Büyük düşünmeliyiz...

Hükümetin Erzurum’a gerektiği kadar yatırım yapıp yapmadığı yönündeki bir soru, oldum olası bu şehrin gündeminde ilk sırada durur. Her ne kadar şu son birkaç yıl içinde başka şehirleri kıskandıracak çapta bazı yatırımlar yapıldı, bazıları için altyapı hazırlandı ise de, yine de eleştirilerin ardı arkası kesilmiyor:
“Erzurum hakkettiğini alamıyor”
Gerçekte durum tam da böyle değil aslında… Kış turizmi, ikinci üniversite, lojistik üs, sağlık ve eğitim alanındaki yatırımlar, sabahtan akşama sıcak para kazandırmadığı için, bardağın yarısı boş, diyenler işin bu tarafına bakmıyorlar bile…
Her ne kadar bir şeyi yapmaya niyetlenmek,işin yüzde ellisi demekse de, esasında dilemekle eyleme geçmek farklı şeylerdir. Acımasız ve baş döndürücü bir rekabetin hüküm sürdüğü günümüzde, şehirler de tıpkı insan gibidir, elini çabuk tutan, doğru zamanda, doğru hamleleri yapabilen kazanıyor.
Erzurum, üzerine serilen ölü toprağı ve de artık demode olan ticari alışkanlıkları yüzünden eylem ve hareket kabiliyeti hayli zayıflamış bir şehirdir. Bu sebeple şehir geneline hakim olan duygu, “Erzurum’da hiçbir şey olmaz” şeklindedir.
Mümkün ki, tarihi tecrübe içerisinde saklı olan nice meseleler, kısmen de olsa böylesi bir duygunun beslenip, palazlanmasına yol açmış olabilir. Fakat bu asla bir “hüküm” yahut değişmez bir “kural”biçiminde görülmemelidir.
Umudunu yitiren toplumlar belli bir zaman sonra inancını da kaybeder.
Önce umudumuzu ve inancımızı koruyup sonra da çağın gerektiği kurallar içerisinde ayakta kalma mücadelesi vereceğiz. Eli kalem tutan bir çok hemşerimiz veya gazeteci arkadaşlar Erzurum’a dair son derece isabetli tahliller yaptıktan sonra işin sırrını açıklıyor:
“Erzurum, vergi bağışlanan bir şehir değil de, vergi rekoru kıran bir şehir olmak istiyor”
Hani ikide birde örnek verip durduğumuz şu meşhur padişah fermanı var ya, Erzurum’da muayyen bir zaman vergi alınmamasını emreden...
Bugün Erzurum’un içerisinde bulunduğu şartlar, parlak olmamasına hatta tam tersi bir durum bulunmasına rağmen, devletten sadaka, ulufe ve bağış yerine, biz hakkımız olan payı öncelikle istemeliyiz, ardından da şehrin iktisadi yapısını ayaklandıracak girişimlerde bulunmalıyız.
“Öldük, bittik, mahvolduk” türü yakınmalar bir işe yarasaydı şayet, Erzurum şimdiye kadar Türkiye’nin en zengin kentlerinden birisi olurdu. Zaman herkese gösterdi ki, yol ve metot çoktan değişmiş; yalvarıp yakarmak yerine, dişe diş bir mücadele ortaya koymalıyız.
Örneğin, bu şehirde ağzı laf yapan herkes şunu sorgulamalı:
“Erzurum’un devlet kaynaklı sorunları acil çözüm beklerken, hükümet genel bütçeden bu şehre niçin lazım gelen payı vermedi?”
(Kış turizmi için yapılan yatırımlar hariç)
Hatta ikinci devlet üniversitesini de ayrı tutmak lazım…
Nasıl ki, bir devlet için yeşil kartlı vatandaş sayısının artması övünülecek bir durum değilse, bir şehir için de sürekli sadaka ister gibi bağış beklemek çözüm değil.
Gelin hep birlikte önce potansiyelimizi çıkarıp, gücümüzü birleştirelim; sonra da yasal yollardan yasal haklarımızı talep edelim... Aksi istikamette yol almayı sürdürürsek, öyle veya böyle siyasetçinin elinde oyuncak olur, nihayetinde de maraba konumuna düşeriz….
Eleştirilerin bir bölümüne yüzde yüz katılıyorum:
S
adaka alıp, kıt kanaat geçinen bir şehre talip olmak yerine, vergi rekorları kıracak bir şehir inşa edelim... 
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.