Milli
bayramlara olan ilginin git gide azaldığı günümüzde, TSK birkaç yıldan
beri 30 Ağustos Zafer Bayramı'ndan önce Havuzbaşı'nda mütevazı bir sergi
açarak, bu yolla birtakım mesajlar vermeye çalışmaktadır.
Çeşitli
askeri malzemenin teşhir edildiği bu sergide en fazla ilgiyi silahların
çekmesi; "at, avrat, silah" şablonundan kurutulamayan vatandaşımız için
garipsenecek bir durum değildir.
Türbanlı genç kızlarımızın bile
kocaman silahlarla objektiflere poz vermeleri, vatandaşın silaha olan
ilgisini açıkça göstermektedir.
Yapılan değerlendirmelere göre,
vatandaşımızın elinde silahlı kuvvetlerin ve polis güçlerinin silah
sayısının yedi katı kadar bir silah bulunduğu, bu silahların %70'nin ise
ruhsatlı olmadığı ifade edilmektedir.
Kişi başına düşen cami
sayısıyla dünyadaki en büyük orana sahip ülkemizde bu oranlara mukabil
silah bulundurulması bir çelişki oluşturmaktadır.
Yine yapılan
istatistiklere göre ülkemizde her yıl 700-800 kişi maganda kurşunu tabir
edilen serseri kurşunlarla hayatlarını kaybetmektedir.
Maç
sonrası, düğün esnası gibi zamanlarda sıkılan kurşunların hangi ruh hali
ile sıkıldığı ve nasıl bir sosyolojik vakanın göstergesi olduğu
incelenmeye değer bir konudur.
Delikanlılık, yiğitlik gibi
kavramlarla bağdaştırılmaya çalışılan bu maganda kültürü, fikren
olgunlaşmamış, kişiliği oturmamış zayıf karakterlerin ve cahil
beyinlerin aptalca davranışlarından başka bir şey değildir.
Hapishanelerin
kontenjanlarının çok üstünde hükümlü ve tutuklu bulundurmaları, kısa
aralıklarla çıkarılan aflar, caydırıcı olmayan ve vicdan sızlatan
uygulamalar, ağır işleyen yargı sistemi fotoğrafın bir yüzünü gösterse
de fotoğrafın diğer yüzünde eğitimsizlik ve cehaletin görüldüğü
aşikârdır.
Ülkemiz gerçeklerine döndüğümüzde, yılda 4.000 kişinin
ateşli silahlarla öldürüldüğü ve 10.000 kişinin ise yaralandığı
anlaşılmaktadır.
Şintoist Japonya'da ise ateşli silahlar ile ölüm olayı yılda 20 kişiden azdır ve bu rakam oldukça manidardır.
Yılda
sadece 23 milyon kitabın basıldığı ülkemizle, yılda 4.2 milyar kitabın
basıldığı Japonya'yı kıyasladığımızda, silaha olan merakın ve ilginin
sebebi hakkında bir takım ipuçları elde edebiliriz.
Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporu'na göre Türkiye, kitap okuma oranında 173 ülke arasında 86. sırada yer almaktadır.
Ortalama olarak Japonlar yılda 25, Fransızlar 7 kitap okurlarken, Türkiye'de ise bir kişi on yılda bir kitap okumaktadır.
Ülkemizde
on bin de bir kişinin düzenli olarak kitap okuduğu belirtilmekte olup,
bu bilgi doğrultusunda ülke genelinde 70.000 kişinin düzenli olarak
kitap okuduğu anlaşılmaktadır.
Bazı ülkelerdeki kitap okuyanların
nüfus oranlarına bakıldığında: Japonya %14, ABD %12, Almanya %11,
İngiltere %11, Türkiye %0,01 gibi ürkütücü bir durum ortaya çıkmaktadır.
Japonya'da
% 62, Almanya'da % 48, Türkiye'de %5 oranında gazete okurunun
bulunması, gazete okuyanlar cephesinden de durumun değişmediğini
göstermektedir.
Bu çarpıcı rakamlar; dünyanın en büyük
ekonomilerinden biri olarak sunulan ülkemiz için çok da övünülecek bir
tarafımızın olmadığını söylemektedir.
Birleşmiş Milletler
araştırmasına göre kitap için Norveçliler 137, Almanlar 122,
Belçikalılar 100, Güney Koraliler 39 dolar para harcarlarken, kişi
başına 0.45 dolar kitaba para ayıran ülke insanımızın, silaha ayırdığı
para miktarı da oldukça merak konusudur.
