Demir Yolu Çocukları -2-

GAR BİNASI

Gelelim Gar Binasına.  Tam önünde durup Gar binasına bakıyorum. Sol üst katta iki lojman var.Birinde Gar müdürü Arif Üye bey oturuyor. Oğlu Ragıp,bizden büyük ama ben onu liseli yıllardan tanıyorum. Lisenin boks takımındaydı.Diğer lojmanda galiba şimdi tam hatırlayamadım, Gar Müd .YRD.cısı Muhlis Arat bey oturuyor.

Sol tarafın alt katında lokanta,büfe ve personel odaları vardı. Büfeci ’’Kel Murat’’ derdik lokanta ve büfeyi o çalıştırırdı. Sonradan yan taraftaki bahçe içine yeni lokanta yapılınca burası yan tarafa taşındı ve bahçeside açık hava lokantası olarak kullanıldı.

Sol tarafın en alt katı kalorifer dairesiydi. Zakir abi derdik o çalıştırırdı.

Gar binasının sağ tarafına gelince. Alt katta Gar müdürlüğü yazı işleri, bürosu, muhasebe, postahane ve telgırafhane vardı. Telgırafhane diyince buraya bir paragraf açmak istiyorum.Bazen babam beni buradaki görevli arkaşının yanına bırakırdı. Bende merakla orayı izlerdim.

Buradaki telgırafhanede ‘’mors alfabesi’’denen bir alfabe kullanılırdı. Özel bir makinası vardı. Bu alfabe nokta ve çizgiden oluşan bie alfabeydi. Mesala.A harfi…üç nokta, B harfi . –bir nokta bir çizgi, C harfi..-iki nokta bir çizgi.(bu örneği ben uydurdum). Bu makine tık tık tık sesleriyle karşı tarafın mesajını alırdı.Bu tık tıklar adeta bir müzik sesi gibiydi. Yan taraftan da kalp grafiği çıkarır gibi ince bir şerit halinde beyaz bir kağıda mesajı çıkarırdı. Telgıraf memuru o tık tıklara bakarak meajı hecelerdi. Kırk-beş- se-fer-sa-yı-lı-ka-tar, Aş-ka-le-de.Hemen cevap yazardı. TIK TIK TAK. An-la-şıl-dı-ta-mam.

Sağ tarafın üst katına gelince.Burada Hekimlik,Şeflik odaları ve Santral vardı. Dr.Enver Atalay, şef Yahya Bulmuş  ve şef Kazim Taşkent ile babam Alirıza Çağların odası buradaydı. Birde santral vardı. İsmini unuttum, santralcı amca beni çok seviyor, oğlu var Fahri, aynı sınıftayız ama nasılsa onu ben ders çalıştırıyorum.

Santıralcı amcanın oturduğu sandalyenin tam karşısında kocaman bir tabla(pano), bu tabla da yüzlerce fiş ve kablo, yan tarafta manyetolu bir telefon. O telefonun kolunu çevirip karşı tarafı arıyor ve ’’Ayrılmayın bağlıyorum’’ diyor, bir fişi alıyor, başka bir yere takıyor. Başka bir fişi alıyor ’’Filan sizi arıyor, görüşün’’ diyor. Aynı anda 9-10 kişiyi görüştürebiliyor. Bu santralin en büyük faydasını bir kederiniz olduğunda anlıyorsunuz. Anında bütün Demir Yolcuların haberi oluyor.

Bazı büroların özel telefonları var. Onlarda manyetolu, yani yanda kolu var, o kolu çeviriyorsunuz.Bazen iki üç telefonun sesi bibirine karışıyor.İşi önemli olan bağırıyor.Aloo Aşkale aradan çekil, Aloo Tercan duyuyormusun?



Şimdi 1939 da büyük bir törenle hizmete giren ve bugüne kadar aralıksız hizmet eden Gar binasının o muhteşem taç kapısından içeri giriyorum.

