan okuryazarlık oranımız, bugün %90’ların üzerindeyse, bunun mimarları elbette ki cumhuriyetimizin fedakâr öğretmenleridir.
Onlar; toprağa dikilen fidanlara verilen can suyu gibi, yavrularımıza ilim ve irfan suyunu vermeye devam ediyorlar. Sabırla baktılar, korudular, öğrettiler, imkânsızlıklar içerisinde mucizeler meydana getirdiler. Saygı ve hürmetle andığımız öğretmenlerimiz; sizler için fazla imkânları seferber ettiğimiz söylenemez.
İhmalkârlık, vurdumduymazlık gibi sebeplere, elbette ki sığınamayız.
Modern dünyanın öğretmenine gösterdiği ilgiyi, önemi ve imkânları öğretmenlerimize veremedik, ama onlar, çocuklarımızın eğitimi konusunda her türlü ilgiyi ve alakayı fazlasıyla göstermeye devam ediyorlar.
Şefkatle eğittikleri, bilgiyle donattıkları öğrencilerini, yıllar içerisinde mevki ve makamlarda gördüklerinde, ne kadar mutlu olduklarına şahit olmuşuzdur.
Hangi meslek grubu bu hazzı ve mutluluğu verebilir ki?
Başta ilk öğretmen Gazi Paşa’mız olmak üzere, görevleri başında şehit olan ve aramızda bulunamayan tüm öğretmenlerimize Allah’tan rahmet diler, eğitim cephesinde kalem ve kitaplarıyla çarpışan ve emekliliklerini yaşayan hayattaki öğretmenlerimize saygı ve şükranlarımızı sunarız.
Sizleri nasıl unutabilir ve haklarınızı nasıl ödeyebiliriz?
Sevgili öğretmenlerimiz; 24 Kasım öğretmenler gününüz kutlu olsun.
Her gün anılmaya değersiniz.