Almanya'da bir yılda
ders kitapları hariç basılan kitap sayısı 72.000, İngiltere'de 65.000,
Fransa'da 39.000, Brezilya'da 13.000 ve herkesin her konuda uzman
olduğu, "Topraktan öğrenip, kitap gibi bildiği" söylenen ülkemizde ise
bu rakam yalnızca 6.031'dir.
Japonya'da kişi başına düşen kitap
sayısı 25, Fransa da 7, Türkiye'de ise 12.089 kişiye bir kitabın düştüğü
gerçeği, silaha ve kaba kuvvete olan ilgimizin izahı için fazla söze
hacet bırakmamaktadır.
Ülkemizde 570.000 kahvehaneye karşı 1.412
kütüphanenin bulunuyor olması, yani 49.500 kişiye bir kütüphane, 122
kişiye bir kahvehanenin düşmesi de işin başka yönünü göstermektedir.
Yazılı
ve görsel medyadan yansıyan görüntülerde; trafikte yol verme yüzünden
birbirlerini kurşunlayan hasta ruhları, boşanmak isteyen eşlerini
bıçaklarla delik deşik eden canileri, yan baktın gibi bahanelerle cana
kıyan sapıkları, ne yazık ki sıkça görmekteyiz.
Ülke genelindeki manzara "Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum" mısralarını hatırlatan cinstendir.
Ülke insanındaki silaha olan bu tutkunun şehrimizdeki yansıması da bıçak ve sallama tabir edilen döner bıçağı yönündedir.
Son
üç ayda Erzurum'da yapılan üst aramalarında şahıslar üzerinde 1.507
bıçak ile 500'e yakın sallama denilen döner bıçağının çıkması, yine 2011
yılı rakamlarına göre 12 ayda ateşsiz silah olay sayısının 300
civarında bulunması, şehir adına analizi yapılması ve üzerine gidilmesi
gereken bir durumdur.
Her ne kadar bıçak taşıma alışkanlığını
bazı çevreler şehrin folkloru ile izah etmeye çalışsalar da bunun tatmin
edici ve açıklayıcı bir izah tarzı olmadığı, Erzurum kültürü ile de bir
ilgisinin bulunmadığı ortadadır.
Toplum mühendislerinin,
sosyologların, psikologların ve sorumluluk mevkiinde olanların sebep
sonuç ilişkileri içerisinde bu anlamsız alışkanlıklara bir çözüm
getirmeleri kaçınılmazdır.
Kış turizminde oldukça iddiası bulunan Erzurum'da bu görüntülerin hedefe ulaşmada büyük sıkıntılar oluşturacağı muhakkaktır.
Muhafazakârlığıyla
bilinen, bin bir hatimlerin okunduğu, cami sayısının 1.500'ü bulduğu
Erzurum'da, bu çirkin tablo dini öğretilerin sosyal hayata yansımadığına
da işaret etmektedir.
El Salvador, Yemen, Honduras, Afganistan
gibi geri kalmış ülkelerin karneleri incelendiğinde, bu ülkelerde silaha
olan ilginin yoğun olduğu; bilgiye önem verilen, cehaletin cadde ve
sokaklardan kovulduğu, demokrasi, insan hakları, hukuk gibi kavramların
üstün tutulduğu ülkelerde ise bu yaşananların minimize edildiği
anlaşılmaktadır.
Gelişmiş ülkelerle geri kalmış ülkelerin yaşam
biçimlerini özetleyen bu durumun, eğitimle ve cehalete karşı yürütülecek
projelerle mümkün olabileceği muhakkaktır.
Gönül kazanmanın esas tutulduğu, "Bir canlıyı öldürenin, bir âlemi öldürmüş gibi sayıldığı" İslam coğrafyasında, bu çirkin görüntülerin yaşanması son derece vahim bir durumdur.
Kaba
kuvvetin itibar gördüğü, aklın yerine pazu gücünün esas alındığı bir
kafa yapısı, ne yazık ki cehaletin kol gezdiği geri kalmış coğrafyaların
vazgeçilmez kaderidir.
Hedef; insanlık yarışında ön sıralarda olmamızdır.
Hemşehrimiz,ahlâk filozofu rahmetli Nurettin Topçu Hoca'mız yıllar öncesinden bu
olayı tespit ederek: "Türkiye'nin kurucuları yaşama zevkini bırakıp,
yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı, azimli, lâkin gösterişsiz ve
nümayişsiz çalışan ruh cephesinin maden işçileri olacaktır. Bu ruh
amelesinin ilk ve esaslı işi insan yetiştirmektir." diyerek reçeteyi
vermektedir.