Birçok değişiklikler olmuş, ama o eski hava ,o ihtişam yerinde. Sağ taraftaki bilet satılan gişeler de yerinde .Gişelerin karşısında küçük bir büfe vardı. Bu büfede gazete, sigara,  büsküvi, sakız vs. satılırdı. Büfenin önünde muhteşem bir boyacı sandığı olan bir ayakkabı boyacısı otururdu. Onun fırçaları birbirine vurarak ve çevirerek yaptığı hareketleri gülerek ve zevkle seyrederdik. Yani bu hünerleri görünce içimden ‘’bende boyacı olsam’’diye geçirirdim. Büfenin bitişiğinde birde Berber bulunurdu.Bütün personel orada traş olurdu.Yalnız bu berber, bilmem ne amca, çok çağ dışı bir adamdı, çocukların şaçlarını hep üç numaraya vururdu. Bütün bunların yerinde şimdi büyük bir kantin ve WC ler var.

Hemen yan tarafta iki adet bekleme salonu vardı. Şimdi o salonlar müze olmuş. Bu bekleme salonlarında yaşadığım o kadar anım varki. Burası kavuşmaların, ayrılmaların, ağlamaların ve sevinçlerin unutulmaz mekanlarıydı.

Özellikle kış akşamları buraya takılırdık. Seyyar satıcılar gelirdi. Kimisi destan satar, kimisi beyaz yün çorap ve tiftikten yapılmış beyaz o meşhur Kalpak(papak-papağ)ları. Destan satanlar o yanık sesleriyle ortalığı çınlatırlardı. Bazı vatandaşlarda muhabbeti koyulaştırır, hikaye anlatmalar başlardı.

Deli Sebo vardı.Buranın müdavimi.7-8 kravatı üst üste takardı. Kravatlar onun her şeyiydi. Ne kadar çok kravatı varsa o kadar ünlü olacağını düşünürdü. Sarıkamış(Yeniköy-Topdağı doğumlu)- Erzurum arasında sürekli seyahat ederdi. Kimseye kötülüğü olmazdı. Az konuşurdu. Asker postalı ve asker kaputu yaz kış üstünden hiç çıkmazdı. Şapkasıda bir Demir Yolu şapkasıydı ama yıldızlarla süslüydü. Bütün kondöktörler, demir yolcular onu tanırdı. Tekin adam değil, deli veli yakıştırması yapanlarda vardı. Tren altında kalarak rahmetli olduğunu duyduk.



Gar binasından dışarı çıkıp Gürcü kapıya doğru baktığınızda, karşınızda meşhur istasyon meydanını görürsünüz. Bütün mitinglerin yapıldığı meydan, bu meydandı. Dile gelsede konuşsa. Siyasi Parti başkanları,Başbakanlar,Cumhurbaşkanları. Ama bu meydanın bendeki anıları çok daha başka. Bu meydan kıran kırana futbol maçlarına sahne olurdu.Özellikle ramazanlarda iftar topu atılıncaya kadar koşuştururduk.Bir senesi o kadar yağmur yağmıştı ki, bu meydan su ile dolmuş, sular banketleri aşarak, bir kısmı bekleme salonlarının içinden geçerek, bir kısmıda büfeci Muratın lokantasının önünden taşarak, raylarıda aşıp Kombinaya doğru gitmişti. Bizler de paçalarımızı çemirleyerek suların şehirden getirdiği eşyaları yan taraflara yığıyorduk.

Gar binası arkamda, ben Gürcü kapıya doğru bakmaya devam ediyorum. Şu an Vatan Kompitürün bulunduğu yerde bir adet, iki katlı DDY lojmanı vardı. Bir katında Depo şefi Fevzi Uygun amca oturdu. Oğulları Fehmi, Fethi ve Çetin. Fehmi benim yaşıtımdı ve Erzurum lisesinde dönem arkadaşımdi. Atatütk Üniversitesinde uzun yıllar İngilizce öğretmeni olarak çalıştı.

Diğer katta ise Bagaj görevlisi Salih Kızılca otururdu. Galiba oğlunun adı Muzafferdi.

Onların hemen üstünde şu an Migrosun olduğu yerde iki katlı bir lojman daha vardı.Üst tarafı Demir Yollarının fidanlığı idi. İşte uzun yıllar oturduğumuz 3.cü lojman bu lojmandı. Bu lojmanda önce Şef Kazım Taşkent amca(Eta ve Efdalin babası), sonra Yahya Bulmuş bey oturmuştu.Yahya bey emekli olunca biz oturmaya başladık. Burası benim evlendiğim evdi. Burası babamın rahmetli olduğu evdi. Babam rahmetli olunca 3 ay daha oturma hakkınız var dediler ve öyle yaptılar.1993 yılından sonra istasyon mahallesine veda ettik.

