Biliyorsunuz, şu sıralar Ankara toz duman... Ne yeni bir yıla girmek üzere olmamız bu puslu havayı değiştirmeye yetti, ne de itidal çağrıları...
Dozu giderek artan iktidar-muhalefet çekişmesine, her ne kadar Sayın Erdoğan şiddetle karşı çıksa da şimdi erken seçim tartışması da eklendi.
Yerel seçimlerden hemen sonra erken bir seçim olur mu olmaz mı elbette bilemeyiz; ancak başkenti toza dumana bürüyen bu tartışma bize, bu ülkenin hangi badirelerden nasıl geçtiğini ve bu devletin hangi çetin bir sürecin sonunda kurulduğunu hatırlattı. İstedik ki, şu sıkıntılı günlerde biraz da tarihe bakalım ve o günleri şükranla yad edelim.
İşte size küçük bir kesit ve Erzurum'un tarihsel önemi...
"Yaz çocuk" demişti. "Yeni kuracağımız devletin şekli idaresi cumhuriyet olacaktır."
Ve O da, kara kaplı defterinin artık son boş sayfalarından birine aynen böyle yazmıştı:
"...şekli idare cumhuriyet olacaktır"
Henüz Erzurum'daydılar...
Daha aydınlık yarınların şafağı sökmemişti bile...
Bir yanda yürekleri kasıp kavuran bir bıkkınlık ve umutsuzluk; öbür yanda da " tam bir avuç inanmış adam" vardı.
Kararlıydılar...
Cesurdular...
Ellerinde namlunun ucuna sürdükleri canlarından başka bir şey yoktu...
Emperyalizm sadece şehirleri değil, vicdanları da kuşatmıştı.
Teslim olmayı "ehveni şer" sayanlarla, ölümüne çarpışmayı tercih edenler arasında bir savaştı bu aynı zamanda...
Bulutlar haber veriyordu:
Mazlum halkın kurtuluş kıvılcımları çakmak üzereydi.
Dağlar yol vermese de kervan yola çıkmıştı bir kere...
İmanları, engelleri yıkıyordu tek tek...
Çünkü inanıyorlardı:
Bir gün Anadolu'da yeniden istiklal güneşi parlayacaktı ve yürekleri saran zifiri karanlığın yerini, yıldızlar gibi parlayan yarınlar alacaktı...
Biliyorlardı ki bu halk, tıpkı Kafdağı'nın arkasındaki Anka kuşu gibi kendi küllerinden yeniden doğmak üzereydi...
Yine biliyorlardı ki Erzurum Kongresi, aslında kutlu doğumun mübarek bir sancısıydı...
Zulme gebe kalmış olsa da geceler, besbelli ki yeni bir sabah nuruyla donatacaktı baştan sona bütün Anadolu'yu...
Ankara henüz derin bir uykuda, İstanbul zilletin kollarındaydı...
Ama Erzurum ayaktaydı...
Üstelik yarası daha kanamaktaydı ve henüz giden evlatların yasları tutulmamıştı bile...
Fakat gün yas tutacak gün değildi; ya istiklal ya ölüm deme zamanıydı şimdi...
İşte bu hal üzere Erzurumlu son bir kez daha silkindi ve çok uzaklardan gelen misafirlerine kucak açtı.
Şöyle seslendi onlara:
Şayet aç kalırsak birlikte aç kalacağız, öleceksek de birlikte öleceğiz...
Sadece İstanbul duymadı bu sesi; yankı o denli güçlüydü ki tüm mazlum milletlerin dizlerine derman, gözlerine fer gelmişti...
Haliç'in sakin suları bile coştu...
Yardımcıları Allah, yoldaşları Peygamberdi çünkü...
Takvim yaprakları 1919'u gösteriyordu.
Daha dört yıl vardı, o büyük güne...
Ama ok yaydan çıkmıştı artık; Erzurum, sonra Sivas...
Tüm yollar aynı kutlu kavşağa çıkıyordu...
Dudaklarda dua, yüreklerde sarsılmaz bir iman vardı....
Çocuğun kara kaplı deftere düştüğü not, kuvveden fiile geçecekti bir gün...
Önde Mustafa Kemal, arkasında Kazım Karabekir ve daha niceleri...
Muşlu, Mardinli, Trakyalı...
Trabzonlu, Amasyalı, Konyalı...
Karslı, Bayburtlu, Elazığlı...
İstanbullu, İzmirli, Sarıkamışlı...
Kimse kimsenin kafa kağıdına bakmıyordu; onlar ölümde yoldaştılar, cephede kardeş...
Onlar inanmışlardı, hem de güvenmişlerdi...
Şafak söktü sökecek; nur yüzlü sabahlar Anadolu'yu saracaktı çepeçevre; ya bugün ya da yarın...
1923 sadece bir sonuçtu; öncesi vardı; sonucu anlamlı kılan...
Kürsüde Mustafa Kemal Paşa, karşısında sinelerinde mangal gibi yürek taşıyan ağalar, beyler...
Türktüler, Kürttüler, Lazdılar, Çerkezdiler...
Ama hepsi de adam gibi adamdılar...
Emperyalizme boyun eğmemiştiler ki, ırkçılık gibi ilkel bir duyguya yenilsinler...
Kiminin adı Ahmet'ti, kiminin ki Mırza; Temel de vardı, Hakim de...
Molla da vardı, muallime de...
Kimi yavuklusundan kopmuştu, kimi de en sıcak kucak olan ana kucağından...
Kahrolası hanede evlad-ı iyal kalmıştı...
Ama vatan kurtulmuştu ya...
Kara kaplı defterin o son boş yaprağı, mezarından kalkan ölü gibi ayaklanmıştı artık...
Ankara yeni bir Türk devletinin temelleri üzerine, yarınları bina ediyordu...
Yıl 1923'tü...
Kürsüde Sarı Paşa, hemen karşısında yoldaşları duruyordu...
Öylece taçlandı o gün, tarihin o şanlı yaprağı...
Ve aradan tam doksanı sene geçti...
Hava puslu, sokaklar sisli olmasına sisli ama tünelin ucundaki ışık bizi bekleyip duruyor.
Şafak söktü sökecek...
Yeryüzündeki bu son Türk Devleti, ceviz ağacının yaprakları gibi kuşattıkça kuşatacak çevresini...
Yüreğimiz daralmasına daralıyor hoş, ama bu günler de geçici...
Ortadoğu'dan Kafkasya'ya, Avrupa'dan uzak diyarlara...
Yakındır her yerde bizim türkümüzün çalacağı günler...
Endişelerim var ama asla umutsuz değilim çünkü biliyorum ki:
Türk Devleti büyüdükçe büyüyecek...