Sanmayın ki artık Erzurum’da yalnız iktidar partisinin cemaati var!
Erzurum’da CHP yüz binlerce müridi olan bir parti olma yolunda.
Müritleri kim mi?
Halk!
İşçi, işsiz, memur, çiftçi, ev kadını, sokak kadını, esnaf ve yüreği saf olan; aklı gaf yapmayacak yüz binlerce halk.
Gariptir; ama ben bu durumlarda her zaman ülke genelinde ve Erzurum öznesinde bir karşı duruş, bir direniş gözlemlemişimdir.
Neden direniş?
Çünkü, iktidar partisi AKP tam olarak niyetini belli etmiştir. Önce Başkanlık Sistemi sonra da Federasyon denilen ve asla ne kimliğimize ne de coğrafyamıza uymayacak bir ucubeyi açıkça getirmeye hevesli olmasıdır.
Bu konuda;
“yapma ağam, etme ağam, sen bilirsin!..” yakarmaları kâr etmediği noktada halkın direnişi başlar.
Bu direniş de elbette neredeyse bir asırlık Türkiye Cumhuriyeti’nin ve neredeyse yarım asırlık demokrasinin talim ve terbiyesine uygun olarak sandıkta olacaktır.
Bir zamanlar ulusal televizyonlarda birilerinin Mustafa Kemal’e açıkça hakaret etmelerine ramak kalmışken birilerinin demesine fırsat kalmadan kendi vicdanları kendilerine “çüşş” diyerek durdurmuşlardı sırtlarına bindikleri o kara nefsi.
Çünkü şunu anladılar!
Mustafa Kemal Erzurum’a gelmeseydi; gaz lambasının titreyen ışığında ve Kazım Karabekir’in desteğiyle bir onur savaşı başlatmasaydı, belki de şimdi minarelerde ezan yerine çan dinleyeceklerdi adı Hasan olmayan gençler.
Türkiye genelinde ve Erzurum öznesinde bu tavır çok önemlidir.
İktidar partisi yanlısı olan seçmenlerden kiminle konuştuysam bu konuda kafalarının karışık olduğunu gördüm.
Eğer Sayın Başbakan’ın ‘Başkanlık Sistemi’ için referandum rüyası gerçekleşirse, size garanti veririm ki kesinlikle bu oylamada kazanan taraf öneriyi sunanlar olacaktır.
Çünkü, bir örgütün ve belli bir partinin propagandasıyla Kürt Halkı’nın büyük bir çoğunluğu buna “evet” diyecektir; bir de her denilene körü körüne itaat eden bir kitleyi koyun bunun üzerine!
İşte o zaman seyreyleyin cümbüşü!
Şunu herkes bilmelidir ki; Türkiye Cumhuriyeti büyük bir devlettir ve kim gelirse gelsin dönen bir çarkı vardır.
Bu geminin çarkını kimse durduramaz!
Yeter ki çarkçıbaşı ihanet etmesin, kaptan da Okyanus ötesinden çizilen rotaya uymasın; elbette miçoların da uyumaması gerek!
Demek istediğimiz şudur!
Türkiye Cumhuriyeti 12 Eylül 1980’de her türlü dibe vurmuştur; doğanın ve dünya gerçeğinin gereği olarak da tekrar yukarı çıkmaya başlamıştır. Bunu ilk yakalayan merhum Özal iktidarıdır; sonraki hükümetler ise ellerindeki bir kaşık yoğurdu bir kazan pak sütle mayalamışlardır. (Tansu Çiller zamanında tavan yapan faili meçhulleri ve hain cinayetleri ayrı tutarak) O yoğurdun kaymağını şimdiki iktidar yemekte ve kerameti kendilerinde görerek herkese de öyle göstermekteler.
Konumuz, Erzurum’da CHP cemaatiydi.
Yani ezilen, sömürülen bir halktı!
Ne fark eder ki!
Erzurum Çin’de bir şehir değil ki!
Artık geçti, “İstanbul nere, Erzurum nere,” demenin vakti.
Ama yaylalarımız yine aynı.
Öldürülen hayvancılığın yerinde yaylalarımızda kara yeller esse de!