Memleket bizim; ne atabiliriz ne de satabiliriz? Fakat memleketimizin
karşı karşıya kaldığı ve artık kronik hale dönüşen çok ciddi problemleri
var.
Öyle ki neyin eğri, neyin doğru olduğunu dahi çoğu zaman
tefrik edemiyoruz. Hastalık dalga dalga yayılarak, dört bir yana sirayet
etmiş? İfratla tefrit arasında gidip gelmekten, aradaki durakları
unuttuk. Tıpkı siyahla beyaz arasında onlarca rengin bulunduğu gerçeğini
ıskaladığımız gibi... Küsüp bir kenara çekilmek ya da başımızı alıp
gitmek yerine, mücadele etmekten başka çare yok. Nasıl ki, insan
annesini severken güzel yahut çirkin olmasına bakmıyorsa, memleket
sevgisi de öyle bir şey...
Canımızı sıksa da, zaman zaman bizi nefessiz bıraksa da memleket bizim; hem de iyisiyle kötüsüyle...
Ne
insanımızı hakir görüp, kıyafetlerinden ötürü kimseyi istiskal
edebiliriz; ne de kendimizi arzın merkezine koyarak, "Ben olmasam bu
şehrin hali nice olur?" gibi hastalıklı bir ruha teslim olmalıyız. Biz
olsak da olmasak da dünya dönmeye, güneş her sabah doğup her akşam
batmaya devam edecek. Biz olsak da olmasak da, zaman hükmünü icra
edecektir.
Bir kusurundan ötürü çocuğumuza kızarken, nasıl ki onu
öldürmüyorsak, sırf bizim gibi düşünmeyen insanlarla bir arada
yaşıyoruz diye, bütün bir şehre kin ve nefret duyamayız.
İşin kolayına kaçanlar için mazeret hazır:
"Bu şehirden bir halt olmaz; bu şehirle bir yere varılamaz"
Garip bir anlayış ve bir o kadar da düşündürücü...
Her
neye sahipse bu şehir sayesinde sahip olanlar, en çok da bu şehrin
değerleriyle savaşıp duruyor. Kimisi "giderim" diye tehdit ediyor,
kimisi de atılan her hayırlı bir adım için "hikâye" diyor! Kimisi bir
işin içinde kendisi yoksa o işi kötü ilan ediyor; kimisi de hastalık
derecesinde her işe muhalif...
Kimisinin elinde yafta dolaşıp
duruyor, kimisi de şuna buna kulp takacağım diye bitap düşüyor. Erzurum
Erzurum olalı, ne Rus'tan ne de Ermeni çetecilerden çekmedi; bu müzmin
muhterislerden çektiği kadar!
Ne sevgisinde samimiyet var, ne de öfkesinde mertlik...
Merhum Reyhani bir dizesinde, "Yurdu sevenlere, gurbet kelepçedir; bile bile koluma taktım gidirem" diyor.
Hoş
çekip gidenleri kınamıyoruz; ama kalıp mücadele edenleri de ortak aklın
icaplarına uymaya ve nefsinin elinde oyuncak olmamaya davet ediyoruz.
Hastalık çok da, en acı vereni şudur:
"Çekememezlik!"
Lügat manasından daha yakıcı bir hal; ve neredeyse herkesin yakasına yapışmış durumda.
Hani siyasetçiler zaman zaman tehlikeli bir oyun oynuyorlar:
"Onlar ve biz"
Erzurum'da
da, "sen-ben davası" öyle bir noktaya gelip dayandı ki, birimizin beyaz
dediğine, diğerimiz şartlı bir refleksle hemen kara diyor. Birimiz bir
gelişme yahut yapılan bir iş için güzel demişsek, öteki hemen kötü
yaftasını yapıştırıyor.
Kamplaşma fikri ayrılık olmaktan çıkıp, savaşan iki ordunun cephelerine benzedi. Her an bir saldırı, her an düşmanlık...
Erzurum bu hastalıktan ötürü, öyle yorgun düştü ve öylesine harap oldu ki, şifa bulması bile birkaç ömrü tüketecek.
Birbirimizi çekemiyoruz, birbirimizi sevmiyoruz ve birbirimizi anlamıyoruz.
Ne acı bir durum; sanki şiarımız oldu: Konuşmak yerine kavga ediyoruz, öğrenmek yerine karalıyoruz!
Çekememezlik, kıskançlık sınırını aşalı epey oldu?
"Benim yoksa onun da olmasın, ben bu işin içinde yoksam o iş batsın".
Keşke hastalık sadece bu çekememezlikle sınırlı olsaydı; dahası da var:
İftira, küfür ve kin...
"Erzurum kötü gidişattan kurtulup, kalkınma yolunda ilerlesin".
Tamam da bunun olabilmesi için, önce iyi niyet, samimiyet ve cesaret lazım...
Sonra da herkes kendi gücü nispetinde çalışmak durumunda.
Adam
"Hayır" diyor. "Ben ne çalışırım, ne çalışanı alkışlarım ne de yapılan
güzel işlere arka çıkarım; ben böyle oturup karalama yapacağım. Çok da
üstüme gelirseniz çeker giderim ha..."
Değil mi ki, bu şehir işte bu kafaların yüzünden treni kaçırdı ve bugün debelenip duruyor.
İster şans deyin, ister Allah'ın bir lütfü...
Erzurum
bu kafalara rağmen arada bir de doğru hamleler yapıp, güzel imkânlarla
karşılaşıyor. Bereket bu şehirde aklıselim insan sayısı hâlâ çoğunlukta
da, hiç olmasa doğan fırsatlar geri tepilmiyor.
Ne yazık ama...
Birbirimizi
yemek için harcadığımız enerjinin yarısını bu şehrin kalkınması ve
kendi işimizin büyümesi için tüketsek, kim bilir nasıl büyük işler
çıkarırız.
Hastalığımızı bilip, ona göre çare aramalıyız. Erzurum bu illetten de kurtulabilir.
Çünkü tarihi ve kültürel arka planı nice belaları atlattığını gösteriyor.
Bu musibet anlayış da bertaraf edilecektir. Fakat önce böyle bir hastalığımızın olduğunu kabul etmeliyiz.
Çünkü: Memleket bizim...