Radyonun hayatımızda çok önemli bir yer işgal ettiği dönemlerde, tabir yerindeyse radyonun sesiyle yatar ve onun sesiyle uyanırdık.
Radyo her evde bulunmazdı, radyonun bulunduğu evler, o günün şartlarında bir elin parmakları kadar azdı.
Lambalı bir radyoya sahip olmak her ailenin en büyük arzusuydu.
Evlerde özel bir yeri olan radyo, ya bir konsol üstünde veya duvardaki bir rafta bulunurdu.
Evin hanımları radyoların üzerine elde işledikleri örtüleri örterler, radyoyu açıp kapama işini ise babalar üstlenirlerdi.
Bizimde evimizde büyükçe, yeşil lambası olan, ara sırada çalışmayan bir radyomuz vardı.
Çocuk aklımızla böyle bir kutudan insan seslerinin nasıl çıktığına bir türlü aklımız ermez, küçük adamların radyonun içinde olduklarına inanırdık.
Bazen evde kimse olmadığı zaman radyonun arkasını açar, küçük adamları arar, kimseyi göremediğimiz için işin içinden bir türlü çıkamazdık.
1960 ihtilâlinin olduğu gün, rahmetli babamın radyonun başından ayrılmadığını, ortada garip bir durumun olduğunu, çocuk halimle nasılda fark etmiştim.
Radyo, hayatımızın ayrılmaz bir parçasıydı.
Ajans adı verilen haberlerin saati geldi mi rahmetli babam evde çıt çıkmamasını ister, kulağını radyoya verir, ajans bitene kadar haberleri dinlerdi.
Haberlerin ortasında radyonun teknik arızadan dolayı susması babamı çileden çıkarır, elindeki bastonuyla veya yumruğuyla radyonun tepesine vurur, nasıl olurduysa radyo çalışırdı.
Babam olmadığı zaman, böyle bir durumda öğrendiğimiz tekniği dener, radyonun tepesine bir yumruk atar, çalışacağına inanırdık.
Radyo anında çalışmaz, fişi takıldıktan sonra ısınır, lambası yanar, yayına geçerdi.
Bizim evdeki program, akşam yemeğinden sonra 22.45 ajansına kadar ders çalışmamızla sınırlıydı.
Rahmetli babam ajansı dinledi mi ağabeyim ve ben ödevlerimizi bitirir, sobanın ısıttığı odamızdaki yataklarımıza girerdik.
Sabah anam hepimizden erken kalktığı için radyoyu o açar, Muazzez Turing’in “Mektebin bacaları” türküsü kulağımızda çınlayınca uyanırdık.
Yurttan Sesler Korosu, Arkası Yarın, Mikrofonda Tiyatro, Eşref Şefik’in Güreş Hikâyeleri radyo dinleyicilerinin hiç kaçırmadıkları programlardı.
Erzurum Radyosu’nun Doğu’dan Sesler Korosu’nun programı ise Erzurumlular da kıtlama çay gibi alışkanlık yapmıştı.
Birbirinden güzel Erzurum türkülerini okuyan, bu koroda şu anda aramızda olmayan; Rahmetli Betül Dövenler, Ekrem Çakıllı, Fuat Lehimler, Suat Işıklı, Remzi Dane, Muammer Özkavcı, Osman Mavioğlu ile bugün hayatta olan Mükerrem Kemertaş, Raci Alkır, Muharrem Akkuş, Mete Çelenk, Cengiz Çelenk, Lütfü Ortakale, Metin Solmaz, Zeki Süzergil, Ayhan Seratlı ve İlhami Kamber gibi unutulmaz isimler vardı.
Doğu’dan Sesler Korosu Erzurum Radyosu’nda yayına başladı mı nefeslerimizi tutar, bizi biz yapan türkülerimizle kültür ikliminde dolaşır dururduk.
