Aslında çok da doğru bir başlık olmadı; çünkü sahurda zaten davullar korsan da olsa çalıyordu.
Dün Başkan Küçükler'le telefonda görüştüm.
"Haklısınız"
dedi. "Ramazan davulcuları köklü bir geleneğimizdir, karşı çıkmamız
veya yok saymamız düşünülemez. Ancak davul sesinden aşırı derecede
rahatsız olan insanlarımızı da düşünmek zorundayız. Biz o kısıtlamayı bu
sebeple koymuştuk. Şimdi görüyoruz ki, sahurda davul çalmasını
isteyenler çoğunlukta. Orta yol bulacağız. Bu ramazan için kavuşur mu
bilemem ama Allah nasip ederse seneye, mahalle mahalle referandum yapıp
soracağız: Davul çalmasını ister misiniz?"
Doğrusu hiç de yanlış
bi uygulama olmaz. Öyle ya, davul çalmasını isteyenlerin olduğu gibi,
çeşitli mazeretleri sebebiyle çalmasını istemeyenler de olacaktır.
Aslında
davul usul ve erkanına uygun çalınsa inanıyorum ki (hastalar hariç)
kimse rahatsız olmaz. Fakat bazen öyle berbat çalıyorlar ki, hakikaten
fıttırmamak mümkün değil.
Neyse? Kadim geleneğin yaşatılacak
olması güzel. Başkan Küçükler'in de sokağın sesine kulak vermesi ve
tartışmalı meselelerde referanduma gitmeyi düşünmesi, "ileri demokrasi"
adına sevindirici bir gelişme?
RAMAZAN ÇADIRI
Ramazan
Çadırı, Refah'lı belediyelerin başlattıkları bir uygulamaydı. AK
Parti'li belediye başkanları bu uygulamayı, geliştirerek devam ettirdi.
Erzurum da bu kervanın içindeydi.
Fakat Erzurum'da bu hizmet bi türlü layıkıyla yapılamıyordu.
Malumunuz
ramazan çadırı elzem bir ihtiyaç neticesinde doğmuş bir uygulamaydı.
Evinde aşı ekmeği olmayan insanlar, şayet kendilerine yardım ulaşmıyorsa
bu çadırlara gelip iftarlarını yapıyorlar.
Son bir iki yıldan
beri gerek kamuya bağlı kurumlar ve gerekse çeşitli hayır dernekleri
tarafından öyle güzel yardım dağıtım organizasyonu yapılıyor ki, her
hangi bir mahallede "ben açım, kimse kapımı çalmıyor" diyecek kimse yok
gibi? Tabii bu arada hayırsever insanların bireysel çabalarını da
unutmamak lazım?
Sözün özü şu:
Eskiden fakir fukara aş ve ekmeğin yanına geliyordu, şimdi aş ve ekmek fakirin kapısına gidiyor.
Bu durumda ramazan çadırları da asli fonksiyonunu yitirmiş oldu.
Kaldırılmış olması, ne sosyal bir soruna yol açar, ne de fukaranın lokması kesilmiş olur.
ESERLERİM YETER
Bu söz, Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler'e ait. Dün Palandöken manşetten vermişti. Meslektaşlarım sormuş:
"Seçimde başkan adaylığınız için hocaefendiler mi devreye girdi?"
Küçükler, kendinden emin bir ton'la yanıtlamış:
"Hayır; ne münasebetle... Benim referansım iki dönemdir yaptığım hizmetlerimdir."
12
Mart yerel seçimlerine altı yedi ay gibi bir zaman kaldı. Başkan
adaylarının en az üç ay önceden belirleneceğini düşünürsek, bu süre çok
daha kısalıyor. Eskilerin ifadesiyle, seçim sat-ı mailinde, yani seçim
sürecinde bir başkanın hocaefendiler yerine, icraatlarını referans
göstermesi, demokrasi adına hatırı sayılır bir ölçüdür.
Diyebilirdi
ki, "Evet hocaefendiler beni çok sever, ben de hep onların emrinde
oldum. Yeniden adaylığım için de bana dua ediyorlar."
Küçükler, bu popülizme tenezzül etmiyor.
Doğrusu da bu değil mi?
Kimsenin hocaefendilere bi şey dediği yok. Ama herkes kendi işini bi hakkın yaparsa daha saygın olur.
Fırıncı ekmek üretsin, hocaefendi toplumu irşat etsin, politikacı da politika yapsın.
Fakat Türkiye'de ne yazık ki bu işler tam tersi olur.
Herkes her şeyin uzmanıdır ve herkes her işe burnunu sokmayı asli görevi kabul eder.
Hal böyle olunca da kimi hocaefendiler rol çalarak, siyaseti tayin ve tanzime kalkışıyor.
Sadece kimi hocalar mı? Hayır; hemen herkes aynı yanlışa düşüyor.
Seçim
öncesi bir aday, "benim referansım hocaefendiler değil, hizmetlerimdir"
diyebiliyorsa, altı çizilmesi gereken bir cümledir.
Diğer yandan?
Hizmetlerinin Ahmet Bey'e referans olmakta yeterli olup olmadığını zaman gösterecek.
Vatandaş da ya takdir edecek, ya da tekdir.