"Öfkeli Konuşmak bir hitabet sanatıdır" demişti ve o sanatın epey semeresini aldı,
hâlâ aynı sanatı icra ediyor.
Mağduru oynamak Türk seçmeninde hep pirim yapıyor.
Hâlâ mağduru oynamaya devam ediyor.Emrindeki bir gurup polis, yargı mensubu olan memurlar ne istemişlerse vermiş;ama yine onu aldatmışlar, iftira atmışlar, darbe planlamışlar, bugün başkomutanı olduğu orduya kumpas kurmuşlar. Vah vah ne mağduriyet ne açıklık bir durum!
Aldatıldık, diyor! Acaba hangi konuda anlaştılar da karşı taraf o konuda Sözünde, kavlinde durmamış ve bunları aldatmış.
Ne istedinizde vermedik, sorusuna karşı onlarda şu soruyla karşılık verseler acaba nasıl bir cevap alırlardı.
Ne dedin de yapmadık?
Suçlananların asıl sorması gereken soru bu olmalı. Şayet alacakları bir cevap varsa savunmalarını bunun üzerinden geliştirmeliler.
Onlar tam aksini yapıyorlar, iktidarla müsavi bir taraf olduklarını kabul edip savunmaya geçiyorlar. Kumpas kurmadık, doğru yaptık savunması içerisinde debelenip duruyorlar.
En iyi savunma hücumdur, taktiğini uygulayan öfkeli ve mağdur taraf şimdi de saldırı taktiğini kullanıyor. Öbürleri salvoları savuşturmakla meşgul. Mağdur olan sen, muktedir olan onlar; emir veren durumunda olan onlar, üstlerine vazife olmadığı halde davaların savcısılığına soyunan onlar, size ne oluyor savunmaya geçiyorsunuz!
"Yavuz olan onlar, hırsız olan siz" tabiatıyla bastırılıyorsunuz.
17-25 Aralık Vakası patlak verince dönemin Başbakan'ı işin ucunun kendisine uzandığını anlayınca, can havliyle bu işi ortaya çıkaranların Türkiye Cumhuriyeti'nin değil de, cemaate ait polis ve savcılar olduğunu nasıl anladıysa hemen o cenaha hücum etti, tabi avenesi de ne olup olmadığını anlamadan, hemen koroya katılıp patronlarına eşlik ettiler.
Bu koronun avazı çıktıkça seslendirdiği terane "Bu bir darbe girişimidir," Oldu.
Nakarat kısmı olarakta "paralel yapı" sözleriyle piyasaya giriverdi.
Bir başbakan ülkedeki polislerin, savcıların hangi ekolden, hangi görüşten, hangi cemaatten olduğunu nasıl bilebilir? Biliyorsa bu yapılanmaya nasıl göz yumabilir?
Yoksa yeni Türkiye'de devlet görevlilerine bizim görmediğimiz ama Başkan'ın ilk bakışta görebildiği gizli plakalar mı takılmış da kim olduklarını hemen anlayabiliyor.
Aksi takdirde on binlerce polis, binlerce savcı içerisinden bu operasyonu yapanların kimlerden olduğunu anlamak keramet gerektirir. Söyleyenlerin yalancısıyım yoksa Allah'ın bütün sıfatlarını taşıyan RTE nin gaybı bilme özelliği gayet normal olarak mı kabul edilmeli.
Daha evvel Zekerya Öz İle birlikte eş savcılık yaptığı Ergenekon, Balyoz ve Tüm TSK'yı hedef alan davaların bütününde mağduriyete sebep olarak cemaati gösterdiler.
Bizi kandırdılar, yanılttılar, orduya bu cemaat kumpas kurdu, biz masumuz, dediler. Cemaat bu zokayı yuttu, beklemedikleri yerden yumruk yiyen boksör gibi havayı dövmeye başladılar. Ergenekon, Balyoz davalarının haklı olduğunu, verilen kararların doğru olduğunu savunmaya başladılar; sanki çok demokratmışlar gibi, sanki askeri müdahalelerde çok ezilmişler gibi, sanki darbelerle mücadele ede ede gelmişler gibi, üzerlerine vazifemiz gibi!
Sanki iktidar askere karşı değilmiş de sadece bu cemaat karşıymış, olan biteni bunlar hükümete rağmen yapıyorlarmış gibi savunmaya geçtiler.
Hükümet'in içinde olmadığı hiçbir güç Orduya kumpas kuramaz, iktidarın dahli, izni, olmadan bu olanların yapılması imkânsızdır. İşin asıl sorumlusu uyanık davranmış, kıvraklıkla işin içinden sıyrılmayı başarmıştır.
Suçu suç ortağının üzerine yıkarAK, AKlanmış olarak..
İpi tam göğüslemek üzereydi ki; Zaman Gazetesi'ne yapılan operasyonla cemaat uyandı veya sarsıldı kendine geldi. Kumpas işinin AKP ve Başkan'ının tezgahı olduğunu, bu oyunda kendilerinin de kullanıldığını seslendirmeye ufak ufak başladılar.
İlker Başbuğ Paşa'nın adil olmayan yargılamaya sebep olanları dava etmesi,
Zekarya Öz ve üç savcının cezalandırılması cemaatin uyanmasına vesile oldu...
Televizyonlarında, gazetelerinde iktidar mensuplarının RTE nin savcısı olduğu Ergenekon, Davası esnasında yaptıkları konuşmaları vermeye başlayarak sadece suçun kendilerine ait olmadığının kanıtlarını, canlı görüntülerle yeniden veremeye başladılar.
Bülent Arınç'ın "bu askerlerle iyi ki savaşa girmemişiz" derken yüzündeki küçümseme, Erzurum tabiriyle 'dırıskaya alma' paşalarla adeta kafa bulma gibiydi.
Dönemin Başbakan'ı o günler "her yere silah gömmüşler, topraktan silah fışkırıyor" derken kandırılmış değil işin sahibi gibiydi.
İktidarın yıllarca içerde yatırdığı kişiler üzerinden cemaatı suçlarken cemaatın şaibeli yargılama sürecini sahiplenmesinin ne kadar mantıksız ve anlamsız olduğunu nihayet anlamış olması sevindiricidir.
Şimdi bu cemaat; savunmaya geçerek değil eski ortaklarının taktiği ile yani öfkeli, mağdur ve hücum üçlü taktiği ile karşısındakilere cevap vermeli.... Vesselam
- seyfullah hizarci 01 Ocak 1970 02:00
doğru ve güzel
- Erdal Erdoğan 01 Ocak 1970 02:00
Süper analiz...
Ne demiştik , Keser döner sapa döner, bir gün gelir hasap döner.
Her iki tarafta win win politikaları ile günü kurtarma politikaları yürüttüler. Nasıl ki rant pastası büyüdüyse birbirlerini rakip görmeye başladılar.
Bir ergenekon magduru olarak diyorum ki:
"Onların partileri Ak; kendileri Kara. Bizim de anlımız Ak, talihimiz Kara...
- mükemmel tespit 01 Ocak 1970 02:00
Harika müthiş tespitler ulusal medyada bile böyle kalem bulmak artık çok zor. Tam bir klasik olmuş.