Aradan uzun yıllar geçti, şehrin her alanda irtifa kaybetmesiyle birlikte, sanata, Erzurum kültürüne, folklora olan ilgide azaldı.
Bu işe gönül verenler, bir bir şehri terk ettiler, bir kısmı rahmetli oldu, hayatta kalanlar hatırlanmaz oldu, onların bıraktıkları boşluğu dolduracak, gönül adamları da ne yazık ki pek fazla çıkmadı.
Yıllar önce Doğu’dan Sesler Korosu’nun okuduğu türküleri bilenlerin sayısı bile şehirde hissedilir şekilde azaldı, ama asla kaybolmadı.
“Çelik pazarında ufacık taşlar, el ele tutuşmuş geliyor dadaşlar – Gül Ahmet’te dar sokakta evim var – Liverimin kaytanı, sen geldin canım hani” gibi Erzurum türkülerini okuyan Doğu’dan Sesler Korosu’nun mazideki hatıralarını, aramızda ara sıra konuşup hasret giderdiğimiz sıkça olmaktadır.
Hele; Erzurum türküleri aşığı ağabeyim Dr. Cengiz Güzel’le bu atmosferi paylaştığım da sanki o günlere geri gider gibi olurum.
Hafızamızda hoş bir hatıra bırakan bu fotoğrafın bazı karelerini tekrar 2010 yılında göreceğimizi söyleselerdi, pekte ihtimal vereceğimi zannetmezdim.
Ne zaman ki 2011 koordinatörü Sn. Bekir Korkmaz Bey telefonla beni arayıp, Erzurum’un eski sanatçılarını ve onların oğullarıyla yapacakları “Babadan oğula” isimli projeden bahsettiklerinde, böyle bir fotoğrafın şekilleneceğine şüphem kalmadı.
Bu haber, Turgenyev'in “Babalar ve oğullar” isimli romanı gibi etkileyiciydi.
Programın yapılacağı 28 Ekim Perşembe gününü iple çektiğimi söylesem, herhalde mübalağa yapmamış olurum.
Salonunun programdan önce tıka basa dolması, bir o kadar Erzurumlunun da yer bulamadıklarından dolayı geri dönmüş olmaları, şehirdeki bir özlemi anlatması açısından oldukça önemliydi.
Sunucunun sanatçıları bir bir anons etmesiyle birlikte, salonda müthiş bir heyecan dalgası yayıldı.
Sahnede kendilerini özlediğimiz kimler yoktu ki Mükerrem Kemertaş ve oğlu Tuncay Kemertaş, tekerlekli bir koltukla gelen Raci Alkır Ağabeyi (Paşa) ve oğlu Vahit Alkır, Mehmet Çalmaşur ve oğlu Taner Çalmaşur, Metin Gülebenzer ve oğlu Sait Gülebenzer, nefesli sazda Bayram Şengül ve oğlu Ahmet ile kardeşi Cengiz Şengül, ayrıca rahmetli Gıyasettin Temelli’nin oğlu Yener Temelli’nin yanında Engin Varol ve Ali Çelebioğlu sahnede yerlerini aldıklarında, yıllar öncesinin fotoğraf karelerinden biri ortaya çıkmış oldu.
Alvarlı Efe’den, Sümmani’den, Emrah’tan, Faruk Kaleli’den, Haydar Telhüner’den alınan türküler, bu kadar mı güzel icra edilirdi?
Belli ki oğullar da babalarının rahle-i tedrislerinden iyi geçmişler, usta çırak ilişkilerini iyi kavramışlar.
Program esnasında babalar oğullarıyla birlikte parçaları okudukları gibi solo ve koro halinde de seslendirdiler.
