Her ne kadar bir
şeyi yapmaya niyetlenmek, işin yüzde ellisi demekse de, esasında
dilemekle eyleme geçmek farklı şeylerdir. Acımasız ve baş döndürücü bir
rekabetin hüküm sürdüğü günümüzde, şehirler de tıpkı insan gibidir,
elini çabuk tutan, doğru zamanda, doğru hamleleri yapabilen kazanıyor.
Erzurum,
üzerine serilen ölü toprağı ve de artık demode olan ticari
alışkanlıkları yüzünden eylem ve hareket kabiliyeti hayli zayıflamış bir
şehirdir.
Bu sebeple şehir geneline hakim olan duygu, “Erzurum’da hiçbir şey olmaz” şeklindedir.
Mümkün
ki, tarihi tecrübe içerisinde saklı olan nice meseleler, kısmen de olsa
böylesi bir duygunun beslenip, palazlanmasına yol açmış olabilir. Fakat
bu asla bir “hüküm” yahut değişmez bir “kural” biçiminde
görülmemelidir.
Umudunu yitiren toplumlar belli bir zaman sonra inancını da kaybeder.
Önce
umudumuzu ve inancımızı koruyup sonra da çağın gerektiği kurallar
içerisinde ayakta kalma mücadelesi vereceğiz. Yazarımız Vahdet Nafiz
Aksu, geçenlerde kaleme aldığı bir yazısında, Erzurum’a dair son derece
isabetli tahliller yaptıktan sonra işin sırrını açıklamıştı:
“Erzurum, vergi bağışlanan bir şehir değil de, vergi rekoru kıran bir şehir olmak istiyor”
Hani
ikide birde örnek verip durduğumuz şu meşhur padişah fermanı var ya,
Erzurum’da muayyen bir zaman vergi alınmamasını emreden...
Bugün
Erzurum’un içerisinde bulunduğu şartlar, parlak olmamasına hatta tam
tersi bir durum bulunmasına rağmen, devletten sadaka, ulufe ve bağış
yerine, biz hakkımız olan payı öncelikle istemeliyiz, ardından da şehrin
iktisadi yapısını ayaklandıracak girişimlerde bulunmalıyız.
“Öldük,
bittik, mahvolduk” türü yakınmalar bir işe yarasaydı şayet, Erzurum
şimdiye kadar Türkiye’nin en zengin kentlerinden birisi olurdu. Zaman
herkese gösterdi ki, yol ve metot çoktan değişmiş; yalvarıp yakarmak
yerine, dişe diş bir mücadele ortaya koymalıyız.
Misal, bu şehirde ağzı laf yapan herkes şunu sorgulamalı:
“Yerel bazda çaba harcansa, merkezi hükümetin desteği ile Erzurum çok daha kısa zamanda büyük mesafe alamaz mı?”
Nasıl
ki, bir devlet için yeşil kartlı vatandaş sayısının artması övünülecek
bir durum değilse, bir şehir için de sürekli sadaka ister gibi bağış
beklemek çözüm değil.
Gelin hep birlikte önce potansiyelimizi
çıkarıp, gücümüzü birleştirelim; sonra da yasal yollardan yasal
haklarımızı talep edelim... Aksi istikamette yol almayı sürdürürsek,
öyle veya böyle siyasetçinin elinde oyuncak olur, nihayetinde de maraba
konumuna düşeriz.
Vahdet Nafiz Aksu’ya yüzde yüz katılıyorum:
Sadaka alıp, kıt kanaat geçinen bir şehre talip olmak yerine, vergi rekorları kıracak bir şehir inşa edelim...