Üst katımızda Necati Demir amca oturuyordu. Oğulları Tacettin, Secaattin ve Kızları Züleyha ve zümrüt vardı. Yıllarca bir arada bacı-kardeş misali yaşadık. Bahçede bir bostanımız vardı. Domates, salatalık, soğan yetiştirirdik. Mınnak Zümrütte büyük bir salatalık sevgisi vardı. Bizi kollar daha olgunlaşmadan icabına bakardı. Ben onun bugün yine salatalık kopardığını bana bakışlarından anlardım. Arka bahçede Askeriyenin voleybol sahası vardı. Burada sık sık voleybol oynardık. Bazen askerlerde bize katılırdı.

Evet Gar binasının önünde duruyor ve Gürcü Kapıya doğru bakıyorum. Sol tarafımda bir Atatürk köşesi ve küçük bir tren var. Maket tren gibi. Bu tren ‘’Dar Hat’’ dediğimiz eski yolda yıllarca çalışmış ve Dar Hat ortadan kalkınca emekliye ayrılarak depoya kaldırılmıştı. Gar binası önünde sergileyelim fikri olgunlaşınca bir BMC kamyonun arkasına bağlanarak çekilmek suretiyle buraya getirilmeye çalışılmıştı. Fakat BMC kamyonun buna gücü yetmedi.Trenin tekerleri parke taşların ve asfaltın içine gömüldü, öylece kala kaldı. Bu sefer Askeriyeden devasa bir vinç getirildi. Bu tren birkaç yerinden halatlarla bağlanarak havaya kaldırıldı ve getirilerek buraya kondu. Bu olayı izlemek üzere adeta bütün demir yolcular buradaydı. Güzel bir tören olmuştu.



İşte tam bu tren ve Atatürk köşesinin solunda, bir bahçe ve bahçe bitiminde iki katlı bir lojman daha var.Şimdiki semt garajının tam karşısına denk geliyor.Bu lojmanın bir katında Necati Keskiner amca otururdu. Oğlu bizim yaşıtımız ve o zamanlar çok samimi arkadaşımız Dr. Bülent Keskinerdi.

Birde Makasçı Fuat Maytalman abi otururdu. Namı değer ‘’Jilet Fuat’ . Bir dönemin efsanevi Demir Spor kalecisi. Lacivert takım elbise giyer, kırmızı kravat takar, elinde trenlere Dur- Kalk diye kullanılan ismi neyse o alet ve kırmızı şeritli şapkası. Şapkası olmadığı zamanlar, simsiyah saçlarına Biryantin sürer, geriye doğru tarar, üst tarafını şapka tereği gibi yapardı. Ayakkabıları hep boyalı ve pırıl pırıldı.Ben Fuat abiyi ta ilkokul çağımda Horasandan tanıyorum. Horasan onun makasçı olarak ilk göreve başladığı yerdi. Bazı zamanlar bizim lojmanların önüne gelir bizlerle top oynardı. Biz 4 kişi o tek,hepimizi tek tek çalımlayarak gider, gol atardı.Bir seferinde de Erzurum Demirsporu Horasana getirmiş, Horasan Aras Sporla o fidanlığın ustündeki yeşil sahada maç yapmışlardı.Demirspor Aras Sporu bilmem kaç sıfır yenmişti. Bu maçta Fuat abi hem kaleci durmuş, hemde santrafor oynayarak iki gol atmıştı.

Evet Gar binasının önünde duruyorum ve Gürcü Kapıya doğru bakıyorum.Yolun sağ tarafında iki katlı bir bina var. O bina ,o yıllar Demir Yollarının veznesiydi Galiba veznecini ismi Lütfü Güngör beydi.

Veznenin hemen arkasında ki binada ise önce Revizör Oruç Akbaba, o emekli olunca da yerine oğlu İhsan Akbaba oturdu. İhsan Akbaba makinist ti, Yani treni o sürüyordu.İster istemez lalabı ‘’Tren İhsan’’oldu. Eski havaalanı civarında pikniğe çıkmışsanız, oradan geçen bir tren eğer uzunca bir düdük çalıyorsa, anlayınki bu düdük Tren İhsanın düdüğüdür. Size selam veriyor. Ağabeyileri Mehmet ve Osman gibi oda yıllarca Demir Sporda top oynadı.