Tuncay Kemertaş’ın “Tutam yar elinden tutam” türküsüyle başlayan program, Mükerrem Kemertaş’ın “Elâ gözlüm ben bu elden gidersem” ve “Huma kuşu”nu oğluyla okumaları, Paşa’nın “Erzurum kilidi mülk-i İslam’ın – Can bula cananını, Seyreyle güzel”, Vahit Alkır’ın “Dün gece yar hanesinde yastığım bir taş idi” ve “O maral bakışın ey per-i suret”, Mehmet Çalmaşur’un “Doksan üç harbi ve Kara camışları saldım bayıra” türkülerini dinleyince, salon kendinden geçti, adeta mest oldu.
Hele arada çıkan bar ekibimizin genç dadaşları “Tey tey” derken, salonda yükselen “Can can” sesleri “Cami yıkılırsa, mihrap yerinde kalır” sözünü ne güzel özetliyordu.
Hançer barını dadaşlar o kadar güzel oynadılar ki cana can kattılar.
Hani anlatılır ya dönemin kolordu komutanı Ragıp Gümüşpala, Erzurum’dan ayrılacağı zaman kendilerine bir veda gecesi yapılır, hançer barını oynayan dadaşlar o kadar oyuna kendilerini kaptırmışlar ki dadaşlardan birinin hançeri diğerinin yüzünü çizmiş ve kan akmaya başlamış, o esnada Ragıp Paşa ayağa kalkmış, cebindeki beyaz mendille dadaşın yüzünü silmiş, kırmızı beyaz renge bürünen mendil Türk bayrağını hatırlatınca, Paşa: “Kaderime yanarım ki anam beni dadaş doğurmamış” diyerek hayıflanmış.
Gecenin bu atmosferi içerisinde salonu dolduran Erzurumluların “İyi ki dadaş doğmuşuz” dedikleri duyulur gibiydi.
Babalar ve oğulların koro halinde okudukları “Hani yaylam – Hele dadaş hoş musan, dolu musan boş musan – Kavurma koydum tasa ve Sarı gelin” türküleriyle devam eden program, Mehmet Çalmaşur’un okuduğu “Gelin helâlleşelim, Sararmışam solmuşam, Menim nazlı ceylanım” adlı türkülerle bitince, sanki tatlı bir rüya gördük de uyanmış gibi olduk.
Metin Gülebenzer’in bu etkinliği “Mazi ile istikbali bir araya getiren, Meyve ile ağacı buluşturan” şeklindeki tanımı da son derece anlamıydı.
Mehmet Çalmaşur’un oğlu Taner Çalmaşur; “Biz babalarımızdan sanattan önce edep, terbiye ve tevazu öğrendik” demesi, dadaşlık tarifini ne de güzel özetliyordu.
Mehmet Çalmaşur’un kendisine ait olan ve salonda okuduğu “Nasihat” isimli türkünün içeriği ise bir babanın oğlundan isteklerini anlatmada fazla söze gerek bırakmıyordu.
2011 koordinatörlüğünün Cumhuriyet Bayramı’nın arifesinde halkın hizmetine sunduğu bu müthiş gece, kolay kolay hafızalardan çıkmayacağa benziyor.
Vahit Alkır’ın “2011 gelir geçer ve unutulur, ama bu gece en az yirmi sene konuşulur” sözlerine katılmamak mümkün değil.
Salonda herkes yıllar önce kaybettiklerini ve yitirdiklerini bulmanın sevinci içerisinde evlerine dönerlerken, vali muavini Sn. Mehmet Gök’ün; “Bu muazzam kültürü neden zirvelere taşıyamadınız?” sorusu ise dünü ve bugünü özetleyen çok manidar bir ifadeydi.
Sn. Bekir Korkmaz’ın: “Oyunların başlamasına kadar, 2011 koordinatörlüğünün bu tip programlardan birkaç tane daha yapacaklarını” duyurmaları da heyecanımıza heyecan kattı.
Böyle güzel bir projeyi hazırlayıp hayata geçiren ve Erzurumlulara unutulmaz bir gece yaşatan Sn. Bekir Korkmaz’a, sanatçılarımız babalar ile oğullarına, üniversitemize ve tüm emeği geçenlere sonsuz teşekkürler.