Öyle ya ben de bir babayım… İsmail Ercan’ın yerinde ben de olabilirdim,sizlerden biri de… Çünkü böyle bir tecelli sizin tercihiniz değil ki,
doğacak sonuca da isyan etmeyesiniz.
Dün oğlunu DHKP-C’ye
kaptıran ve bu yüzden de yüreği alev alev yanan İsmail Ercan’ı
dinlerken, empati yapmaya çalıştım. Öyle ya ben de bir babayım… İsmail
Ercan’ın yerinde ben de olabilirdim, sizlerden biri de… Çünkü böyle bir
tecelli sizin tercihiniz değil ki, doğacak sonuca da isyan etmeyesiniz.
Oğlunuz sabah evden çıkıyor, diyelim ki ya okula, ya dersaneye, ya da bir kursa gidiyor.
Tutunuz ki siz de çok titiz ve kuşkucu bir adamsınız.
Diyorsunuz ki, “Çocuğum okula gidiyorum diye evden çıktı ama acaba okula mı gidiyor, yorsa zararlı bir şeyin peşinde mi?”
Bilmiş
bir adamsınız ya, başlıyorsunuz takibe… Oğlunuzu veya kızınızı uzaktan
uzağa izliyor, size göre kuşku uyandıran bir davranışından ötürü de
büsbütün işkilleniyorsunuz.
Sonra çocuğunuzu karşınıza alıp…
Konuşuyor,çeşitli ikazlarda bulunuyorsunuz. Onurunu kırmadan, neyin yanlış neyin
doğru olduğunu anlatıyorsunuz; hatta onla arkadaşlık ediyorsunuz.
Başka ne yapabilirsiniz?
Misal…
Çocuğunuzu okuldan mı alacaksınız, dersaneye gitmesine mi izin vermeyeceksiniz, yoksa sokağa çıkmasını mı yasaklayacaksınız?
Ve en önemlisi de bütün bu zecri tedbirlerin çözüm olduğuna mı inanacaksınız.
Ben sizin yerinizde olsam çok da büyük konuşmam.
Çünkü hayat bazen öyle acı imtihanlarla bizi sınıyor ki, en iddialı olanlarımız bile şaşıp kalıyor.
Diyelim
ki bazı babalar duyarsızdır, hatta sorumsuzdur da… Bu durumda
çocuklarının başına fena bir hal geldiğinde, vicdan muhasebesi yapar ve
“çocuğum bataklığa saplandıysa, bunda ben de mesulüm. Çünkü ona yeterli
vakit ayırmadım, onu karşıma alıp dinlemedim, sohbet etmedim. Şimdi
sonuca katlanmak zorundayım”diye düşünür. Fakat her baba aynı değil çok
şükür ki…
İşte İsmail Ercan… Sorumluluk sahibi bir babanın yapması gereken her şeyi yapmış; buna rağmen sonuç tam bir hicran…
Bakın ne anlatıyor:
“Oğlum,son derece mazbut bir çocuktu. Arkadaşlarıyla halı saha maçına gitmek
istese mutlaka bizden izin ister ve tam da dediği saatte gider gelirdi.
Politikaya ilgi duymuyordu. Futbolla fazla ilgiliydi. O güne kadar şüphe
duyacağımız bir davranışına rastlamadık tam iki gün evden uzaklaştı.
Geçen yıl çok güvendiğimiz iki arkadaşıyla tatile göndermiştik. İşte o
iki gün içinde ne olmuşsa olmuş; ben de annesi de bir şey fark edemedik.
Meğerse oğlumuz yasadışı bir örgütün tuzağına düşmüş.”
İsmail
Ercan’ın üniversite öğrencisi o mazbut oğlu şimdi, yasadışı örgüte üye
olmak ve örgüt adına terör olaylarına karışmaktan hapisanede…
Baba perişan, iki gözü iki çeşme feryat edip duruyor:
“Benim
çocuğum asla teröre bulaşacak bir yapıda değildi. O müşfik bir insandı
ve hayatı çok seviyordu. Oğlumu kimler nasıl kandırdılar ona ne yaptılar
ki öyle bir genç azılı militan olup çıktı.”
Kapı duvar…
Kim nasıl bir cevap verebilir ki?
Daha
dün yazmıştık Erzurum’da yüzlerce sokak çocuğu var ve ne yazık ki bu
çocukların bir kısmı, ya hırsız, ya madde bağımlısı, ya da potansiyel
bir suçlu…
Böyle olmak aslında o çocukların da tercihi değil.
Onlar istemez miydi, okusunlar, iş güç sahibi olsunlar ve sevecekleri biriyle evlenip aile kursunlar.
Olmamış ne yazık ki…
Biraz kendileri, ama daha çok da aileleri yüzünden yüzlerce çocuk bataklığın içinde debelenip duruyor.
Gördük ki devlet, duman tüten her ateşe yetişemiyor işte…
Baksanıza
bu türden çocukları ıslah etmek için türlü türlü merkezler açılıyor,
eğitim programları üretiliyor ve ciddi bütçeler harcanıyor.
Fakat bir yere kadar; hepsini kurtarmak imkânsız…
Anneler-babalar!
İşin sırrı büyük oranda sizlerde…
Çocuklarınıza sarılın, onları dinleyin, sevin…
Gün geçmiyor ki bir şeye adanmış bir gün kutlamayalım.
Eleştirmiyorum, iyi ki de öyle…
Anneler
günü, sevgililer günü, babalar günü, evlilik yıldönümü, yaş günü,
yaşlılar günü, yılbaşı, bayram ve daha nice nice günler…
Adı büyük, anlamı yüce ama içi boş, renkli hediyelere adanmış sevgiden yoksun günler…
Unutmayın ki, sevginin tedavi edemeyeceği hiçbir dert yoktur.
Unutmayın ki, hiçbir kucak ana kucağı ve baba sıcaklığı kadar insanı sarıp sarmalayamaz.
Dün İsmail Ercan’ı dinlerken, empati yaptım ve yüreğim öyle bir acıdı ki…
Çünkü ben de bir babayım…