Şimdi geriye dönüp Gar binasının Taç kapısından giriyor ve arka kapıdan yolcu peronlarına çıkıyorum.

O peronun üstünü kapatan ve bu yapıya hiç yakışmayan bir sundurma var.Ne yazık ki bu sundurma yapılırken, beton dökülürken, Demir Yolu çocukları olarak bizlerde harç yapıyor, o harçları el arabasıyla temellere taşıyorduk. Oradan sökülen parke taşlarını başka yere göndermek için yanaşan vagona da bizler attık. Vagona atarken parmaklarımızın derisi doyulmuş, avuçlarımız su toplamıştı.


 
Küçük kardeşlerim işte bu tren raylarının üzerine demir para,çay kaşığı veya yemek kaşıklarını özenle koyar ve karşısına geçip bunların üzerinden trenin geçmesini beklerlerdi. Tren o kaşıkları ezer ve değişik şekillere sokardı.Sonra bunlarla bir çeşit oyun oynarlardı.Birgün evdeki çay kaşıklarının eksilmesini babam fark etti.’’Daha geçen gün bir düzine kaşık aldım’’ deyince iş ortaya çıktı.

Hangi yıldı hatırlamıyorum, yol atölyesinde çalışmaya başlamıştık. Sabahları kampana (zil-çan) çalar, bizler işçi tulumlarını giymiş vaziyette içtimaya çıkardık. Çavuşlar gelir, herkes kendi ekibini etrafına toplar ve yapacağımız işleri anlatır, işe başlatırlardı. Daha çok yükleme- boşaltma işi. Bazen çok vakitsiz bir zamanda kampana çalardı. Bir çavuş hem o çanı çalar hem de ‘’Ders vaar’’ diye bağırırdı. Bizlerde ne dersi var diye merak ederek hızla toplanma alanına koşar sıraya girerdik. Ya bir müfettiş gelmiş, ya Genel müdürlükten biri gelmiş, ya da atölye müdürü Ertürk bey bazı talimatlar verecek. Sonradan öğrendik ki bu aynı zamanda kaçak var mı diye bir yoklamaymış.

Bizim çavuş bazen bizi arkalarda hafif işlerde çalıştırır, sık sık mola verirdi.’’ Hepiniz öğrencisiniz, okuyup büyük adam olacaksınız, onun için sizi çok ezmeyeceğim. Şimdi yorulduysanız kazmaları bırakın kürekleri alın ve şu toprakları şuraya taşıyın’’ Bazen de ‘’Götürü’’ verirdi. Yani ‘’Şu işi bitirin gidin’’ derdi. Biz öğlene kadar o işi bitirir, kıyafetlerimizi değiştirir, elimizi, yüzümüzü yıkar, atölyeden çıkardık. Cumhuriyet caddesi bizi bekliyor.

Bazen de yola giderdik. ‘’YOLA GİTMEK’’ Demir Yolu boyunca yolu kontrol etmek ve hataları gidermek demekti. (Aklıma gelmişken: Birde Yol Çavuşları vardı. Mesela biri Erzurum’dan yola çıkar, diğeri Ilıcadan yola çıkar ve karşılıklı rayları kontrol ederek yürürler. Buluşma noktasında birbirlerini bekler, vukuat yoktur diye birbirlerinin defterlerini imzalar geri dönerlerdi. Bu iş yaz- kış sürekli yapılırdı.)

 KOLLU DREZİN ile Aşkale Erzurum arasındaki yolu kontrol eder, yolun uygun bir yerinde Drezini rayların kenarına çıkarır, güvenlik önlemlerini aldıktan sonra orada çalışmaya başlardık. Tren raylarının altı boşalmışsa oraya göre kırılmış taşları ‘’Bora璒 la vura vura rayların altını doldurarak sağlamlaştırırdık. Boraç: Kazmaya benzer, bir ucu kazma ucu gibi sivri, Diğer ucu dört köşe demirdi. Bazılarımızın o Boraca gücü yetmezdi. Çavuşumuzda güya bize kıyak yapar ‘’ Sen matara çayı için tezek topla, sen su getir, sizlerde yolun kenarındaki otları koparın ki yangın çıkmasın.’’ Derdi. Meğer o yo kenarındaki otları koparmak ne kadar zormuş. Akşama doğru avuç içlerimiz yara olur, sabaha kadar sızlardı. Ben ertesi gün kolayını bulmuş, sağ elime mendil sarmıştım.



