Dört nala gelip uzak Asya'dan, Viyana kapılarına kadar gitmiş, 600 yıl adil ve disiplinli bir yönetim anlayışı ile hâkim olduğumuz topraklardan çekilmek zorunda kalmıştık.
Göçler yola dizilmiş, Kafkasya'dan, Balkanlar'dan milyonlarca insan, canlarını, ırzlarını korumak için tıpkı bugün ülkeleri parçalanmış olan Irak ve Suriye vatandaşları gibi Anadolu'ya sığınmıştı.
Asrın gerçekleriyle yüzleşemeyen, gelişen dünyaya ayak uyduramayan, ehliyet ve liyâkatin rafa kaldırıldığı, bilim ve teknolojinin uğramadığı bir imparatorluğun sonu kaçınılmazdı ve böylede olmuştu.
8 Temmuz 1914 yılında kürsüde konuşan Maliye Bakanı Cavit Bey ithal edilen ürünler arasında kibrit için 200 bin lira, şeker için 2milyon 800 bin lira, sigara kağıdı için 118 000 lira ödeneceğini söylerken aslında Cihan İmparatorluğu'nun kibrit dahi üretemediğini haykırıyordu.
Avrupa, Sanayi Devrimi'ni yaşarken, Osmanlı, alaylı mektepli çekişmeleri ile kan kaybediyordu.
Kol gücünün yerini makine gücü almıştı.
Osmanlı sınırları içerisinde 187 motorlu araç varken Almanya'da 23 000 kamyon bulunuyordu.
Bu tablo, geliyorum diyen tehlikenin habercisiydi.
Salgın hastalıklılarla baş edemeyen Osmanlı Devleti'nde 70 000 kişiye bir doktor düşerken, Avrupa ülkelerinde 3500 kişiye bir doktorun düşmesi, Osmanlı için kullanılan "Hasta adam" tabirini teyit ediyordu.
337 doktor, 434 sağlık memuru,136 ebe ile verilen sağlık hizmetleriyle salgın hastalıkların önüne geçmek mümkün değildi .
Doğan her 100 çocuktan kırk tanesi ancak yaşayabiliyordu.
İşte bu günlerde Erzurum da "ömrü vasati" denilen ortalama ömrün 28 yıl olduğu payitahta yazılıyordu
Ülkede eczane yok denilecek kadar azdı, var olan eczane hizmetleri de yabancıların elindeydi.
Halkın %80'i kırsalda yaşıyordu. Köyler Şevket Süreyya Aydemir'in ifadesiyle "Taş Devri"görüntülerini andırıyordu.
Elektrik bazı şehirlerde belli zamanlarda vardı.
Özellikle azınlıkların yoğun yaşadığı yerlerde açılan yabancı okullar(misyoner okulları) güç kaybına uğramış Osmanlı Devleti'nden ruhsat almaya bile ihtiyaç duymuyorlardı.
% 10 olan okuma yazma oranı içinde azınlıkların payının yüksek olması da eğitim cephesinin düştüğünün göstergesiydi.
Amerika ve Avrupa ülkeleri Demirağlarla örülürken Anadolu'da döşenen 4136 Km demiryolunun 2404 Km' lik bölümünü yabancı şirketler işletiyordu ,buda sonu hazırlayan faktörlerdendi.
İngilizler, Musul'u işgal ettikleri zaman meclis kürsüsünden konuşan Başbakan Rauf Bey," İngilizlerin savaş tayyarelerine karşı bizim değil tayyaremiz, benzinimiz dahi yok" diyerek ülkenin içinde bulunduğu vahim durumu anlatıyordu.
Mehmetçikler, cepheden cepheye koşmalarına, Çanakkale' de ve Kutul amare' de destan yazmalarına rağmen , Cihan İmparatorluğu'ndan geriye 350 000 KM2 toprak kalmıştı.
Fransız İşgal Kuvvetleri Komutanı Franchet d' Esperey beyaz at üzerinde İstanbul'a girerken , 1453 yılında İstanbul'u beyaz at üstünde alan Fatih Sultan Mehmet'e göndermede bulunuyordu.
Son kaleyide düşürmek için Polatlı önlerine kadar gelmişlerdi ama geldikleri gibi gittiler.
Gelirken yakıp yıktıkları gibi giderkende 830 köyü ve 114.408 binayı küle çevirdiler.
Artık geçmişten ders alınması, gelecek için planları yapılması ve yaraların sarılması gerekliydi.
Zaten,23 Temmuz Erzurum Kongresi'nde, Misak-ı Milli sınırlarından bahsedilmiş, manda ve himaye kabul edilemez denilmiş ,millî iradenin hakim kılınacağı duyurulmuştu.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün önderlik ettiği yürekli bir avuç insan "Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez" inancıyla yola çıktıklarında "Düşmanı ülkeden kovar, yeni bir devlet kurarsak, onun yönetim biçimi Cumhuriyet olacaktır" sözünü vermişlerdi.
Öylede oldu.
İlelebet payidar olacak Türkiye Cumhuriyeti kanla ,irfanla kuruldu.
Egemenlik, kayıtsız şartsız millete verildi.
Kul toplumu, millet olmanın gururuna kavuştu.
Az zamanda çok işler yapıldı .Demokratik- lâik sosyal hukuk devleti mazlum milletlerin esin kaynağı, Müslüman dünyanın önderi ve güvencesi oldu.
Köyden çıkan her gence cumhurbaşkanı ve başbakan olma fırsatı verildi.
Kadınlar, sosyal hayatın her alanına girdiler.
"Geçmişi unutanlar gelecekte de aynı şeyleri tekrar yaşamak zorunda kalırlar" gerçeği doğrultusunda bir değerlendirme yapıldığında Cumhuriyet ve onun kazanımlarının insana olan saygının ifadesi olduğu anlaşılacaktır.
Bu saygının bilincinde olmak Cumhuriyeti ve onun değerlerini sahiplenmek ve yaşatmakla mümkün olabilir.
Dün olduğu gibi bu günde Türkiye Cumhuriyeti tehdit altındadır.
Bu tehdit, emperyalist ülkeler ve onun yerli işbirlikçileri tarafından 93 yıldır çeşitli planlar doğrultusunda sahnelenmektedir.
Tüm bunlara rağmen Türk Dünyası'nın ağabeyi, İslâm dünyasının yüz akı, mazlum milletlerin umudu olan Türkiye Cumhuriyeti muasır medeniyet yolunda değerlerine sahip çıkarak yolunda emin adımlarla yürüyecektir.
Cumhuriyetimizin 93 yılında bu aydınlık yolu bize açan iradenin aziz hatırası önünde saygı ile eğiliyor ruhları şad olsun diyorum.