Ilıca’da kalmak için gidenler ya çadırlarını götürürler veya baraka diye tabir edilen, belediyeye ait konaklama yerlerini kiralarlardı.
Pulur çayı’nın serinliğinde Ilıca’nın temiz havasını teneffüs eden Erzurumlular, çermiklerde şifa ararlardı.
Hasankale’yi tercih edenler de belediye bahçesini mekân tutarlar, çadırlarını buraya kurup yazın tadını çıkarırlardı.
Akrabalar ve aynı mahalleden olanlar kümeler halinde çadırlarını yerleştirirler, yani kampus oluştururlardı.
Ailenin büyüklüğüne göre çadırların sayısı da değişirdi, sivri çadırlar mutfak ve yatak çadırı olarak, Tenefli çadırlar ise oturmak ve misafirleri ağırlamak için kullanılırdı.
çadırların yerinin tespiti ise oldukça önemliydi ve tecrübe gerektirirdi.
çeşmeye ve çermiklere yakınlık, ağaç gölgesi, bataklıklardan uzaklık, çadır kurulacak yerin kriterleriydi.
Rahmetli babam devlet memuru olmasına rağmen, bu zevklerden bizi mahrum bırakmazdı.Kendimize ait çadırlarımız yoktu, ama babam yakın çevresinden tedarik ettiği çadırlarla bizi Hasankale’ye gönderirdi, bazı yıllar Ilıca’daki barakalarda kaldığımızda olurdu.
Hasankale ve Ilıca’ya genelde nenem ve ezemlerle beraber giderdik.
Rahmetli nenemin bohçasını alıp, elimden tutup beni çermiğe götürdüğünü hayal meyal hatırlasam bile, çermiklerde ilk kulaç atmayı öğrendiğim günü dün gibi hatırlamaktayım.
Kadınların gittiği çermiğe biraz gelişikli küçük erkek çocuklar alınmaz, hatta çermikçi kadının böyle bir durumda “Bari babasını da getirseydiniz” diye kadınları azarladığı söylenirdi.
Hasankale’ye gitmek için, tutulan kamyona iğneden ipliğe eşyaların yerleştirilmesi, kamyonla yolculuk, çadırların bahçede kurulması, eşyaların çadırlara taşınması, hepimize ayrı bir heyecan verirdi.
Erzak sandığı, semaver, gaz ocağı, gaz ve lüks lambaları çadır hayatının en önemli eşyalarıydılar.çadırların yanı başına yapılan kümeslerde beslenen tavuklardan günlük yumurta ihtiyacı temin edilir, gidene yakın tavuklar kesilerek ziyafet çekilirdi.
Biz çocuklar etrafı biraz tanıdıktan sonra, hemen çarşıya gidip olta malzemeleri alarak, olta yapıp balık tutmaya başlardık.
O günlerde Hasankale’den geçen derenin içerisinde o kadar çok balık olurdu ki onları çıplak gözle bile görebilirdik.
çadırlarda kaldığımız günlerin en unutulmaz anları ise mehtap altındaki gecelerdi.
Pasin Ovası’na karanlık çöktüğü zaman çadır sakinleri arasında oldukça zevkli oyunlar oynanır, eğlenceler tertip edilirdi.
çadırlarda kalanlar arasında türkü söyleyen ve saz çalan yetenekli gençler her zaman bulunduğundan, geceleri bahçede eğlence eksik olmazdı.
Düz bir alanda toplanan küçük, büyük, kadın, erkek, çadırlarda kalan hemen herkes bir halka oluştururlar, ortaya bir lüks lambası konulur, saz ve darbuka eşliğinde söylenen türkülere eşlik edilerek hoşça vakit geçirilirdi.
Bazı yetenekli gençlerin sergiledikleri komedi türündeki oyunlar ise izleyenleri gülmekten kırıp geçirirdi.
çok küçük olmama rağmen sesimi beğenen bazı ablalar, bir defasında beni de bu kalabalıkta türkü söylemeye ikna etmişlerdi.
Doğunun çocuğu utangaç ve sıkılgan olur, bu sebepten dolayı ablaların ehramları altında “Aya bak nice gider, Kırmızı gül demet demet ve Al yeşil giymiş allanır balam” isimli türküleri okuyunca, etraftaki büyükler tarafından epeyce sevilmiş ve övgü almıştım, doğrusu bu durum pekte hoşuma gitmişti.
çadırlardaki gençlerle, Hasankaleli gençlerin arasındaki futbol maçları ise görülmeğe değerdi.
çermiklere, temiz olur düşüncesiyle sabah erken saatlerde gidilirdi.
Hasankale’de bugünde olduğu gibi Büyük çermik ve Küçük çermik isminde iki tane kapalı çermik vardı, Büyük çermiğin arkasında üstü açık olan ve halk arasında “Camış gölü” de denilen ve ücrete tabi olmayan diğer bir havuz bulunurdu.
Bu havuzun üzerinde köpükten kümeciklerle, petrol sızıntısı olduğu söylenen yağımsı görüntüler hiç eksik olmazdı.
çocuklardan başka müşterisi olmayan bu havuzun etrafında ise pansiyon ve barakalar yer alırdı.
Ilıca’nın da Büyük çermik ve Zincirli (zencirli) isminde iki tane kapalı çermiği mevcuttu.
Zincirli’nin içerisinde ise ancak çocukların girebileceği küçük bir havuz bulunurdu.
çermikler saatliğine kiraya verildiği için, bazı aileler bu yöntemle çermik keyfinin tadını doyasıya çıkarırlardı.
çermiğin kaynağını yaşlı dedeler tutar, delikanlılar su içerisinde güreşerek güç gösterisinde bulunurlar, su kabaklarını koltuk altlarına almış çocuklarda yüzmeye çalışırlardı.
çermikten çıktıktan sonra elimize beş kuruş geçince hemen vişneli dondurma satan sakallı bir amcanın büfesine koşardık.
O dondurmanın kokusunu, yıllar sonra rahmetli Nail Ağabeyi’nin Hemşin Pastanesi’nde yaptığı Mestinaz isimli şurupta tatmıştım.
Evin erkekleri işleri icabı Cumartesi ve Pazar günleri çadırlarda kalırlar, Pazartesi sabahı işlerine dönerlerdi.
Büyükler arasında oynanan tavla maçlarındaki esprinin ve şakanın dozu ise sınırları zorlardı.
çadır gecelerinin oyunları arasında “Al cicozu ver cicozu” ile “Yağ satarım bal satarım” adlı oyunlar çok revaçtaydı.
Al yeşil giyip çermik yolunda sallanan genç kızların, çadır sakinleri arasında kısmetlerini buldukları da olurdu.
Her şey dâhil tatil programlarında bile olmayan zevk ve lezzet dolu günler su gibi akıp gider, havaların soğukluğu hissedildiği günlerde hüzünlü dönüş yolculuğu başlardı. Kamyona yüklerimizi yerleştirip yola çıktığımızda, yazın geçirdiğimiz o güzel günlerin hatıralarını bahçenin çimenleri üzerine bırakır evimize dönerdik.
Kar ve buzun Erzurum’u kapladığı kış aylarında, evimizi ısıtan sobanın başında hatıralarımıza döner, gelecek yazın hayalleriyle seyre gideceğimiz günleri düşünürdük.