Bu çalışmanın en zevkli yeri akşama doğru o Drezinle eve dönmekti. İki kişi bir tarafta, iki kişi bir tarafta o kollara basarak Drezini hareket ettirir ve belki de Drezinin hızını40-50 km ye kadar çıkarırlardı. Askerdeki yürüyüş kararı say gibi, bununda sloganları ve çevirmeli türküleri vardı. Bunu belki de bizim ekibimiz yolculuk neşeli geçsin diye kendileri uyduruyorlardı. Seyyit abi kuzu gibi melemeye başladı mı, şehre dönüş başlıyor demekti. ‘’Ha babam haa, de babam dee’’ diye hep bir ağızdan bağırılırdı. Birde yolda yağmura yakalanırsak hızımız daha da artardı. Islanırdık ama onunda ayrı bir zevki vardı.

Gevezelik ettim kaldığım yerden devam ediyorum.

Gar binasından dışarı çıktımya sola dönüp Demir Spor kulübüne doğru yürüyorum. Hemen solumda büfeci ‘’ Kel Murat’’ın lokantası var.

Bir anekdot. Dursun Şen'den alıntıdır.

Erzurum’un meşhur radyo sanatçısı Suat Işıklı Erzurum Tekel müdürü olmuştur. Bir müddet sonra Erzurum Tekel müdürlüğü envanterinde Rakı, Votka gibi içkilerin zarar ettiği fark edilir. Hakkında şikâyetler de vardır. Genel müdürlük durumun incelenmesi için iki genç müfettiş görevlendirir. Müfettişlerin ne zaman geleceği Işıklının dostları tarafından kendisine bildirilir. Işıklı bu iki müfettişi Garda büyük bir nezaketle karşılar. Hemen yandaki Gar lokantasında birer çorba içmeye zorla da olsa ikna eder. Müfettişler lokantadan içeri girerken o arkada ellerini ovuşturmaktadır. İçeride Suat ışıklının Radyodan arkadaşları vardır. Müzik ziyafeti başlar. Kendisi de klarnet, zurna, ses, saz, şarkı, türkü, fıkra derken bütün meziyetlerini sergiler. Müfettişler bir kadehten bir şey olmaz diye başlar, iki kadeh, üç kadeh derken gece yarısına kadar içerek tanınmayacak derecede sarhoş olurlar. Gece yarısı yani tam o saatlerde Kars’tan Ankara’ya bir yolcu treni daha vardır. Müfettişleri valizleriyle birlikte yataklı vagona yatırır ve kondüktörlere önceden aldığı biletleri vererek, bu arkadaşları Ankara’ya kadar uyandırmayın der. Gerisini siz hayal edin, nerede uyandılar, bu işin sonu nasıl oldu kimse bilmiyor. Ama Erzurum’a bir daha müfettiş gelmedi.

Kel Murat’ın lokantasının yanında DDY yatakhanesi vardı. Şimdi oralarda idari bürolar oluşturmuş. Devamında WC ler vardı. WC ler de büroya dönüştürülmüş. Devamında Demir Spor lokali var.

Demirspor Lokali şükür yerinde duruyor. Ama yazımın başından beri saydığım yazdığım bütün bu yerler, evler, bahçeler, bürolar, tümüyle satılıkmış ve çok yakında yıkılacakmış. Bunu duyunca insanın içi parçalanıyor.’’ İçim cız etti’’ dediğimiz bir yürek yangını olur ya, işte öyle. Demek ki bir devir daha kapanıyor.

Devam edecek... Sonraki bölüm: Demirspor Lokali ve Düğün Salonu
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.
  • Kemalettin Yilmaz 01 Ocak 1970 02:00

    Hocam elinize yüreğinize sağlık bu bahsi geçenlerin hepsinin canlı şahidiyim kömür tevzi nin ordaki lojmanlarda yaşadım kontak kurabilirsek sizlere anılarımı iletirim selamlar

  • Adınız Soyadınız 01 Ocak 1970 02:00

    Ağabey elleren sağlık Allah uzun ömür versin selamlar

  • Utku DEMİR 01 Ocak 1970 02:00

    Hocam yüreğine sağlık kalemine sağlık az çok bende hatırlıyorum oraları