Atatürk Üniversitesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Savaş Eğilmez, HDP Milletvekillerinin İstiklal Marşı'nı okumamalarına tepki göstererek, "İstiklal Marşı, milletimizin tarih boyunca yaşattığı ve sıkı sıkıya bağlandığı değerlerin şiire dökülmüş halidir.
Erzurumajans-Atatürk Üniversitesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Savaş Eğilmez, HDP
Milletvekillerinin İstiklal Marşı'nı okumamalarına tepki göstererek,
"İstiklal Marşı, milletimizin tarih boyunca yaşattığı ve sıkı sıkıya
bağlandığı değerlerin şiire dökülmüş halidir." dedi.
Eğilmez, konuyla ilgili yaptığı açıklama şöyle konuştu:
"Bu değerlerin en önemli ikisi "istiklaldir" ve "Hakk'a tapmaktır".
Mecliste, Kürtlerin temsilcisi olduklarını iddia eden bir grup İstiklal
Marşı'nı marşımızın verdiği mesajlardan dolayı okumak istemiyor. Aslında
hiç anlayarak okumamışlarda. Çünkü okumuş olsalardı, İstiklal Marşı'nda
herhangi bir etnik vurgu olmadığını anlayabilirlerdi. Bu grubun, hiç
anlamaya çalışmadıkları marşla ilgili aldıkları tavırdan sonra hemen
aklımıza şu sorular geliyor: Hani Türk -Kürt kardeşti? Hani bu ülkeyi
beraber kurmuştuk? Hani bu ülke için beraber şehit olmuştuk? Bu çıkış;
bu grupların sözde savundukları fikirlere tamamen ters düşen ve
milletimizin her ferdinin ibretle izlemesi gereken ve kardeşlikten çok
uzak bir davranış şekli ve bir provakasyondur. Bir kere bile anlamaya
çalışarak okumadıklarını İstiklal Marşı, vatan toprakları içerisinde
emperyalizme karşı mücadele veren herkes için yazılmıştır. Mehmet Akif
Ersoy'un milletimiz için yazdığı bu kutsal şiir, 12 Mart 1921 tarihinde
yüce meclis tarafından, defalarca ayakta ve alkışlar eşliğinde okunarak
Milli Marş olarak kabul edilmiştir. İstiklal Marşı, milletimizin tarih
boyunca yaşattığı ve sıkı sıkıya bağlandığı değerlerin şiire dökülmüş
halidir. Bu değerlerin ilki 'istiklaldir'. Vatan toprağı üzerinde
kendisini milletin bir bireyi olarak gören herkes için hürriyettir.
Diğeri ise 'Hakk'a tapmaktır', İstiklal ile Allah inancı arasında sıkı
bir bağlantı kurulmuştur. Marşın devamında, Anadolu'nun sonsuza kadar
vatan olacağının ilanı vardır. Bu marşı istemeyenler ya bu ülkeyi bölmek
isteyen mihrakların kuklasıdır ya da bunların dedeleri o kutsal
mücadeleyi verenlerden değillerdir. Araştırıldığında görülecektir ki
kutsal marşımızı istemeyenlerin dedeleri de o tarihlerde, aynı bugün
torunlarının yaptığı gibi devletin bölünmez bütünlüğüne ve milletin
birlikteliğine karşı isyan halindeydiler.
İstiklal Marşımızla
beraber tartışılan diğer bir konuda, vekillerin göreve başlamadan önce
mecliste yaptıkları yemin meselesidir.
Tarihe baktığımızda edilen
yeminle, edenler arasındaki uyuşmazlığın, önceden de defalarca
yaşandığına tanık oluyoruz. Osmanlı Devleti'nde Meclis-i Umumi (Ayan ve
Mebusan Meclisleri) 1877 yılında şöyle yemin ediyordu; "Zât-ı Hazret-i
Padişahîye ve vatana sadakat ve Kànun-i Esâsî ahkâmına ve uhdeme tevdi
olunan vazifeye riayetle, hilâfından mücanebet eyleyeceğime kasem
ederim." Yani o zamanın vekilleri de bugün kine benzer bir şekilde
Padişah, Vatan ve Anayasa üzerine yemin ediyorlardı. Ama onların bir
kısmı da, daha kürsüye gelmeden üzerine yemin edecekleri bütün değerleri
satmaya kararlıydılar. Nitekim hemen sonra yemin ettikleri değerlere
ihanet ettiler.
23 Nisan 1920 de kutsal meclisin, vekilleri yemin
etmediler. Sonra 1924 yılında yemin edilmeye başlandı. Metin şöyleydi:
"Vatan ve milletin saadet ve selametine ve milletin bilâ kaydu şart
hakimiyetine mugayir bir gaye takip etmeyeceğime ve Cumhuriyet
esaslarına sadakatten ayrılmayacağıma, Vallahi". Sonraki gelişmeler bu
mecliste de yapılan yemine sağdık olmayanların çıktığını gösterdi. Yemin
teklifini getiren Bilecik vekili Fikret Bey, devleti dolandırmaktan
Yüce Divan'da yargılandı ve hapis cezasına mahkûm edildi. 1928 yılında
Vallahi kelimesi Namusum üzerine söz veririm cümlesiyle değiştirildi.
1961 yılında metin biraz daha uzadı ve vekiller "Devlet, bağımsızlık,
bütünlük ve laiklik" üzerine namus sözü vermeye başladılar. Ve yine
aralarında bu sözlerinde durmayanlar oldukça fazlaydı. 1982 Anayasasıyla
metin bugün ki şeklini aldı ve Türk Milletinin şahitliğinde namus ve
şeref üzerine yemin edilmeye başlandı. Ve bu yemini edenler arasında da
yeminine sadık kalmayanlar, bu sadakatsizliklerini bazen gizli, bazen de
çok açık bir şekilde ortaya koydular.
Yemin genelde iki durumda
edilir. Bunlardan birincisi, karşılıklı güveni pekiştirmek, ikincisi de
karşılıklı güvensizliği ortadan kaldırmak için. Dikkat edersek sadece 23
Nisan 1920 de açılan mecliste yemin edilmemiş ama sadece o mecliste
bulunan vekiller arasından kutsal değerlerimize ihanet eden kimse
çıkmamıştır. Belki de devleti, vatanı ve milleti koruyacaklarına dair
bir yemin etme düşüncesi gururlarına dokunmuştur. İnsanın bu değerleri
korumak için canını bile hiç düşünmeden feda edebileceği için, yemin
etmeyi gereksiz görmüşlerdir.
Şimdi bizce hatayı şurada yapıyoruz;
yemin metnini değil de yemin edecekleri iyi tespit edemiyoruz. Kutsal
meclisimize giren bazı vekilleri, doğru değerler üzerinden seçebilsek,
herhangi bir yemin metnine gerek kalmayacaktır. Bundan dolayı bağımsız
adaylara yemin ettirmek için ısrar etmenin, onları yalan söylemeye
teşvik etmekten başka bir işe yaramayacağını düşünüyoruz."